Prof.Dr. Halil Çivi ile Hayata Dair Hocam öncelikle “Hayata Dair ”söyleşimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 05 Nisan 2020 14:30 - Okunma sayısı: 2.380
Prof.Dr. Halil Çivi ile Hayata Dair
Aygül Balkın:Hocam öncelikle “Hayata Dair ”söyleşimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Aygül Balkın:Antik çağlardan günümüze değin hemen her düşünür “Yaşamın Anlamı” üzerine görüşlerini dile getirmiştir. Hocam sizce “Yaşamın Anlamı” nedir ve 21.yüzyılda yaşayan günümüz insanının “Yaşamın Anlamı”ndan anladığı nedir?
Prof.Dr. Halil Çivi: Hayatın gerçek anlamını çağlar, devirler, inançlar, ideolojiler, kültürler ve toplumlar üstü, evrensel bazda yakalayıp tanımlamak çok zor. İlk insan topluluklarından günümüze sürekli olarak toplumsal, teknik, ekonomik, sanatsal, kültürel ve siyasal bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanmalar söz konusu. Çünkü her devir,, dönem ve inanç biçiminin yarattığı bir değerler ve idealler yumağı var.
Örneğin avcılık ve toplayıcılık döneminde büyük ve bereketli avlar yakalayan avcılarla ilgili mitler bize ip uçları verebilir..İlk çağ filozoflarının tasarladıkları ahlaklı ve erdemli insanlar hayatı anlamlandırabilir. Din odaklı ortaçağ toplumlarındaki mistik dindar tiplerin hayatı anlamlandırmaları Tanrısal hoşnutluk kazanma üzerine odaklanabilir. Aydınlanma çağında, akıl bilim ve keşifler yardımı ile hayat teknik ve ekonomik bir vizyon kazanabilir. Bilgi çağı insanın akıl çapını genişlettiği için hayat yaşamı kolaylaştıran ve insanlar arası iletişimi ışık hızına çıkartan buluşlar nedeniyle daha küresel bir anlam kazanabilir. Okuryazar dahi olmayan ve 1972 yılında vefat eden rahmetli annemin tanımıyla hayat " Aç ve açıkta kalmamak, ele güne muhtaç olmamak; vatana ve millete hayırlı bir insan olmak" şeklinde tanımlanabilir. Hayatın anlamı bir sosyal adalet ve gerçek demokrasinin egemen olduğu bir devletin yurttaşı olma özlemine de dönüşebilir . Özetlemek gerekirse hayatı anlamlandıranlar her çağda toplumu yönlendiren düşünür ve önderlerin topluma ve bireylere aşıladıkları değerler ve özlemlerle biçimleniyor. Bu değerler ve özlemler değiştikçe hayatın anlamı da değişiyor. Bu önemli sorunuza cevabımı bitirirken bir önemli konunun altını daha çizmek gerekiyor. Bireyselleşme ve bencilleşme arttıkça hayatın anlamı da toplumsal kökten kopup bireyin öznel değerler sistemine dönüşüyor. En anlamlı hayat belki de onurlu ve ahlaklı olarak yaşanıp topluma da fikir ve eser bırakabilen bir hayat da olabilir.
Aygül Balkın:Dünyaya gelen her çocuk doğuştan bir takım yetenekleri beraberinde getirir. Ama bu yeteneklerle hangi hedefler için çaba harcayacağı konusunda özgür olduğunu söylemek pek mümkün değil? Bireysel özgürlüğümüzü nasıl elde edebiliriz?
Prof.Dr. Halil Çivi: Sayın Balkın, yetenek ve özgürlük ilişkileri konusunda şunlar söylenebilir.
Yetenek doğuştan da olabilir, eğitim, öğretim ve çaba ile sonradan da kazanılabilir. Ancak doğuştan gelen yetenekler potansiyeldir. Açığa çıkarılması gerekir. Örneğin bir toprak ne kadar verimli ve ekime elverişli olursa olsun işlenmez ve tohum ekilmezse ürün vermez. Tersine, ekime elverişli olmayan topraklar bilimsel olarak ıslah edilip ekime elverişli hale getirilebilir. Ancak birinciye göre daha fazla çaba ve emek gerektirir. Maliyeti daha yüksek olur.
