Prof. Dr. Zehragül AŞKIN
Kategori: Felsefe-Mantık - Tarih: 21 Şubat 2020 01:16 - Okunma sayısı: 3.968
Felsefenin diğer bilme etkinlikleri ile olan ayırımında daha ilginç, daha değerli ve hatta daha eğlenceli bir yol olmasının nedeni yaşamın anlamını daha kapsayıcı, bir şekilde sorgulamasında temellenir. Öyle ki bu sorgulama tüm imlemlerin kendisinden tek tek beslendiği insani tutum ve tarzlarının çok çeşitliliği için de bir zemin oluşturur. Bu çeşitliliğe ait olan insan, aynı zamanda bu çeşitlilik içindeki kendi olmaklığının farkında olan bir varlık olarak anlam sorunsalına tutunur. Bu noktada kendisini büyük bir özleme eşlik ede, saygı ve sevgi ile andığım hocam Prof. Dr. Uluğ Nutku'nun düşüncelerinin yanına geliriz. ”Dünyanın anlamı, anlamın, kendiliğinden dünyada gerçekleşmemiş olmasıdır ”Uluğ Hoca’mın bu sözü, anlamın varlık tarzının, yalnızca insan için olduğu ve dünyanın kendi içerisinde bir anlama sahip olmadığı anlamına gelir. İnsan, kendi varlığını sürdürebilmek için yaşamını anlamlı kılmak zorundadır. Dünyaya anlam katan insan, bu bağlamda anlamı, bazen sahip olmak istediği bazen de sahip olduğu sağlık, toplumsal statü, eşya gibi şeylerle eşleştirir. Bu tür şeylere ulaştığında ise bu şeylerin, daha az istenir hale geldiğini görür. Aslında bu görünürlülük, felsefe adına çok açık bir mesaj taşır. Söz konusu mesaj, yaşamın anlamının, yaşamdaki şeylere yönelik sahip olma isteğinden özsel anlamda çok farklı ve derin bir farkındalığa diyesi bilgelik sevgisinden doğan hakikat arayışına dayanmasıdır. Tıpkı felsefenin doğum yerinden günümüze kadar süregelen uzun tarihsel sürecinde, başını Thales'in çektiği ve kendilerini hakikat sorgulamasına adayan Pre Sokratik (Sokrat öncesi) düşünürlerin, bir yaşam tarzı olarak felsefeyi, "anlam"ı arama ve sorgulamada değerli bir öğe olarak görmesi ve göstermesi gibi.
Felsefe tarihine yön veren düşünürler, Nedir Felsefe? Ne yapar Felsefe? Ne işe yarar Felsefe? gibi felsefenin Quititas'ına (neliğine) ait sorularının, aynı zamanda anlam soruları olduğunun, altını çizmişlerdir. Söz konusu sorular, yaşamın anlamını soran ve sorunsallaştıran sorular olarak, şeylerin bilgisini temellendirme edimimize yön verir; alışkanlık, rutin ve ezberlerimiz üstüne bizi düşündürür ve eleştirel-yaratıcı düşünceye bizi isteklendirerek irademizi doğru-iyi ve güzel olana bağlamamızda üzerinde yürüyeceğimiz yolu gösterir. Öyle ki bu yolda felsefe, değer yargılarını kurma biçimimize müdahale ederek değer yargılarının nasıl oluştuklarına ilişkin anlayışımızı geliştirirken gündelik yaşamdaki soru ve sorunlara ilişkin tepkimizi derinleştirir.
Bu noktada felsefenin neliğine ilişkin yapılacak bir sorgulamada Alfred North Whitehead'in tüm "Batı Felsefe Tarihi"nin Platon'a düşülmüş bir dipnot olduğuna ilişkin sözü rasyonal-seküler düşüncenin babası olan Thales'e uygulanabilir. Şimdiden geriye doğru kronolojik bakışta, yaklaşık iki bin yedi yüz yıllık uzun bir geçmişe sahip olan felsefenin öncelik ve sonralık sıralamasında sıfır noktasını temsil eden Thales, yaşamın hizmetine sunduğu sorgulayıcı eleştirel düşünme etkinliği ile felsefenin quititas’ını belirleyen ilk düşünürüdür.
