Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Yazlık Sinemalarda Kaldı Çocukluğum

Ali Gençli yazdı: Yazlık Sinemalarda Kaldı Çocukluğum

Kategori: Edebiyat - Tarih: 05 Nisan 2020 15:05 - Okunma sayısı: 1.883

Yazlık Sinemalarda Kaldı Çocukluğum

 

 

Yazlık Sinemalarda Kaldı Çocukluğum

 

 “Re­form­lar­la ye­ni­den dü­zen­len­me­si ola­nak­sız,
   bı­ra­kıl­ma­sı ise çok zor olan yaşam kar­şı­sın­da
   çağ­daş top­lum­lar­da in­sa­na bir tek öz­gür­lük kal­mış­tır;”
   düş gör­mek,diğer bir de­yiş­le fan­taz­ya­lar.”
                                                            JOHAN HUZİNGA

Ço­cuk­luk­tan kur­tu­lup da ken­di­mi­zi ve ya­şa­dı­ğı­mız kenti keş­fet­me­ye baş­la­dı­ğı­mız alt­mış­lı yıl­la­rın son­la­rın­da evi­miz­den, komşu ev­le­rin­den,okul­da­ki sı­nıf­lar­dan çok fark­lı; tahta ta­ba­nı mazot kokan, loş ışık­lı büyük sa­lon­la­rı ve için­de bir­bi­ri­ne bağ­la­na­rak sı­ra­lan­mış on­lar­ca kol­tu­ğu dol­du­ran in­san­la­rın oluş­tur­du­ğu ka­la­ba­lık­la­rı şaş­kın­lık­la an­lam­lan­dır­ma­ya ça­lı­şır­dık.

Du­var­la­rı Ava Gardner, Audrey Hepburn, Cary Grant, Clark Gable, Ayhan Işık, Türkan Şoray,  Barbara Eden, Humphrey Bogart, Gene Kelly gibi Yeşilçam’ın ve Hollyvood’un  aktör ve aktrislerinin büyük boy çer­çe­ve­li fo­toğ­raf­la­rıy­la süslüydü. Sa­lo­nu dol­du­ran kol­tuk­la­rın tam kar­şı­sı­na düşen ve üze­rin­de ço­ğun­luk­la, yal­dız­lı harf­ler­le TC Zi­ra­at Ban­ka­sı yazan kırmızı ka­di­fe per­de­nin iki yana açıl­ma­sın­dan önce gong çalar, bir süre sonra da elekt­rik­ler sö­ner­di. Göz gözü gör­mez o tıl­sım­lı ka­ran­lık­ta bir ışık de­me­ti üze­ri­miz­den geçer, kar­şı­mız­da­ki perde de bam­baş­ka bir dünya can­la­nır­dı. Bir düş dün­ya­sı. Bize ben­ze­yen in­san­lar­la bir­lik­te, gün­lük ya­şa­mı­mız­dan fark­lı ol­ma­yan olay­lar akıp gi­der­di.

Bu düş dün­ya­sı sa­lon­lar zevk­li saatler ge­çir­di­ği­miz ve hep orada olmak is­te­di­ği­miz yer­le­re dö­nüş­tü za­man­la. Çar­şam­ba ma­ti­ne­le­ri­ni bek­ler­dik sa­bır­sız­lık­la.

Sa­de­ce ba­yan­la­ra özel oy­na­tı­lan film­le­ri biz ço­cuk­lar da iz­ler­dik. Si­ne­ma­ya gö­tü­rü­lür­dük. İşte o gün­lere denk düşer, Zeki Mü­ren­le­ri, Cü­neyt Ar­kın­la­rı, Hülya Koç­yi­ğit­le­ri, Tür­kan Şo­ray­la­rı ta­nı­ma­mız…