Bu örneklerden şöyle bir sonuç çıkıyor. Doğuştan ya da değil tüm bireysel yeteneklerin mutlaka keşfedilip işlenmesi yani nitelikli eğitimle desteklenmesi gerekir.
Günümüzdeki eğitim ya devlet tekelindedir ya da devlet politikası ile içerik ve öz kazanmaktadır. Eğer devletin eğitim politikası ve destekleri topluma yararlı bireysel yeteneklerin özgürce açığa çıkmasına yardımcı olursa bundan hem birey ve ailesi, hem toplum ve hem de devlet yararlanır.. Ancak devletin sunduğu eğitim olanakları, dogmatik, baskıcı, düşünmeyi engelleyici, nakilci ve ezberci ise yetenekler ve özgür düşünceler ortaya çıkmaz.
Bireysel yetenekleri ortaya çıkan insanlar para kazanmaya başlarlar. Ekonomik güçleri ve itibarları artar. Ekonomik bağımsızlığını kazanan ve özgürleşen bireyler arttıkça toplum da özgürleşmeye, cehalet zincirini kırmaya, hak, adalet, özgürlük ve demokrasi talep etmeye başlar. Bu gelişmeler toplumun yeniden olumlu yönde değişme ve gelişmesine neden olur.
Sonuç: eğitim sadece ailelere bırakılamaz. Çünkü toplumdaki ailelerin ortalama 0/0 80'i çocuklarına beklenen yeterli mesleki, teknik, kültürel ve sanatsal eğitimi vermekten yoksundur. Ekonomik özgürlük olmadan insanların özgürleşmesi çok zordur. Eğitim mutlaka zorunlu bir kamu ya da devlet görevi olmalıdır.
Ne kadar üstün nitelikli öz ve içerik olarak çağın gereklerine, akla, bilime, toplumsal ihtiyaçlara uygunsa, insanlarının yeteneklerini açığa çıkarmaya ve ekonomik özgürlük kazandırmaya ne kadar uygunsa genel özgürlükler o kadar artabilir. Ayrıca eğitim zinciri hiyerarşisinde kız çocukları asla ihmal edilmemelidir.
Aygül Balkın:Hocam neden bazı insanlar başarılı olabilirken bazı insanlar başarılı olamıyor?Ailemizin eğitim ve ekonomik durumunun, okuduğumuz okulların, öğretmenlerimizin ve bizi biz yapan genlerimizin başarılı olmamız üzerinde etkisi olduğu söylenebilir mi?Sizce başarının sırrı nedir?
Prof.Dr. Halil Çivi:
Aygül Hanım , eğitimde başarı ya da başarısızlıklar konusuna gelince ; konuyu denetlenebilen ve denetlenemeyen süreçler olarak ele alabiliriz. Denetlenemez arızi süreçler i ( Deprem, salgın hastalıklar, sel, yangın, inanç, gelenek ve görenekler, alışkanlıklar...) bir kenara bırakalım. Denetlenebilen süreçler denilince, ailelere, devlete ,eğitim ve öğretim kurumlarına, bu kurumların sahip oldukları mali ve teknik olanaklara, her kademedeki yönetici ve öğreticilerin sahip oldukları liyakat derecelerine, ayrıca devleti yönetenlerin sağladıkları olumlu ya da olumsuz parasal ve psikolojik koşullara, bunlardan ayrı olarak da toplumun genelde eğiticilere ve bilim insanlarına bakış açılarına bakmak lazımdır. Özetlemek gerekirse:
Eğitim politikaları ne kadar tutarlı, aklı, bilimsel ve toplum ihtiyaçlarına ne kadar uygunsa.
Eğitim kaynakları, eğitim yöntem öz ve içerikleri ne kadar çağdaşsa
Eğitim kurumları mekan, laboratuvar, teknik araç ve gereçler, öğretim malzemeleri açısından ne kadar üstün donanımlı ise
Yönetim ve öğretim kadrolarına sunulan olanaklar, başta özlük hakla?ı olmak üzere, ne kadar özendirici ise
Topumun eğitime, öğretmenlere, bilim insanlarına verdikleri değer ve itibar ne kadar yüksekse
Devletin yarattığı fırsat eşitliği, devleti yönetenlerin öğreticilere ve bilim insanlarına bakış açıları ne kadar olumlu ve itibar sağlayıcı ise o ülkede başarılar bir o kadar yukarı tırmanır. Bu zincirdeki her bir aksama ve olumsuzluklar ya da tutarsızlık ve çelişkiler başarıya fren görevi yapar.