Tarihsel kaynakların bize aktardığı üzere felsefe İ.Ö. 6.asırda İonya'da diyesi bugünkü İzmir; Efes'de mitos ve geleneğin çizmiş olduğu mitolojik dünya görüşünün sarsılması ve yerine us ve gözleme dayanan felsefi dünya görüşünün geçirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Tarihsel açıdan felsefenin doğum yerine karşılık gelen bu dönemde, genel onay görmüş felsefe tarihi kitaplarının, felsefenin kurucu babası olarak bize tanıttığı Thales, mitolojik düşünceden felsefi düşünceye geçişi gerçekleştiren ilk düşünürüdür. Bu bağlamda Thales'in felsefenin quititas’ı açısından önemi, evrenin oluşumuna ilişkin yunan mitolojisinden aldığı mitik ve dini öğeleri metafizik kılıfından sıyırıp elemesi diyesi rasyonelleştirmesi ve gerçekliği algıda kavramasıdır. Bu açıdan Miletoslu Thales, kendisinden yaklaşık 2400 yıl sonra, Aydınlanma düşüncesinin mimarı olan Kant'ın "Spare Aude!" (Aklını kullanma cesaretini göster!) mottosunu yaşama geçirerek günümüz felsefe tarihçileri tarafından Grek mucizesi olarak nitelendirilen Antik Yunan aydınlanmasını gerçekleştirmiştir. Nitekim, Presokratik dönemim ilk düşünürü Thales’in, içinden geldiği mitolojik gelenek ile arasına mesafe koyması ve evreni ussal, laik süreçler ile açıklamasıyla, mitolojik dünya görüşü geri çekilmiş ve yerini gözleme dayanan rasyonel ve sorgulayıcı bir düşünce etkinliği olarak felsefeye bırakmıştır. Bir etkinlik olarak felsefenin doğum yerine karşılık gelen ve Thales tarafından gerçekleştirilen bu düşünsel dönüşüm daha sonra felsefenin alanını, kapsamını ve sınırını belirlemede belirleyici olmuştur. Öyle ki, bu noktada Thales'in evrenin oluşumuna ilişkin yaptığı gözleme dayalı maddi açıklamaları yalnızca felsefenin tanımına yapmış olduğu katkıyla sınırlı kalmamış aynı zamanda, evreni ve doğayı insanlara tanıdık gelen maddi süreçlerle açıklamış olması felsefenin geniş halk kitleleri arasında yayılmasıyla ve günümüzde felsefenin bir İon (batı Anadolu) dehası olarak nitelendirilmesiyle sonuçlanmıştır.
Thales’in felsefenin quititas’ına katkısı bağlamında diğer bir önemi, Sokrates öncesi düşünürler ile birlikte felsefenin üzerinde yürüyeceği temel kavram çatılarını felsefeye armağan etmiş olmasıdır. Varlığın doğası, yapısı ve kaynağına ilişkin sorular bilindiği gibi felsefe tarihinde Aristoteles tarafından Varlığın ilk ilke ve nedenlerinin araştırılmasının bilimi olarak nitelendirdiği Prote Philosophia’nın (İlk felsefenin) görevidir. Aristoteles, Prote Philosophia kavramıyla felsefenin doğum yerinde Thales ile başlayan ve yedi bilge olarak nitelendirilen düşünürleri içine alan döneme işaret etmiştir. Aristoteles’in temel iddiası,Thales’in başını çektiği söz konusu düşünürlerin nedensel sorgulamaya dayalı gözlemlerinin doğal bir bilme etkinliği olan felsefeyle taçlandığıdır. Merak, gözlem, deneyim ve aklın başarılı bir şekilde bir araya getirildiği bu eleştirel, sorgulayıcı ve açıklayıcı düşünme biçimi, mitolojik düşünce ile ayrımında doğal fenomenlerin yine doğal fenomenlerden hareketle açıklanmasına dayanıyordu.
