Cahit BULUT
Kategori: Siyaset Bilim - Tarih: 11 Nisan 2020 19:51 - Okunma sayısı: 1.998
Daha önce ‘Aydın Yiğitliği ve Sorumluluğu’ yazmıştım. Aydın tiplerinden örnekler vermiştim. Bu yazımda da bu yiğit aydınlardan birisi ve emperyalist yayılma karşı mücadele vermiş başka bir aydından söz edeceğim. Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi bu aydın “ Geriye bakmak âdetim değildir. Hep bugün ve yarınla meşgul oldum” diyen Oktay Sinanoğlu’dur.
Sinanoğlu, ürettiği teoriler ve çözdüğü kuramlarla çığır açmış bir bilim insanı. 1962 yılında 26 yaşında Yale Üniversitesinde en genç profesör unvanını alır. ‘ Bilimin harika, altın Türk çocuğu’ gibi övgü dolu sıfatlarla nitelendirilen Sinanoğlu çok karmaşık, çözülemeyen teorileri çok basit bir dille bilim dünyasına kazandırmıştır.
Türkiye’deki birçok üniversitenin kuruluşunda yer alan Oktay Sinanoğlu, ülkemizin bilim dünyasında gerekli yeri alabilmesi ve söz sahibi olabilmesi için büyük enerji harcamış gerçek bir aydındır.
Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu, Atatürk tarafından Bulgaristan’daki Türkleri örgütlemek ve bağımsız bir Türk devletinin kurma hazırlıkları için görevlendirilir. Orada ‘Deliorman’ isminde bir gazete çıkarır. Bulgar hükümetinin bu olayları fark etmesi üzerine Bulgaristan’dan ayrılmak zorunda kalır.
Nusret Haşimi, neler olup bitiyor diye İtalya’nın Bari kentine başkonsolos olarak görevlendirilir. Bu dönemde Mussolini ‘Bizi Radyo’ diye bir radyo kurmuş. Türkiye’ye sürekli yayın yapmakta. Amacı da Antalya ve civarını Türkiye’den koparıp almakmış. Haşimi’nin görevlerinden biri de Mussolini’nin faşist sistemini inceleyip Atatürk için rapor hazırlayıp göndermektir.
Oktay ve sanatçı olan kız kardeşi Esin (Afşar) babasının görevli olduğu Bari ‘de dünyaya gelirler.
Anneleri Rüveyda, Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerinden. ‘Akşam Gazetesi’nde köşe yazarıdır. Annesinin özel kütüphanesi vardır. Oktay Sinanoğlu’ndan öğrendiğimize göre bu kütüphanede Sabahattin Ali ve bir sürü Nazım Hikmet’in kitapları da bulunmaktadır. Hepsi yeni çıkmış ama o dönemde yasaklanmış kitaplar. O dönemi şöyle nitelendiriyor Oktay Sinanoğlu: “Baskıcı İsmet Paşa dönemi. Bir sürü aileyi içeri alıyorlar. Bu hadiseler üzerine annem korktu, kitapları topladı, yaktı. Çok üzüldüm!”
Bu satırları okuduğumda, 12 Eylül faşist darbesi yıllarında yakmak, büyük su bidonlarına doldurup hamur durumuna getirmek zorunda kaldığım üç yüzden fazla kitabım geldi aklıma!
Sinanoğlu, İnönü dönemindeki şatafatlı yaşantıyı da şöyle anlatıyor. “ Esin’le Abant gölünün kıyısında otel gibi bir yere kampa gittik. Karşı sahilde de İnönü’nün köşkü vardı. Şimdi nasıl fiyakalı yerler varsa o zamanda İnönü’n her yerde bir köşkü vardı… İsmet Paşa tam hanedan kurdu; Atatürk öyle işler yapmadı.” Demek ki tek adam olma alışkanlığı ve karakteri her dönem aynı!
Oktay Sinanoğlu, 1948 yılında Amerikan gemisi Missoiri’nin Türkiye’ye gelmesi, denizcilerin İstanbul’a dolmasıyla da bir sürü rezaletin ve kepazeliğin yaşandığını belirttikten sonra Türkiye’nin birden bire değişmeye başladığını belirtir. Meğer emperyalistler Yalta’da dünyayı kendi aralarında paylaşmışlar. Savaştan sonra naylon yeni keşfedilmiş. Amerikan askerlerinin Türkiye’ye doluşmasıyla da herkesi naylon çorap ve kemer merakının yanında bir Hershey çikolatası alabilmek için birbiriyle yarışır duruma getrir. Amerikan askerleri Ankara sokaklarına doluşmaya başlar. Kızılay ve Kavaklıdere sakinlerinin en seçkin insanları evlerini yüksek fiyatla kiralamaya başlar. Adamlar o zaman 50 kuruş olan taksi parasına 20 kat fazla ödeyerek 10 liraya biniyor. Böylece herkeste Amerikalılara hayranlık duyulması sağlanıyor. Bu planlanmış bir sızma politikasıydı. Ve giderek Amerikan mallarına karşı bir hayranlık yaratıldı. Amerika, Avrupa’yı da böyle fethetmişti.