Ama o gün­le­rin si­yah-be­yaz film­le­rin­de bir ikili vardı ki, biz ço­cuk­la­rın vaz­ge­çil­mez dost­la­rıy­dı. An­la­tıl­maz bir tat alır­dık on­la­rı iz­le­mek­ten ve düş­tük­le­ri her kötü du­rum­da göz yaş­la­rı­mı­zı tu­ta­maz­dık…. Ay­şe­cik­le Ömer­cik­ti bu ikili…

Te­le­viz­yon­la­rın ya­şa­mı­mı­zı tut­sak al­ma­dı­ğı gün­ler­di. Biraz daha bü­yü­dük.Yaz­lık si­ne­ma­lar girdi ya­şa­mı­mı­za.Bu kez tahta san­dal­ye­ler bir­bi­ri­ne ek­len­miş, yer­le­re ince çakıl taş­la­rı dö­şen­miş yaz­lık si­ne­ma bah­çe­le­ri. Uzun yaz ge­ce­le­ri Pırıl pırıl bir gök­yü­zü, ateş­ten bir topu an­dı­ran ayın ve sal­kım saçak ya­yıl­mış yıl­dız­la­rın al­tın­da, yü­zü­mü­zü ok­şa­ya­rak esen akşam rüz­ga­rı­nın eş­li­ğin­de açık ha­va­da, kış­lık si­ne­ma­lar­da asılı ”ka­buk­lu yemiş ya­sak­tır” lev­ha­sı­nın bu­lun­ma­dı­ğı, yaz­lık si­ne­ma­lar.

Yet­miş­li yıl­la­rın ba­şın­da li­se­li genç­ler ol­ma­ya baş­la­dı­ğı­mız­da, ka­nı­mız kay­nı­yor film­ler­de­ki kah­ra­man­la­rın ye­ri­ne zaman zaman ken­di­mi­zi ko­yu­yor­duk. Def­ter­le­ri­mi­zin ara­sı­nı güzel akt­ris re­sim­le­ri süs­lü­yor­du. Bir yan­dan içi­miz­de­ki şid­det dür­tü­sü­nü dışa vur­ma­ma­ya çaba har­car­ken, öbür yan­dan örnek al­dı­ğı­mız düş­sel kah­ra­man­la­rı tak­lit ede­rek, şid­de­ti gün­lük ya­şa­mı­mı­zın bir par­ça­sı du­ru­mu­na ge­ti­re­bi­li­yor­duk.

Ya­rat­tı­ğı­mız düş­sel he­def­le­ri yok et­ti­ği­miz öy­kü­le­ri an­la­tır­ken, zaman zaman bun­la­ra ken­di­miz bile ina­nı­yor­duk. Ro­man­tik, duy­gu­sal ve vur­du­lu kır­dı­lı film­le­rin ya­nın­da bir de ger­çek­te var ol­ma­yan, hayal gü­cüy­le ya­ra­tı­lan, do­ğa­üs­tü var­lık­lar­dan kur­gu­la­na­rak oluş­tu­ru­lan film­le­rin düş gü­cü­mü­zü allak bul­lak et­me­yebaş­la­dı­ğı gün­ler­de, ya­şa­dı­ğı­mız ken­tin si­ne­ma­la­rı kendi ara­la­rın­da­ki fark­lı­lık­la­rı be­lir­gin­leş­ti­ri­yor­lar­dı. Yal­nız Türk filmi oy­na­tan si­ne­ma­lar ve ya­ban­cı film oy­na­tan si­ne­ma­lar.

Bazı si­ne­ma­la­rın, kış­lık sa­lon­la­rı­na bi­ti­şik yaz­lık bö­lüm­le­ri olurdu.?Geceleri ken­tin yük­sek­çe bir ye­ri­ne çı­kıl­dı­ğın­da, ku­lak­la­ra yaz­lık si­ne­ma­lar­dan gelen ses­ler yan­kı­la­na­rak ula­şır­dı.İşte, yal­nız­ca ya­ban­cı film oy­na­tan o si­ne­ma­da “Vam­pir­le­rin Dansı” adlı filmi iz­le­dik­ten sonra uzun süre et­ki­sin­den kur­tu­la­ma­mış­tım.