Bu noktada Thales’in yapmış olduğu devrimi anlamak açısından yanlış anlaşılan önemli bir noktayı ayakları üstüne oturtmak gerekir. Mitolojik düşünce ile felsefi düşünce arasındaki ayrıma baktığımızda mitolojik düşünce geleneğinin insanlık tarihinde felsefe ve bilimlerin kapladığı zaman sürecinin toplamından (yaklaşık 2620 yıl) çok daha uzun bir geçmişe sahip olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda aynı türün üyesi olarak bizler, insan düşüncesinin farklı bir anlatımı olan mitolojiler aracılığıyla da tarihsel kökenlerimize bakma olanağını buluyoruz. Mitolojiler, olgularla yetinmeyen insan zihninin olgular üzerine çıkan ve sınırsızca çalışan imgelem yetisinin prodüktif (üretici) tasarımlarının bir ürünü olsa da salt bir kurgu, masal olmaktan öte kültürel bağlamda çok daha fazla bir gerçekliğe ve işleve sahiptirler. Bu nedenle tüm mitolojiler, sadece içinden doğdukları antik toplumların kutsal olan ile kurmuş olduğu ilişkide değil; daha da fazlası doğa ve toplumsal yaşam ile kurmuş olduğu pratik yaşam ağında değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede mitolojilerin, içinden geldikleri toplumların inanma biçimleri oldukları kadar gelenek ve görenekleri, sanatları, ahlak, adalet ve hukuk anlayışlarını da içine alan yaşam biçimleri oldukları görülür. Yunan mitolojisinde doğa, toplum ve insan üçgenindeki fenomenler, doğrudan Tanrılarla olan ilişkisinde açıklansa da bu açıklamaların gerisindeki temel motif, doğayı denetim altına almak için yaşanılan gerçekliğin tabiat olaylarına ve varlıklarına kişilik verme suretiyle anlamlandırılma çabasında temellenir. Bunun yanında diğer dünya mitolojilerinde olduğu gibi Yunan mitolojik düşünce geleneğinde de "us" tamamen ret edilmese de pratik ve entelektüel yaşam dini bir niteliktedir. Yani, gündelik yaşam pratiklerinin üstü nesilden nesile aktarılan gelenekselleşmiş dini-ahlaki ritüel ve seronomiler ile örtülüdür. Burada Mitolojik düşünce ile felsefi düşünce arasındaki ayrımda dikkat edilmesi gereken nokta, bir düşünce de felsefi unsurların olmasının ayrı bir şey, bir düşüncenin başlı başına felsefi bir içerime sahip olmasının ayrı bir şey olduğudur. Mitolojilerin gerisindeki pratik yaşamın gereksinimleri tarafından biçimlendirilmiş geleneksel yapının temel özelliği eleştirel ve sorgulayıcı düşünceye kapalı olmasıdır. Oysa, felsefe adını verdiğimiz bilme etkinliğinin temel varlık tarzı sorgulayıcı ve eleştirel olmasıdır. Rasyonel ve seküler bir bilme etkinliği olarak felsefenin mitolojik düşünceden bir kopuş olduğu ve Thales’in ‘de bu kopuşu gerçekleştiren diyesi, pasif gözleme dayalı rasyonel bir söylem geliştiren ilk düşünür olduğu argümanı da kanımca tam da burada temellenmektedir.