Amerika’nın girdiği her yerde PX pazarlarını da kuruyorlar. Bu pazarda satılan malların hepsi de Amerika’dan vergisiz olarak geliyor. Ve bu mallar bilinçli olarak askerler tarafından dışarı kaçırılıp satılıyor. Amaç ABD mallarına Pazar yaratmak ve Türkleri Amerikan mallarına alıştırmaktı. Sonra ne oldu? Neredeyse kirli çamaşırlarını bile bize satabilecekleri Bit-ex (bit pazarları) kurulmaya başladı… Durmadan talep yaratılıyor.
Oktay Sinanoğlu toplu taşımacılığın nasıl yok edildiğini de şöyle açıklıyor: “ Tünel’den tramvaya biniyorum, Şişli’ye gidiyorum. Her yer tramvay. Bir süre sonra Tramvayların hepsini söktüler. Dolmuş hikâyesi çıktı. Eski püskü Amerikan arabalarını askerler getirip satıyorlardı, her tarafları da dökülüyor. Kuyrukta dolmuş beklemeye başladı millet.” Amerikan araba ve petrol siyasetinin başlangıcı…
Tabii ki dünyanın öbür ucunda, finanse ettikleri basın vasıtasıyla da bizleri pohpohluyorlar. Neymiş, biz Türkler ‘ dolmuş’u icat ettiğimizden çok zekiymişiz! Bizim gazeteler de Amerika’daki Readers Digest’te yayınlananları kendi manşetlerine taşıyor. “ Amerikalılar bize çok zeki dedi” diyerek onlarda bizi araba kullanmaya teşvik ediyor. Sinanoğlu “ Araba yokken dolmuş çıktı. İstanbul’un tarihi semtleri, meydanları yıkılıp oto yolları yapıldı… Şehrin Osmanlı havası gitti.” diyor.
Amerika’nın girdiği bütün ülkelerde aynı yöntemi denemiş. II. Paylaşım savaşı Avrupa ve SSCB ‘de 40 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuş, ekonomileri büyük darbeler yemiş, Amerika bu durumdan herhangi bir zayiat vermeden, güçlenerek çıkmıştır. Sinanoğlu “ Savaştan sonra Amerikan harp sanayi arabaya yüklendi. Herkesi araba sahibi yapma seferberliği başladı. Kendi ülkelerinde General Motors şirketi uzak tramvay şirketlerini satın alıp iflas ettirtti, rayları söktüler, trenler ihmal edildi” tespitinde bulunuyor.
Özelleştirme ile ilgili tespitler de şöyle: Birkaç sene evvel (2002’den önce cb.) Amerika’da özelleştirme edebiyatı başladı. Hâlbuki Amerika’da buna gerek yok. Çünkü çoğu özel. Ondan sonra Amerika’nın uzantısı ülkelerin hepsinde özelleşme edebiyatı başladı…”
Şimdi 1980’den bu yana neler olduğunu düşünmeye başlayabilirsiniz! Tabii önce kafamızın yerinde olup olmadığını kontrol edeceğiz. Çünkü bizde önce kafa bırakmadılar. Sonra özelleştirme, küreselleşme diyerek kafamızı cilaladılar. Ardından Türkiye’deki bazı şirketleri aracı olarak kullanıp yerli üretim yapan kuruluşlarımızı satın alıp sanayimize, ulaşımımıza, haberleşmemize, savaş sanayimize (Tank palet fabrikası örneğinde olduğu gibi) el koyuyorlar ve ağızlarından hiç düşürmedikleri “ecdat” kanlarıyla vatan durumuna gelen bu topraklarımıza el koydurtuyorlar.
Atatürk ne demişti Türk milletinin geleceği olan gençleri uyanık tutmak için. İstiklal ve cumhuriyetin önemin, vurguladıktan, gençliğin karşılaşabilecekleri zorlukları da ortaya serdikten sonra: Bütün bu şeraitten( şartlardan) daha elîm ve daha vahîm olmak üzere , memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevliler emelleriyle tevhid edebilirler.
Siz bu yazınlara ve söylenenlere ne dersiniz?
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
20 Kasım 2024 20:01
03 Kasım 2024 20:23