Sonuç olarak, eğitim gören bireyler açısında, eğitim koşulları veridir. Yeteneklerini, zamanlarını, yaklaşımlarını, olanaklarını doğru kullananlar ve her türlü olumsuz dış faktörlerden daha az etkilenenler daha çok başarılı olacaklardır.
Şu nokta hiç gözden uzak tutulmamalıdır. Eğitim sisteminde kazanılan girdiler eğer hayat başarısı getiremiyorsa sistemden bir şeyler aksıyor demektir.
Aygül Balkın: Kararlarımızda daha çok duygularımızın mı? Yoksa düşüncelerimizin mi etkisinde kalıyoruz? Ve bu bizim hayat kalitemizi nasıl etkiliyor?
Prof.Dr. Halil Çivi: Sayın Balkın, bu sorunuza daha kısa cümlelerle cevap vermeye çalışacağım.Duygular genellikle iç güdülerin, biyolojik dürtülerin, ihtiyaç baskılarının, bedene dışarıdan gelen olumlu ya da olumsuz uyarıcıların etkisiyle olur. Düşünme ise duygulardan farklı olarak salt beynimizin ürünüdür. Doğrudan aklımızla ilgilidir. Doğruyu yanlıştan, iyi kötüden, faydalıyı zararlıdan, haklıyı haksızdan ... ayırt etmeyi düşünerek, yani aklımızı kullanarak buluruz. Bu konuda, duygular bir uçağın kanatlarına, akıl ise motoruna yani pilot kabinini yönetmeye benzetilebilir. İkisi de birbirine muhtaçtır . Kanat olmadan uçulmaz. Ancak uçarken motorun teknik olarak yeterli olması ve pilotaj hatası yapmamak gerekir.
Başarı için duygular bize motivasyon verir. Fakat akıl ya da düşünce de ne yapılması gerektiğini söyler.
Ev sahibi konuğuna "Kavun mu istersiniz karpuz mu " diye sorunca konuk da " ikisini birden neden yemiyoruz," diye cevaplamış.
Başarı için ikisi de kaçınılmazdır. Önemli olan iki arasındaki dengeyi bulabilmektir. Aklın duyguları lüzumsuz frenlememesi, duyguların da insanı uçuruma sürüklenmesi gerekir.
Aygül Balkın:Gelişen teknolojilerin hayatımızı kolaylaştırdığı bir gerçek fakat beraberinde getirdiği sorunları düşünürsek insanoğlunu nasıl bir gelecek bekliyor?
Prof.Dr. Halil Çivi: Sayın Balkın ben bu sorunuzu teknoloji iyi mi yoksa kötü müdür diye anlıyorum. Teknoloji iyidir diyenler, elektriğin, uçağın, televizyonun, bilgisayarın, cep telefonunun... ürettiği yaşam kolaylıkları ve hıza bakarak geleceğin de daha iyi olacağını söylüyorlar. Kötü diyenlerde, atom bombasını, kimyasal, biyolojik silahları, nükleer ve konvansiyonel silahları, doğa ve çevre kirliliklerini... ileri sürüp toplumun gelecekte felakete gideceğini, hatta robotların, teknolojinin esiri olacaklarını iddia ediyorlar. Hatta görece üstün teknolojiye sahip olanların diğer ülkeler üzerinde tahakküm ve vesayet kurduklarını belirtiyorlar.
Ben bu konuda her iki görüşten yana da değilim. Teknolojinin kölesi olmaya, ya da ilkel doğal tarımsal doğal yaşama geri dönmeye olanak yoktur.
Belki akılcı yol mevcut tehlikeli teknolojileri kullanmama konusunda evrensel hukuk ve evrensel insan hakları vizyonu ile insanların yaşama hakkını asla göz ardı etmemek lazım. İnsan sağlığı, insan eğitimi ve insan refahını artırıcı teknolojilere destek vermek daha mantıklı görünüyor. Yani burada da kıvam ya da denge gerekiyor.