Bunun yanında Felsefenin quititas’ına ilişkin yapacağımız saptamalarda gözden kaçırılmaması gereken nokta Thales’in, felsefe adını verdiğimiz sorgulayıcı eleştirel düşünce yönteminin tarihsel başlatıcısı olmasına rağmen Yunan mitolojik düşünce geleneği tarafından biçimlendirilen bir dünyaya gözlerini açan bir düşünür olduğudur. Bununla birlikte O, içine fırlatıldığı mitolojik geleneğin “Tanrılar öyle istedi” yanıtının biçimlendirdiği evren tasarımıyla yetinmeyerek, kendisi ile arasına mesafe koyduğu söz konusu geleneğin dünya görüşüne meydan okumuştur. Öyle ki Thales, kosmoz'un (evrenin) ve physis'in (doğanın) maddesel-doğal süreçlere dayanan yapısını sırtını Yunan Tanrı Panteonuna dayamadan açıklayan ilk düşünürüdür. Thales’in dehası, günümüzdeki bir doğa bilimcinin deney yapma nosyonuna -teknik alet ve araçlarına- sahip olmasa da, "doğanın doğasına” ilişkin yapmış olduğu gözlemsel ve rasyonel araştırmalarda temellenir. Thales’e ilişkin Platon, Theaitetos Diyoloğu’nda Onun, çok hevesli bir şekilde gökte neler olup bittiğini anlamak için yıldızlara bakarken önündeki çukuru göremediğini naklederken yaşam tarzı ile sophon’a örnek oluşturan yedi bilgeden biri olduğunu belirtir. Felsefi açıdan Thales'in görüşünün yarattığı etki ve önem, bütün varlıkların kendisinden çıktığı birleştirici tek bir madde arayışına girmesinde temellenir. Thales’in önemi kendisini duyularımıza bir çokluk olarak sunan oluşu görmemezlikten gelmemesi ve dış dünyaya açılan pencerelerimiz olan duyularımızdan hareketle physis’i temellendirmesidir. Thales ve seleflerinin felsefe tarihi kitaplarında "doğa düşünürleri" olarak nitelendirilmelerinin gerekçesi, doğayı doğadan hareketle ve doğal- maddi süreçlerle açıklamalarıdır. Bu nedenle Thales ve seleflerine "fizyofologs" denilebilir.
Thales'in seleflerini oluşturan Antikçağ'daki tüm Pre Sokratik düşünürler diyesi fizyofologslar, duyularımıza oluş olarak kendisini sunan hetorojen yapının;çokluğun gerisindeki birleştirici homojen'liği;birliği aramışlardır. Bu noktada da doğadaki çokluğun gerisindeki birleştirici birlik olarak hem başlangıçta bulunan kozmik ilke (ursprung) hem de doğadaki her şeyin kendisinden meydana geldiği ilk ontolojik ilkeye; maddeye (urstof) karşılık gelen "Arkhe" tanımına bir yanından tutunmuşlardır.Dış dünyaya açılan pencerelerimiz olan duyularımıza kendisini bütününde oluş ve bir çokluk olarak sunan doğal varlık alanını, anlama ve anlamlandırma çabasında Arkhe kavramını icat eden Thales, onun su olduğunu söylemiştir. Bu noktada Thales'in felsefe tarihi açısından öneminin daha açık ve seçik bir bilgiye dönüştürülmesi açısından yanıtlanması gereken soru öncelikle onun neden her hangi başka bir maddesel elementi değil de su'yu evrenin arkhesi olarak seçtiğidir?