Şim­di­ler­de ise, her geçen gün biraz daha yoz­la­şan insan iliş­ki­le­ri yü­zün­den ve ön­le­ne­me­yen bir hızla kir­le­nen dün­ya­da mutlu ya­şam­dan uzak­la­şan in­sa­nın ka­vu­şa­ma­dı­ğı yaşam bi­çim­le­ri­ni düş­le­me­ye yö­nel­me­si ola­ğan gibi gö­rü­nü­yor. Kit­le­le­rin kendi dı­şın­da­ki ger­çek­li­ği düş­sel ol­gu­lar­da ara­ma­sı fan­taz­ya en­düst­ri­si­nin doğ­ma­sı­na ve ge­liş­me­si­ne neden ol­muş­tur.

Dünya si­ne­ma­sı­nın daha ilk yıl­la­rın­da, fan­tas­tik film­ler üre­til­me­ye baş­lan­mış­tır. Düşe, ef­sa­ne­ye, bü­yü­ye, kor­ku­ya, psi­ka­na­li­ze, bilim - kur­gu­ya da­ya­na­rak ger­çe­ğin sı­nır­la­rı­nı aşan fan­tas­tik si­ne­ma­nın ön­cü­lü­ğü­nü Ge­or­ges Me­li­es yap­mış­tır. G. Me­li­es'in 1902 yı­lın­da yap­tı­ğı "Aya Yol­cu­luk", F.W. Mur­nau'nun "Janus'un Ka­fa­sı" (1920), Tod Bro­w­ning'in "Dra­cu­la", Jean Coc­te­au'nun "Güzel ve Hay­van" (1946), Roger Vadim'in "Kan ve Gül" (1960), Stan­ley Küb­rick'in "Dr. St­ren­ge­vo­la" (1963), Roman Po­lansky'nin "Vam­pir­le­rin Dansı", Rid­ley Scott'un "Ya­ra­tık" (1986), Ken Rus­sell'ın "Got­hic" (1986), John Lan­dis'in "Masum Kan" (1992), Neil Jor­dan'ın "Vam­pir­le Gö­rüş­me" (1994) ve Ro­bert Rod­ri­gez'in "Gün­ba­tı­mın­dan Şa­fa­ğa" (1996) gibi film­ler fan­tas­tik si­ne­ma­nın önem­li ya­pıt­la­rın­dan ör­nek­le­ri oluş­tu­rur.

Fran­kens­te­in Mary Shel­ley nin 1818 de yaz­dı­ğı en ünlü ro­ma­nı­dır. Ya­ra­tı­cı­sı Dr. Fran­kens­te­in, bi­lim­sel kib­ri­nin, Tanrı'nın ye­ri­ne geçme ar­zu­su­nun ve canlı bir var­lık "do­ğur­mak" is­te­me­si­nin be­de­li­ni öde­di­ği, ür­künç bir ya­ra­tık ile ya­ra­tı­cı­sı­nın karşı kar­şı­ya ge­le­rek kut­bun ıssız ve vahşi ara­zi­le­rin­de bir­bi­ri­ni ko­va­la­ma­la­rı­nın ka­ra­ba­sa­nın sar­sı­cı et­ki­si için­de an­la­tıl­dı­ğı ro­man­dan si­ne­ma­ya ak­ta­rıl­mış kla­sik bir ya­pıt­tır. Bir­çok tak­li­di­nin ya­pıl­ma­sı­na kar­şın hiç­bi­ri, ilk ya­pı­la­nı­nın dü­ze­yi­ne ula­şa­ma­mış­tır.Gü­nü­müz­de bilim - kur­gu­nun da bes­le­di­ği fan­tas­tik si­ne­ma, tek­no­lo­ji­nin ge­liş­me­siy­le bir­lik­te ola­ğa­nüs­tü ba­şa­rı­ya ulaş­mış­tır. Ko­nu­la­rı­nı bazen bronz ça­ğın­dan, uzay ça­ğın­dan, uzay sa­vaş­la­rın­dan, bazen vahşi or­man­lar­dan, dün­ya­nın mer­ke­zin­den, insan vü­cu­du­nun de­rin­lik­le­rin­den kimi zaman da ga­lak­si­ler­den seçen bu tür film­ler bek­le­ne­nin üze­rin­de gişe yap­mış­tır. Dünya si­ne­ma­sın­da en akıl­da kalan bi­lim-kur­gu de­ne­me­le­ri­nin ba­şın­da, bir çok kez tek­rar­lan­mış olan “Yıl­dız Sa­vaş­la­rı” filmi sa­yı­la­bi­lir. Yerli ver­si­yon­la­rı için esin kay­na­ğı da olmuş olan Yıl­dız Sa­vaş­la­rı çe­kil­di­ği her dö­nem­de ve tv di­zi­si ola­rak ya­yın­lan­dı­ğın­da büyük ilgi gör­müş­tür.

