Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

21.yy. Eğitim Dünyasında Ortaya Çıkan Bazı Problem ve Güncel Konular Üzerine Doç. Dr. Hasan ÖZDER İle Söyleşi

Doç. Dr. Hasan ÖZDER/ Metin BEŞALTI

Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 26 Şubat 2020 01:43 - Okunma sayısı: 14.308

21.yy. Eğitim Dünyasında Ortaya Çıkan Bazı Problem ve Güncel Konular Üzerine Doç. Dr. Hasan ÖZDER İle Söyleşi

Metin BEŞALTI: Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi’nin söyleşini kabul ettiniz için teşekkür ederiz. Sayın Hocam, bu söyleşide size Türk Eğitim Sisteminde eksik görülen bazı kavram ve olgular üzerine sorular yönlendireceğiz. Öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER:  Çok teşekkür ederim. 1968 Kıbrıs doğumluyum. 1990’da Türk Öğretmen Koleji’nde lisans, 1992’de Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Programları ve Öğretim alanında yüksek lisans, 1996’da ise doktora eğitimimi tamamladım. 1998 yılından beri de Atatürk Öğretmen Akademisi ve Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde öğretmenlik formasyonu dersleri vermekteyim.

Metin BEŞALTI: Sayın Hocam, eğitimde yetiştirilmek istenen insan tipi bazı eğitimciler açısından önemli görülmektedir, Eğitimin belli bir insan tipi yetiştirmek üzerine kurgulanması sizce önemli midir? Ülkemizdeki eğitim sisteminin yetiştirmek istediği bir insan tipi var mıdır?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER:

‘‘Nasıl bir insan istiyoruz?’’ bence yanlış bir soru. Tüm insanların benzer veya aynı olmasını istemek mantıksız. Bunun yerine nasıl bir toplum istiyoruz sorusu daha yerinde olur. İstediğimiz toplumdan bireye gitmek. Daha fazla hoşgörü ve empati ile yetişen bireylerin daha huzurlu bir toplum yaratacağı açıktır. Bu nedenle öncelikle toplumun esas alınması daha önemlidir. Bugün Türkiye’de yetiştirilmek istenen insan tipinin özelliği iktidara sorun çıkarmayan olmasıdır. Bir başka deyişle La Boétie’nin dediği gibi gönüllü kul olmaları istenmektedir. Özgür ve eleştirel düşünmeden yoksun bir biçimde.

Metin BEŞALTI: Sayın Hocam, eğitim sisteminin iyi insan mı, iyi vatandaş mı yetiştirmesi gerektiği çok farklı eğitimciler arasında değişkenlik göstermektedir?  Sizce eğitim sisteminde hangisi daha önemlidir.  Ülkemizde yetiştirilmek istenen tip iyi vatandaş mı, iyi insan mıdır?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER:  Birini yerel birini daha evrensel görebiliriz. Ama sonuçta küreselleşen dünyamızda bence ikisi de birbirini tamamlar. İyi insan yani erdemli, ahlaklı birey yetiştirmek için programlar geliştirip uygulasak bu ne kadar gerçekçi veya etkili olur. Birey toplum içine çıktığı zaman okuldaki öngörülen insan modelinin toplumda onay görmediğini görecektir. Başarısız ve mutsuz olacaktır. Bugün İnternet, TV gibi kitle iletişim araçları ile istenilen yani onaylanan insan model sürekli bizlere sunulmaktadır. Esas olan bu sunumu yapan gücün kendisidir. Ona olan bağlılığımız ve bağımlılığımızdadır sorun. Eskiden hayat zordu. Bir öğrencinin hayatta başarılı olması için çok çalışması gerekirdi. Bugün hayatın zor olmasından öte hayat kötüdür. ‘Kötü Hayat’ ne demektir? Kötü hayatın özellikleri şunlardır: adalet yoktur, eşitlik yoktur, emeğe değer yoktur ve en önemlisi ‘acıma’, ‘merhamet’ yoktur. Oysaki, neredeyse her ülkedeki eğitim sistemi öğrencilerin eşitlikten, adaletten, çok çalışmaktan, merhametten, vefadan bahsetmektedir. İlginç olan ise, öğretmenler de öğrenciler de okullarda öğretilenlerin, ders kitaplarında yazılanların gerçek hayatla tutarlı olmadığını kendileri de bilmektedirler. ‘Kötü Hayat’ta başarılı olmanın yalandan, kandırmaktan, kısaca kurnazlıktan geçtiğini bilmektedirler. Bununla birlikte iktidara yakın durma, ondan güç alıp yaşama eğilimi vardır. Bugün Türkiye’de yetiştirilmek istenen insan tipi budur.