Thales'i evrenin ana maddesinin su olduğu düşüncesine götüren nedenin ne olduğu sorusuna yanıt aynı zamanda dogsografik yöntemi yani kronolojik olarak kendisinden önce gelenlerin görüşlerinin betimlenerek yorumlanmasını içeren yöntemi felsefeye taşıyan Aristoteles'den gelmektedir. Aristoteles'in "Metafizik" adlı eserinde söylediği gibi, ilk felsefe (prote Philosophia) bütününde varlığın ilk nedenlerinin ve ilk ilkelerinin araştırılmasının bilimidir. Bu tanıma uygun olarak en çok bilgeliğe layık bilgi formu felsefedir. İlk nedenler ve ilkeler üzerine kafa yoran ve araştırma yapan kişi ise filozoftur. Bu durumda Aristoteles'e göre bilgeliğe layık ilk bilge kişi Thales olmaktadır. Thales'i evrenin ana maddesinin su olduğu görüşüne götüren neden ise iyi bir doğa gözlemcisi olmasıdır. Thales’in gözlemleri onu, çokluğun kendisinden çıktığı temel nedenin su olduğu görüşüne yönlendirmiştir. Çünkü O, her tohumun ıslak bir doğası olduğunu gözlemledikten sonra her şeyin kökeninin su olduğunu söylemiştir. Thales'in varolan her şeyin su’dan oluştuğuna ilişkin iddiası mitolojinin hikayeleştirilmiş simgesel betimleyici açıklamalarının ötesine geçmek için felsefe adına önemli bir adımdır. Diğer yandan Aristoteles'in de belirttiği gibi yaşamın ve yaratılışın su'dan meydana geldiği argümanı dünya kozmolojilerinde kullanılan yaygın kollektif bir tasarımdır. Öyleyse Thales'in evrenin arkhe’sinin su olduğu iddiasının orjinalliği ve daha sonra felsefe tarihinde yarattığı etki nerede aranmalıdır?
Şimdi, Thales, “evrenin arkhesi su’dur” diyor, biz buna felsefe diyoruz. Thales’ten yaklaşık üç yüz yıl önce yaşamış Homeros geliştirmiş olduğu kozmolojisinde evrenin ana ilkesinin su olduğunu söylüyor; biz buna mitoloji diyoruz. Öyleyse buradaki ayırıcı düşünce nedir? Neden Thales’in su yanıtı ile felsefeyi başlatıyoruz da Homeros'un su yanıtı ile felsefeyi başlatmıyoruz? Soruyu dünya mitolojilerinin kozmolojisine sırtımızı dayayarak genişletebiliriz. Evrenin ve evrendeki çokluğun su’dan başladığına ilişkin düşünce diğer antik kültürlerin mitosları tarafından da paylaşılır. Gerek Antik Mısır mitosunda gerekse Sümer yaratılış mitosunda evren su’dan yaratılmıştır. Antik Mısır mitolojisinde başlangıçta evren kaos'un karanlık kara suları ile doludur. Tanrılar hiyerarşisinde ilk Tanrı olan Ra her sene Antik Mısır'ı Nil'in sularından yeniden yarattığı gibi evreni de kaos'un kara sularından yaratır. Daha sonra Ra'dan şu (hava) ve Tefnut (nem), Şu ve Tefnut'tan da Nut (hava) ve Geb (toprak) yaratılır. Şu ve Tefnut karanlıkta gezerken kaybolunca Ra gözlerini aramak için onların peşi sıra gönderir ve bulunca da sevinç gözyaşları döker. Böylece Antik Mısır mitolojisinde kaos'un kara sularından evren, Ra'nın sevinç göz yaşlarından ise tür olarak insanlık meydana gelir. Sümer yaratılış söylencesinde ise Başlangıçta mısır mitolojisinde olduğu gibi (kökeni ve doğuşu hakkında bir şey söylenmeyen) Sümerlerin her zaman varmış gibi düşündükleri ilksel deniz ve ilksel denizle kişileştirilen tanrıça Nammu vardır. Evren başlangıcı ve sonu olmayan ve hep var olan ilksel kozmik deniz Tanrıça Nammu ve onun tarafından yaratılan kozmik dağdan meydana gelir. Yunan mitolojisinin babası olarak nitelendirilen Hoseidos'a göre de Mısır ve Sümer yaratılış söylencelerinde olduğu gibi evren doğum su'dan başlar. Dünya başlangıçta okenaos içinde yüzen bir kara parçasıdır.