De­ği­şik film ara­yış­la­rı için­de olan Ye­şil­çam yö­net­men­le­rin­den Yıl­maz Ata­de­niz 1967 yı­lın­da bir ga­ze­te­de gör­dü­ğü İtal­yan fo­to-ro­ma­nın­dan esin­le­ne­rek te­pe­den tır­na­ğa is­ke­let giy­si­li KİLLİNG ka­rak­te­ri­ni si­ne­ma­ya ak­ta­rın­ca, son­ra­dan bir­çok se­ri­si ve hatta di­şi­si çe­ki­lecek olan “KİLİNK”le Türk iz­le­yi­ci­le­ri­ni bu­luş­tur­du. İtal­yan kö­ken­li Ki­link, dün­ya­yı ele ge­çir­me­ye ça­lı­şan yasa dışı bir film kah­ra­ma­nı­dır.

Öğ­ren­ci­lik yıl­la­rım­da fi­gü­ran ola­rak bir ucun­dan beni de konuk eden Ye­şil­çam'da an­la­tı­lan bir öy­kü­yü daha son­ra­ki yıl­lar­da arda Uskan'ın bir ya­zı­sın­da oku­muş­tum. “ Yö­net­men Üçün­cü sınıf rol­ler­de oyun­cu­luk yapan, bir mes­le­ği de ak­ro­bat­lık ol­du­ğu için bazı film­ler­de jön­le­re dub­lör­lük de yapan Le­vent Çakır'a baş­rol­de oy­na­ma­sı için öneri gö­tür­müş. Buna çok se­vi­nen Çakır, film­de Ki­link ro­lü­nü yö­net­me­nin is­te­di­ği şe­kil­de ba­şa­rıy­la oy­na­mış.

Fil­min je­ne­ri­ğin­den, son ya­zı­sı­na dek yüzü gö­rün­me­yen baş­rol oyun­cu­su, ya­şa­mın­da ilk ve son kez baş­rol oy­na­dı­ğı film­de yüzü hiç gö­rün­me­yin­ce düş kı­rık­lı­ğı­na uğ­ra­mış. Bu ka­dar­la kalsa iyi. Bir de fil­min son sah­ne­si­nin çe­kil­di­ği Ga­la­ta Köp­rü­sü'nde ba­şı­na ge­len­le­ri dost­la­rı­na an­la­tır­ken ağ­la­ya­sı ge­li­yor­muş. Son sah­ne­nin çe­ki­min­de, pe­şin­de polis olan Ki­link köp­rü­den Haliç'e at­lı­yor­muş ve ka­yıp­la­ra ka­rı­şı­yor, film son bu­lu­yor­muş. Haliç'in su­la­rı­na at­la­yan Çakır yü­ze­rek Ka­ra­köy'e çık­mış. Köp­rü­de ku­ru­lan film se­ti­ne, in­san­la­rın şaş­kın ba­kış­la­rı ara­sın­da ge­lin­ce tüm set eki­bi­nin to­par­la­nıp çekim ye­rin­den ay­rıl­dı­ğı­nı gör­müş. Yani Haliç'te baş­rol oyun­cu­su­nu unu­tan film ekibi ola­rak ta­ri­he geç­miş o günkü çe­ki­mi ya­pan­lar. Ki­link de Ka­ra­köy'den yü­rü­ye­rek, Be­yoğ­lu'nun yo­lu­nu tut­muş.