Metin BEŞALTI: Sayın hocam, 2023 Vizyon belgesinin felsefe kısmına baktığımızda pragmatist bireyler yerine varoluşçu bir nesil yetiştirilecektir denilmektedir. Mevcut eğitim sistemimize baktığımızda böyle bir nesil yetiştirebilir miyiz? Acaba varoluşçu bireyler yetiştirmek günümüz dünya şartlarında mantıklı mıdır?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER: Ben varoluşçu felsefeye göre eğitimin düzenlenebileceğine inanmıyorum. Sadece Türkiye için değil gelişmiş ülkeler için de bu geçerlidir. Özellikle eğitim durumlarının ve değerlendirme etkinliklerinin varoluşçu bir felsefeye göre düzenlenmesi pek mümkün değil. Aileler, öğretmenler, okul yöneticileri, denetmenler vb. paydaşların buna hazır olduklarına inanmıyorum. 2023 Vizyon programında aslında üzerinde durulan daha çok duyuşsal hedeflerdir.  Bu ayrı bir durum.

Metin BEŞALTI: Sayın Hocam, bizim eğitim sistemimiz bilindiği üzere ulusal bir programa sahip kimi araştırmalarda ülkemize bölgesel programın daha uygun olacağı tezleri öne sürülüyor. Sizce bizim eğitim ve öğretim programlarımız bölgesel olmalı mıdır?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER Uzun süre Türkiye’de yaşadım. Sürekli bir iç göçün yaşandığı bir ülke. Sadece bölgesel düşünmek bile yeterli değil. Bir sınıftaki öğrenciler bile çeşitli bölgelerden gelebilmektedir. Bu durumda bölgelere göre değil ama öğretmenlere daha esnek programlar vermek daha mantıklı olur. Çok kültürlü eğitim programlarının uygulanması gerekir. Aynı zamanda öğretmenlerin de bu yönde yetiştirilmesi gerekir.

Metin BEŞALTI: Sayın Hocam bazı eğitimcilere göre, eğitim sistemimizin özellikle ortaokul ve lise düzeyinde sınav odaklı olduğu savunulmaktadır. Sınav odaklı eğitimin öğrencileri hayata hazırlamadığı savunulmakta, 21. Yy. becerileri noktasında yetersiz bir insan unsurunun yetiştiği öne sürülmektedir. Sizce eğitimimiz sınav odaklı mı? Eğer sınav odaklı ise bu eğitim çağı kaçırmamıza neden olabilir mi?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER: Sınav merkezli bir eğitimi birçok eğitimci onaylanmamaktadır. Ben aksini düşünüyorum. Sınavlar sadece ölçme amaçlı değil. Öğretimi düzenleme yani öğretimin niteliğini arttırma yönünde de kullanılmalıdır. Öğrencilerin programdaki hedeflere ne derece ulaştıklarını belirleyip puan verme yerine hangi hedeflerde ne gibi geri kalmalar olmuş ve neden olmuştur bunları bulmak daha önemlidir. Tekrar öğretim yapıp eksik öğrenilmiş hedeflerin daha etkili öğretim stratejileri ile tamamlanması öğretimde niteliği artıracaktır. Hızlı öğrenen öğrenciler için de zenginleştirilmiş etkinliklerin düzenlenmesi gerekir. Ama her şeyden önce öğretmen yetiştirme programlarının bu mantık üzerine oturtulması önemli.

Metin BEŞALTI: Sayın hocam son yıllarda başta Finlandiya olmak üzere birçok ülkeden bazı yenilikler eğitim sistemimize getirilmekte veya getirilmeye çalışılmaktadır. Fakat bazı eğitimciler bu yeniliklerin, gerek tarihi olsun gerek sosyolojik olsun ülkenin sahip olduğu altyapının buna uygun olmadığını dahası altyapı ve toplumun gerçeklerine aldırış edilmeden bunların uygulandığı savunulmaktadır. Sizce bu görüşlerin haklılık payı var mıdır?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER: Elbette vardır. Her ülke eğitim sistemini kendi kültürel gerçeğine uygun kurmak zorundadır.  Yani o ülkenin siyasal, toplumsal ve ekonomik özellikleri esastır. Finlandiya homojen bir toplum yapısına sahip olmakla beraber bölgeler arası sosyo-ekonomik düzeyin eşit olduğu bir ülkedir. Oysa Türkiye’de böyle bir durum yok.