Teknoloji tek başına yansız (nötr) konumdadır. Teknolojiyi iyi ya da kötü yönde kullananlar. İnsanlardır. Tabanca olmasa insan insanı vurmazdı denilebilir. Fakat aynı tabanca, güvenlik güçlerince halkı zorbalar, haydutlar ve eşkıyalardan korumak için de kullanılabilir.
Aygül Balkın: Gün geçtikçe daha çok bireyselleşen günümüz insanına toplum duygusunun gelişimi için ebeveynlere, okula ve öğretmenlere nasıl görevler düşmektedir?
Prof.Dr. Halil Çivi: Aygül Hanım, Birey ve toplum ilişkileri çerçevesinde aşırı bireyselleşmenin yarattığı sorunları nasıl çözeceğimiz konusunda şunlar söylenebilir:
Sosyolojik bir evrimleşme olarak insanlar anaerkil aileden ataerkil aileye, ataerkil aileden çekirdek aileye, kırsal aileden kent ailesine, geniş aileden küçük aileye, doğru bir dönüşüm oldu. hatta Batı toplumlarında tek ebeveynli aileler bile görülmeye başladı.
Bu gelişim çizgisi içinde, bireyin de aile, çevre ve toplum içindeki yeri, konumu, tutum ve davranışları önemli değişimlere uğradı. Bireyler, iş, meslek, yerleşim yeri, eş seçme, gündelik hayattaki faaliyetler, tatiller...vb. konularda cinsiyet farkı olmaksızın daha özgür davranmaya başladılar. Sosyolojik olarak doğal gelişmeler bu yönde. Bu durum tersine çevrilemez bir olgudur. Ancak geri kalmış ya da yeterince çağdaşlaşamamış geçiş dönemi toplumlarında bireyin bağımsızlaşma ve özgürleşme istekleri yanlış, yoz, sorumsuz ve bencil bir birey tipinin doğmasına neden oldu.
Çözüm bireysel gelişmeyi önlemekte değil, bireyin sahip olduğu ya da olması gerektiği her türlü hak ve özgürlüğün getirdiği sınırları ve sorumlulukları doğru öğretmek ve içselleştirmesine katkı sunmakla mümkün. Bu konulardaki duygudaşlık (empati) yeteneklerimizin gelişmesi gerekiyor.
Aileler, eğitim politikası üretenler ( kamu kurumları bilim insanları) eğitimciler bu konuda sorumluluğu olan herkes gençlerin sorumluluk ve özgürlük dengesine dayalı doğru bireyselleşmelerine katkı sağlamalıdır.
Çözüm yine dönüp, gelip etkin ve çağdaş bir eğitim sistemine dayanıyor.
Aygül Balkın: Hayatı yeteri kadar anlayabiliyor muyuz yoksa bize ezberletilen bir hayat var onu mu yaşıyoruz? Sizce gelecek nesli bugünden hayata nasıl hazırlamalıyız?
Prof.Dr. Halil Çivi: Sayın Balkın, hayatımız tam olarak bize mi yoksa topluma mı ait. Hayatımızı tam olarak anlamlandırabiliyor muyuz?
Hayatımızın tam olarak bize ait olabilmesi için teorik olarak tam ve mutlak özgür olmamız gerekir. Bu mümkün değildi?. Örneğin uçamazsınız, çünkü biyolojik sınırlamalar vardır. Koşmada, yürümede, ağırlık kaldırmada, aç kalmada... bu sınırlamalar sizi engeller. Dinsel, ahlaki, hukuki, töresel yaptırımlar, iş ve meslek kuralları, sahip olduğunuz parasal kaynakların getirdiği kısıtlamalar, mekansal farklılıklar, cinsiyet ayrılıkları, sahip olduğunuz eğitim, diploma ve onların yarattığı statü farkları bir yığın bariyerler oluşturur.
Hatta, erkek ya da kadın, sokağa çıkmadan önce giyim tarzı, saçı, sakalı, bıyığı, makyajı, parfümü, çantası, ayakkabısı, yüzüğü, küspesi, kolyesi... Yani tüm giyim tarzı ve aksesuarı ile insan kendi vücudunu toplum sahnesine sunar. Toplumdan da beğeni,normal bir kabul hiç olmazsa kınanmama bekler.Ayrıca modacılar da sizi bir çok şeye mecbur bırakırlar. Ayıplanmaktan korkarsınız.