Bu noktada sorumuzu tekrarlayabiliriz. Antik Yunan mitolojisinin evrenin ilk ilkesinin su olduğu yanıtına mitoloji, Thales'in evrenin Arkhe'sinin su olduğu yanıtına ise felsefe diyoruz . Neden felsefeyi Hoseidos'un yanıtı ile değil de Thales'in yanıtı ile başlatıyoruz? Burada ki ayırıcı düşünce felsefenin quididas'ına yönelik sorgulamamızda üzerinde yürüyeceğimiz yolu bize sunmaktadır.
Felsefeyi ve felsefi düşünceyi, physis’in arkhesinin su olduğunu söyleyen Thales’in yanıtı ile başlatıyoruz. Çünkü, Tüm mitolojik anlatımlar neden ve gerçeklik yani Tanrı ve evren arasındaki ilişkiyi betimlerler fakat neden sorusuna yanıt vermezler. Mitolojiler'de sadece olanın nasıl olduğuna ilişkin hikayeleştirilmiş bir betimleme vardır. Bu nedenle tüm mitolojiler neden sorusuna diyesi rasyonel analitik düşünce ve çözümlemeye kapalıdır. Oysa, Thales neden sorusuna yanıt vermektedir. Gerçekliğin gerisindeki işleyişi nedensel olarak açıklamakta ve çözümlemektedir. Burada yargılayıcı davranmıyoruz. Thales'in mitolojik dünya görüşü karşısındaki başarısını kavramak için felsefi ve felsefi olmayan düşünce tarzları arasındaki kavrayışı belirgin hale getirerek anlamaya çalışıyoruz. Günümüzdeki tek Tanrılı dinlerin de ataları olan mitolojilerin kökenindeki davranış doğadaki olay ve oluşumları Tanrı ve ya bir Tanrılar panteonuna bağlamaktır. Oysa Thales, evrenin ana maddesi nedir? sorusunu sorarken herhangi bir aşkın güce referansta bulunmadığı gibi doğayı, yine de doğanın kendisinden hareketle açıklamaktadır. Onun için, her şeyin kendisinden çıktığı ve her şeyin sonunda kendisine döndüğü unsur su'dur.
Öyleyse Thales’in su yanıtının felsefe tarihinde yarattığı etkinin nedeni tüm varlıkların kökeninin su olduğuna yönelik kesin hükmü yanında iddiasının rasyonel ve sistematik temellendirilişinde aranmalıdır. Çünkü varolan her şeyin maddesel temeli su’dur diyen Thales'e göre " her şey Tanrılarla da doludur" (Aristoteles 1.3.98 3b). Birbirini dışlayan ve birbirine indirgenemeyen bu iki argüman nasıl uzlaştırılabilir? Uzlaştırmanın ilk yolu, su ve Tanrılık kavramlarını özdeş saymak ve kozmolojik Tanrı olarak su Tanrısının; Poseidon'un her şeyin arkasındaki kapsayıcı ilk yaratıcı ilke olduğunu düşünmektir. Bu durumda Thales'in evrenin ana ilkesinin Poseidon olduğunu söylemesi gerekirdi. Bu Thales'in içine doğduğu yunan mitolojik dünya anlayışı açısından da makul bir yanıt olurdu. Çünkü Thales, neden sorusuna verdiği yanıtla felsefe adını verdiğimiz etkinliğin başlatıcısı olması bakımından felsefe tarihinin o noktasına karşılık gelmekteyse de o yunan mitolojik dünya görüşünün biçimlendirdiği bir sosyolazisyon ağına gözlerini açmış bir düşünürdü. Oysa tüm felsefe tarihçilerinin genel onay vereceği gibi felsefe, mitolojik yunan düşüncesi ile olan ayrımında Yunan aydınlanmasını gerçekleştiren Thales'in, sağduyunun bize deneyim olarak sunduğu doğayı algıda temellendirmeye çalışması girişiminin bir sonucudur. İkinci yol, Tanrısallığı suya indirgemektir. Bu Thales'in düşünceleri çerçevesinde daha doğru ve makul olanıdır. Çünkü felsefenin doğum yerinde