Bir ço­ğu­nun çe­ki­mi 1967 yı­lın­da ger­çek­leş­ti­ri­len Ki­link film­le­ri se­ri­si, “Ki­link İstan­bul'da” , “Ki­link Uçan Adama Karşı” , “Ki­link Soy ve Öldür” , “Şaş­kın Ha­fi­ye Ki­link'e Karşı” , “Mand­ra­ke Ki­link'e Karşı” , “ Ki­link Fran­keş­tayn'a Karşı” , Kil­ling Ca­ni­ler Kralı”, 'Kil­ling Ölü­ler Ko­nuş­maz” ve 'Dişi Kil­ling” ad­la­rı­nı ta­şı­yor.Son­ra­ki yıl­lar­da da iki Kil­ling filmi çe­kil­di: 1971'de 'Kil­ling Ölüm Sa­çı­yor' ve 1974'te çe­ki­len 'Kil­ling Kol­suz Kah­ra­ma­na Karşı...   

Ül­ke­miz­de 1967'de tam 208 film çe­kil­di. Gün­lük ga­ze­te­ler­de ve der­gi­ler­de ya­yın­la­nan çiz­gi-ro­man­lar­la fo­to-ro­man­la­rın oku­yu­cu üze­rin­de­ki il­gi­si o yıl si­ne­ma­ya da yan­sı­dı. Türk si­ne­ma­sın­da yeni bir avan­tür film­ler mo­da­sı baş­la­dı. Kil­ling film­le­rin­den başka, Bay­te­kin, Fan­to­ma, Mand­ra­ke, Uçan Adam gibi kah­ra­man­la­rı ya­ban­cı kö­ken­li bir çok film ya­pıl­dı.Bir­kaç yıl sonra iz­le­yi­ci­ler Zorro türü se­rü­ven film­le­riy­le bu­luş­tu. Buna ben­zer ya­ban­cı kay­nak­lı çizgi roman kah­ra­man­la­rı­na kar­şı­lık yerli bir çizgi roman kah­ra­ma­nı Tar­kan or­ta­ya çı­ka­rıl­dı. Söz ko­nu­su dö­nem­de Sü­per­men­ler, Sü­per­kız­lar, Ka­ra­oğ­lan, Mal­ko­çoğ­lu, Zagor, Kızıl Maske, ye­şil­cam kov­boy­la­rı, bi­lim­kur­gu­nun ilk ör­nek­le­ri ola­rak ya­ra­tıl­dı. Geç­ti­ği­miz yıl­lar­da çe­ki­len iki uzay filmi “G.O.R.A.” ve “Dün­ya­yı Kur­ta­ran Adam'ın Oğlu” film­le­ri Türk Si­ne­ma­sı bilim kurgu ör­nek­le­ri ola­rak si­ne­ma ta­ri­hi­mi­ze geç­miş­tir. Bu film­ler­den önce bir” Uzay Yolu” uyar­la­ma­sı olan “Tu­rist Ömer Uzay Yo­lun­da” ilk bilim kurgu Türk filmi ola­rak kabul edil­mek­te­dir.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Edebiyat Yazıları
ince hikâye

Edebiyat 21 Eylül 2024

ince hikâye

Şiirin Nüfuzu

Edebiyat 07 Haziran 2024

Şiirin Nüfuzu

ABDULLAH EFENDİ

Edebiyat 10 Kasım 2023

ABDULLAH EFENDİ