Metin BEŞALTI: Sayın hocam gelişen ve değişen çağa uyum sağlamak için eğitim programlarını yeniden düzenlemek çok önemli bir eylemdir. Fakat bu değişimlerin genel itibarıyla çağın gerekliliklerini yakalamanın yanında bazı grupların ideolojilerine göre düzenlenmeye çalışıldığı savunulmaktadır. Eğitimin belli grupların ideolojilerine göre düzenlendiğini düşünüyor musunuz? Sizce eğitimde ideolojiler olmalı mı?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER: Eğitim ideolojik kurumdur. Bazı eğitimciler ‘‘eğitim devlet politikası doğrultusunda olmalıdır’’ demektedirler. Yani demek istedikleri eğitim siyaset üstü veya dışı bir kurum olsun. Ben bu görüşe katılmıyorum. Eğitim her zaman bir siyasi erkin denetimindedir. Althusser’in dediği gibi eğitim devletin ideolojik bir aygıtıdır. Devlet, ona gönüllü biçimde kul olacak bireyler yetiştirmek ister. Aksi durumda onu (devleti) yıkacak veya zayıflatacak birey yetiştirmesi onun intiharı olur. Bu nedenle devlet eğitimi süslü ve parlak kavramlarla donatıp bizleri kandırmakta. Yapılandırmacılık, öğrenci merkezli eğitim, çoklu zekâ vb. tüm bunlar göz boyamadır. Daha özgürlükçü bir eğitim mümkün mü? Bugün eğitim sistemimizde yer alan ritüellerden öğretmen davranışlarına veya sınıf içindeki öğrenci davranışlarına kadar her şey bir kalıp şeklinde dayatılmaktadır. Bunları ideoloji dışında tutmak mümkün mü? Eğitim tanımı içinde yer alan ‘istendik’ sözcüğü tamamen ideolojiktir. Kim istiyor? Ne istiyor? Ders kitaplarında neler olmalıdır? Kitaplarda yazılanlara karşı çıkmak mümkün mü?

Metin BEŞALTI: Sayın Hocam, ülkemizde yükseköğretimin farklı alanlarından mezun olan birçok birey iş bulamamakta, bu durum eğitimi bir işsiz oluşturma mekanizmasına dönüştürmektedir.  Hatta bu sebepten dolayı dışarıya yoğun bir yetişmiş insan nüfusu da vermekteyiz.  Sayın Ziya Selçuk’un da ifade etmiş olduğu üzere meslek liseleriyle bu mesele çözülebilir mi?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER: Hayır çözülmez. Sayın Bakan’ın yakın bir tarihte yaptığı açıklamada herkes üniversiteli olmasın yönünde idi. O zaman sormak gerek: Kimler üniversiteli olmasın? Sonuçta üniversiteye gidemeyip meslek lisesinden sonra ara eleman olarak hayata atılacak olan sosyo-ekonomik düzeyi düşük ailelerin çocuklarıdır. Zaten bir ayrım söz konusu. Planlama yapalım derken ayrımı daha da sağlamlaştırmış olacağız. Bourdieu’nin dediği gibi sistem kendini yeniden üretecek. Eğitimin önemli sorunu planlama değil üretimdir. Üretim ve kimlik ilişkisi içinde aramak gerekir. Bugün sosyo-ekonomik düzeyi düşük bireyler aşağıdan yukarıya doğru toplumsal hareketliliğini üretimle değil bir siyasi, dini vb gruplara yaranarak yapmaktadır. Bunu yaparken kimliğini de böyle geliştirir. Üretim olmadan sağlıklı bir kimlik gelişimi de olmaz.

Metin BEŞALTI: Sayın hocam son olarak genel bir soru ile bitirmek istiyorum: Ülkemizin program geliştirme noktasında gelişmiş ülkelerin seviyesine ulaşması bakımından mevcut programı yeterli görüyor musunuz? Eğer yetersizlikleri varsa bunlar nasıl çözülebilir?

Doç. Dr. Hasan ÖZDER: Program geliştirme konusu iki açıdan ele alınabilir. Birincisi Türkiye’de program geliştirme uzmanlarının yetiştirilmesi. Benim dönemimde lisans düzeyinde idi. Bugün lisansüstü düzeyde yapılmakta. Bu doğru bir karar. Bence program geliştirme uzmanları üç boyutta çok iyi yetişmeleri gerekir. Bu boyutların alan bilgisi (konu alanı ve program geliştirme bilgisi), araştırma teknikleri ve sosyoloji ile antropoloji bilgisi olması kaçınılmazdır. Türkiye’de sosyoloji ve antropoloji boyutu eksik diye düşünüyorum. Oysa her program o ülkenin toplumsal gerçeklerine göre geliştirilmelidir. Bu Tyler modelinde de var. Öğrenmeye ve psikolojiye büyük önem veriliyor ama sosyoloji boyutu zayıf. Diğer taraftan program geliştirme çalışmaları özellikle 2005 yılından beri gayet iyi yapılmaktadır. Ama önemli olan öğretmenin programa bağlılığı konusudur. Öğretmenin programı benimseyip uygulaması veya o programın her bölgede aynı biçimde uygulanması önemli bir sorundur. Öğretmen eğitimi ile program geliştirme çalışmaları paralel olmalıdır. Programın uygulayıcısı nihayetinde öğretmen. Finlandiya başarısını öğretmen yetiştirmeye borçlu. Türkiye program geliştirme çalışmalarını merkezi olmaktan çıkarmalı ve öğretmenin daha esnek davranması için şans vermeli. Ama öncelikle bu konuda öğretmenlere yönelik gerek hizmet öncesi gerekse hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmesi şarttır.

Metin BEŞALTI: Sayın hocam, vermiş olduğunuz bilgilerden ötürü çok teşekkür ederim; sağlıcakla kalın esen kalın!

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Eğitim Bilimleri Yazıları