Thales'in "ti estin?" sorusunda dile gelen gerçek, epistemolojik bir içerimden daha çok ontolojik bir içerime sahiptir. Thales'in sorusu bilen ve bilinen şey arasındaki ilişkide temellenen ve bilme yetilerimizin sorgulanmasını talep eden ve bu bağlamda bilme yetilerimizin kapsam ve sınırının araştırılmasına hizmet eden bir sorgulama değildir. Thales, ti estin? sorusuyla duyularımıza kendisini bir çokluk olarak açan bütününde varlık alanının quititas'ını (neliğini) sorgulamıştır. Bu bağlamda Thales, bize kendisini oluş olarak sunan şeylerin olmasının yani varlığa gelmesinin ve kendisini açığa çıkararak olagetirmesinin ne anlama geldiğini sorgulamıştır. Böylece Thales, suyu tanrısallaştırmamış tam aksine Tanrıyı suya indirgemiştir. Çünkü ne Thales'de ne de Antikçağ düşünce geleneğinde varolan şeyleri ex nihilio' dan (yoktan) yaratan şahsi bir Tanrı'nın izlerine rastlanmaz. Bu nedenle Thales, her şey Tanrılar ile dolu derken gerçek anlamda Tanrılara değil suyun canlıcılık (zoist) özelliğine vurgu yapmıştır. Suyun doğal varlık alanında yaşam için vazgeçilemez önemini keşfederek varlığın gerisindeki ilk neden ve ilkenin su olduğunu söylemiş tam da bu noktada varolanların çokluğu ile özdeş saydığı oluşu açıklama çabasında, quititas'ını su olarak belirlediği bir arkhe tanımına tutunmuştur. Bu bağlamda Thales’in düşüncesinin yarattığı etki, gerçekliğin maddesel ve monist bir yapıda olduğuna vurgu yapmasında aranmalıdır.
Şimdi buraya kadar özetlersek Thales'in felsefe tarihi açısından önemi:
1. Felsefenin ve yedi bilgenin babası olarak mitolojik düşünceden felsefi düşünceye geçişi gerçekleştirmiş olmasıdır.
2. Mitolojilerin kökenindeki davranış olan doğa olaylarını doğa üstü güçlere bağlamak yerine doğayı yine de doğadan hareketle açıklaması ve daha sonra Demokritos tarafından geliştirilecek özdek kavramını felsefeye kazandırmasıdır.
3. Bu nokta da neden sorusunu sorarak bakışınn yönünü doğal varlık alanının bütünü ile özdeş saydığı oluş alanına yönlendirmiş olmasıdır.
4. Daha sonra Elea Okulu düşünürleri ve Yunan İdealizmi tarafından üstünün örtüleceği gibi çokluğu görmezlikten gelmeyip tam tersine çokluğun olduğu real varlık alanından hareket
5. Evrendeki değişim ve oluş olgusunu açıklayabilmek için dış dünyaya açılan pencerelerimiz olan duyularımızdan hareket etmesi ve maddesel bağlamda açıkladığı Arkhe kavramını felsefeye kazandırmış olmasıdır.
6.Böylelikle Aristoteles'in Metafizik adlı kitabında prote philosophia'nın "on he on"un bilimi olduğu iddiasına zemin hazırlamış olmasıdır. Arkhe problemi felsefi açıdan has bir ontolojik problemdir. Çünkü “çoklukta birlik” sorunsalına yanıt
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
03 Kasım 2024 20:23
20 Kasım 2024 20:01