Bulunduğunuz mevki, makam ve statülere göre de toplumun beklentilerine uygun giyinmek ve davranmak zorundasınız. Örneğin vali iseniz halk sizden vali kimliğine uygun giyim ve davranışlar bekler.
Bu kadar ayrıntıyı niçin verdim. Bir yığın kısıtlama ve toplumsal denetimlere rağmen insanın tam olarak kendisi olabilmesi o kadar kolay değildir. Bunu ancak yaşam ustaları o da kısmen başarabilir. İnsanın başkası olmadan kendisi olabilmesi bir sanattır. Taklit ise kendi bedeninde başkasını yaşamak ve yaşatmaktan ibarettir.
Aygül Balkın:Son sorumu günümüzde ülkemizi de içine alan ve bütün dünyayı saran corona virüsü ile ilgili sormak isterim. İlk olarak1960’lı yıllarda görülen ve Çin’de başlayıp yeni yılla beraber üç ay içinde bütün dünyaya yayılan, tüm insanları eve kapatan, hayatı durma noktasına getiren ölümcül virüsle ilgili mücadele de bizleri sosyolojik, psikolojik ve ekonomik olarak neler bekliyor?
Prof.Dr. Halil Çivi: Sayın Balkın geldik son fakat üzerinde konuşulması en zor sorunuza. Corona Covid 19 virüsünün yarattığı ve yaratacağı toplumsal, ulusal, bölgesel ve küresel sorunlar demetine.
Küresel pandemi henüz atlatılamadı. Beli kırılamadı. Tüm dünya halkları, mezbahalar önündeki koyun sürüleri gibi acaba kasabın bıçağı bana da ulaşır mı korkusunu çekiyor. Bütün dünya televizyonları virüslü, hasta sayısı ve ölüm istatistikleri yayınlıyor. İnsanların çalışma ve her türlü sosyal istekleri zorunlu fiziki kısıtlamalara tabi. Mevki, makam, zengin, fakir, ırk ve cinsiyet ayrımı olmaksın herkes aynı korkular ve kaygıları yaşıyor. Herkes can ve ölüm korkusunda eşitlenmiş. Bu salgının ilacı ve aşısı yok. Zenginlik para etmiyor. Herkes bilim insanlarının çalışmalarından ilaç ya da aşı müjdesi bekliyor. Umutsuz yaşanmaz.
Dünyanın her yerinde üretim çok kısıtlandı, durma noktasına yaklaştı. Fakat, herkesin, her ferdin, her ailenin, her ürem biriminin, her devletin olağandan daha çok paraya ihtiyacı var.
Devletlerin rejimleri, görevleri, yetkileri ve sorumlulukları mercek altında. Fakirler ve emekçiler zararına zenginleşmeye dayalı kapitalist küresel düzen çatırdıyor ve sorgulanıyor. Sosyal devlet yeniden gündemde.
Yeni dünya düzeni nasıl şekillenecek.
Yeni dünya düzeninde. eski düzendeki küresel rekabet ve hatta düşmanlıklar, yerini küresel dayanışmaya bırakacak mı? İdeolojik kavgalar, din, mezhep, ırk, savaşları, deri rengi ve cinsiyet farkları önemini yitirecek mi? Uzay yarışına ve silahlanmaya ayrılan kaynaklar, ülke ve rejim farkı gözetmeksizin açlığın ve hastalıkların yok edilmesine mi harcanacak...
Şu kesin, dünya düzeni ve dengeleri artık eskisi gibi olmayacak. Gönül arzu eder ki yeni düzen insan, adalet, hukuk, demokrasi, barış, kardeşlik ve sevgi ve üretim odaklı olsun.
Aygül Balkın: Hocam değerleri görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem Nirvana Sosyal hem de okuyucularımız adına çok teşekkür ederiz.
Prof.Dr. Halil Çivi: Bana sitelerinde düşüncelerimi kamu oyu ile paylaşma fırsatı verdiğiniz için size ve başta Hasan Güneş Bey olmak üzere tüm Nirvana Sosyal Sitesi emekçilerine teşekkür ederim.
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
03 Kasım 2024 20:23
20 Kasım 2024 20:01