Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Bindik Bir Alamete…

Cahit BULUT Yazdı

Kategori: Sosyoloji - Tarih: 22 Mayıs 2020 23:39 - Okunma sayısı: 2.104

Bindik Bir Alamete…

Hiçbir iyiliğin cezasız kalmadığı bir zamanı yaşıyoruz.

Taşlar bağlanmış, köpekler salınmış ortalığa.

Suç (nedenler) ellini kolunu sallaya sallaya gerile gerile piyasada dolaşırken, suçlu (sonuç) yakalanıp şiddetle cezalandırılıyor.

Bu durum Tolstoy’un “ Karnın tokken ekmek çalmanı hiç anlamayacağım” sözünü aklıma getirdi.

Mahsuni’nin “ Daha dünün suratsızı
Şimdi kaşı keman oldu” dediği gibi bütün değerlerin tersyüz edildiği bir dönemi hep beraber görüp izliyoruz.

Vatanseverler hain, hainler vatansever; Namuslu filminde olduğu gibi namuslu ve dürüst olanlar, yalan yanlış bilmeyenler namusuz; soyguncular işini bilir, becerikli olup çıktı. İşin ehlini aramak hayal oldu. Devletin birçok kuruluşundan ayrı ayrı, birçok maaş alanlara rastlar olduk. Oysa bir öğretmenin başka bir iş yapması yasak olduğu gibi boş zamanlarında başka bir okulda derse girmesi de yasak. On beş saati geçmemek üzere kendi okulu veya başka bir okulda ücretli derse girme olanağı dışında bir şansı yok.Mahsuni’nin dediği gibi: “Yiyin babo yiyin meydan sizindir.”

Gücün, otoritenin sözcülüğünü yapmak gazetecilik sayılır oldu. Gazeteciyim diyen bu kişiler keşke Turgut Özakman’ın “ Güneşte On Kişi” adlı tiyatro eserini seyretme olanağını yakalasalardı. Böyle bir olanakları yoksa bile, keşke o eseri bulup okuyabilseler diye düşünüyorum. Bu oyunu yıllar önce yorumlayıp yönetmiştim.

Tek tek saymama hiç de gerek yok. Doğruyu bulmak için her şeye tersinden bakmak gerekiyor gibi geliyor bana. Çünkü doğrular ve yanlışlar yer değiştirmiş durumda. Türkçülüğün kurucularından Ziya Gökalp de Osmanlılık anlayışına karşı böyle bir yöntem önerir. Türkçülüğün Esasları kitabında “ Osmanlıların doğruları yanlış, yanlışları doğrudur” der.

JKF filminde yargıç “ Eğer bir ülkede gerçekler söylenemiyorsa, orada yaşamak tehlikeli bir hal almıştır” diyor. Siz bir tehlike görüyor musunuz bilmem, var mı böyle tehlike?

Biz, sırdan vatandaşlar gerçeklerin ne kadarını biliyoruz veya ne kadarı çarpıtılmadan, çarptırtılmadan bize ulaşıyor? Bu konuda ve diğer konularda bir şeffaflık var mı, ne dersiniz? Basına dördüncü güç mü deniyordu ne? O kamu adına denetimini yapabiliyor mu şimdi?

Ya içinde bulunduğunuz ortamdan kaçıp kurtulma duygusunun geliştiği oluyor mu sizlerde? Bende oluyor bazen. Robinson gibi Cuma’nın bile olmadığı, doğayla tamamen iç içe yalnız bir yaşamı özlediğim olmuyor desem yalan olur. Veya Tarzan gibi doğal bir ortamda doğal varlıklarla birlikte… Doğallıktan bir zararın geleceğini düşünümüyorum. Bütün zararlar eko sistemin insanlar tarafından bozulmasının bir sonucudur.

Yaşlılığın belirtisi, mücadele kaçkını olarak görmeyin bunu. Tam tersi genç yaşında ihtiyarlayan, mücadele ruhu törpülenmiş, edilgen, insan pazarlayan satıcılardan, eli hançer tutan sözde dostlardan bir kaçıştır bu. Bu son söylediğim eski bir türkünün sözlerini getirdi aklıma:

“Hey milli dost milli dost
Kalbi düşman dili dost.”

Bu tür insanlarla nasıl bir arada olup, onlara çeşitli konularda güveneceksiniz ki? İnsanların neredeyse tamamı, evet neredeyse tamamı Zübük’leştirildi. Birlik ve dayanışma ruhu tamamen yok edildi. Oysa bu coğrafyada ne güzel bir ‘imc’ ve ‘Ahilik’ ahlakı vardı. Birimiz, hepimiz, hepimiz birimiz içindik eskiden.

Bir halk türküsünde de “Doğrudan yanaydım, zarar kendime “ diyor. Siz ne dersiniz Türk’e ait anlamındaki Türkî’deki bu söze, yanlış mı?

Abdülhamit döneminde baskıdan bunalan bazı aydınlar Yeni Zelenda’ya gidip veya Kuşadası’na bağlı Güzel Çamlı beldesinde bir koloni kurup, oralarda nefes alıp yaşamalarını sürdürmek istemişlerdi. Sizce bunların hiç mi bir haklılık payı yoktu, yoksa korkak, mücadele kaçkını mıydı bunlar? Sanmıyorum.

Meyhane ve tımarhane köşelerinden hangisini tercih ediyorsunuz? Çivisi çıkmış bir dünyada başka bir yer geliyor mu aklınıza? Belki bunlara üçüncü bir yer olarak hapishaneyi de ekleyebilirsiniz! Çünkü cinnet geçirmemek işten bile sayılmaz. “çaresizlik kâr eyledi canıma” türküsünü hiç dinlediniz mi?Ateş çemberi içine kalmış çaresiz bir akrep gibi kendinizi sokup zehirleyebilirsiniz de. Her gün acı çekmek, işkence görmekten daha iyi bir yöntem olsa gerek bu. Akrebin intiharı seçmesi bilinçli bir cesaret örneği mi, çaresizliğinin bir sonucumdur acaba?

Peki, insan neden cinnet geçirir, intihar eder? Her halde durup durduğu yerde “ Öldüreyim, öleyim, biraz zevk alayım hayattan” diye yapmıyordur bunları. Sizce yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların ne derece etkisi var bütün bu olumsuzlukların altında? Birey olarak bizim kabahatimiz olduğunu ise hep görmeyişimiz ise ya cehlimizden, ondan değilse de gerçeklerden kaçıp, suçu üzerimizden atıp rahatlamak psikolojisinden olmasın? İnsan fıtratı diyorlar ama ben bu düşünceye pek katılmıyorum. Genetik olarak insanda doğuştan bazı özellikler getirdiği kesin ise de insanı iyi ve kötü yapanın yaşadığı koşullar ve almış olduğu yaygın ve örgün eğitim olduğu da bir gerçektir. İnanmıyorsanız Hanzo filmini bir de bu açıdan izleyin. Siz buna ‘ biçimlendirme’ de diyebilirsiniz.

Çıkmışız bir ağaca, binmişiz bir dala, elimizdeki testere ile bilerek veya bilmeyerek bindiğimiz dala geçirmişiz testerenin dişlerini var gücümüzle kesmeye çalışıyoruz. Aşağısı da sivri kayalıklarla dolu derin bir uçurum.

“GİDİYOZ KIYAMETE.” Allah sonumuzu hayreylesin!

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sosyoloji Yazıları