Tezli yüksek lisans, öğretmen atamasında ön koşul olmalı
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 04 Şubat 2020 17:59 - Okunma sayısı: 4.163
Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Özbaş, akademisyenlerin ciddi katkı sağladığı nirvanasosyal.com sitesi için yapılan söyleşide eğitimin ve öğretmenlerin sorunlarına ilişkin görüşlerini aktardı.
Türkiye’nin nicel açıdan yeterli öğretmen potansiyeline fazlasıyla sahip olduğunu atama bekleyen binlerce öğretmen adayının varlığının gayet açık bir şekilde ortaya koyduğunu vurgulayan Prof. Dr. Özbaş, “Türkiye, hala daha karşılayamadığı ‘nitelikli’ öğretmen ihtiyacını; sahip olduğu potansiyel öğretmen adayları arasından nesnel ve objektif ölçütlerle yapabileceği sınavlar aracılığıyla kolaylıkla karşılayabilir. Ancak Türkiyemizin öğretmenlik mesleği açısından asıl ihtiyacı olan şey daha fazla niteliktir. Nitelikli öğretmen ihtiyacı ile ilgili en önemli koşullardan biri, öğretmen adaylarının alanlarında tezli yüksek lisans derecesine sahip olmasıdır” diye konuştu. Özbaş, bu nedenle Türkiye’nin 2020-2021 öğretim yılından itibaren hızlıca alanında tezli yüksek lisans derecesine sahip öğretmen atama sürecine geçmesini de önererek, “Bu bağlamda, öncelikle okulöncesi eğitim ile sınıf öğretmenliği branşlarında tezli yüksek lisans derecesine sahip olmanın ön koşul haline getirilmesi önemlidir. Ardından diğer branşlarda da öğretmen atamalarında tezli yüksek lisans derecesinin ön koşul haline getirilmesi gerekir” şeklinde konuştu.
Ortaöğretimde öğrencilere verilen “örgün eğitimden çıkarıp açık liseye sevk” cezasının ortaya koyduğu büyük çelişkinin de altını çizen Özbaş, “Öğrencilerin yalnızca akademik gelişimlerinin dikkate alınıp diğer gelişim alanlarının (duyuşsal, davranışsal) ihmal edilmesi çok önemli bir eğitim problemidir. Şu durumu çok üzülerek belirtmek isterim ki maalesef okullarımız, öğrencilerimizin koşarak, severek, kelebekler gibi kanatlarını çırparak gittikleri bir yer olmaktan çok uzaktır. Okullar, hayatın bir kopyası ya da laboratuvar koşullarında oluşturulmuş yapay birer sosyal alanlar olamazlar. Okullarımızı, bizzat hayatın kendisi haline getirmemiz şarttır” dedi.
İşte bu röportajdan bölümler…
Zafer İncebacak
Zafer İNCEBACAK: Mehmet Hocam, sizinle öğretmen sorunları üzerine röportaj yapmak istedik. Katılımınız için teşekkürler. Eğitimin genel sorunları aslında öğretmenlerin de sorunudur, öğretmenlere yansır diyebilir miyiz?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Türkiye’nin eğitime ilişkin genel sorunları, gayet tabiidir ki öğretmenlerin de sorunları olarak algılanabilir. Aslında, öğretmenlerin sorunlarını ülkemizin ve toplumumuzun temel sorunlarından ayrı düşünemeyiz. Eğitim sistemimizin sorunlarını ise eğitim ve okul yönetimi ile öğretim hizmetlerine ait sorunlar olmak üzere üç ana başlıkta ele alabiliriz.
Bu bağlamda, bütüncül bir bakış açısıyla ve sistem anlayışıyla ele aldığımızda Türk eğitim sisteminin ilk ve belki de en başta ele alınması gereken en önemli sorunu, “eğitimde fırsat ve imkân eşitsizliğidir”. Bölgeler ve iller arası eşitsizlik; hatta bir il içinde yer alan aynı semtteki benzer okul tür ve kademeleri arasındaki eşitsizlik bu duruma verilebilecek en etkili örnektir. Örneğin, Başkent Ankara’nın Altındağ ilçesine bağlı Yenidoğan Mahallesi içerisinde yer alan Polis Amca Okulu ile bu okula metrelerce mesafede bir yakınlığı bulunan Milli Müdafaa İlkokulu arasındaki farklar, bu durumu açıklayabilecek en iyi örnektir diyebiliriz. Tabii ki bu yönde verilebilecek örnekler başka illerimiz için de çoğaltılabilir. Sosyo-ekonomik farklılıklar, eşitsizlikler, gelir dağılımına ilişkin olumsuzluklar, öğretmenlerin görev yaptığı çevrelerin her türlü imkânsızlıkları doğal olarak onları da etkilemektedir.
Prof. Dr. Mehmet Özbaş
Aslında, bir eğitim sisteminin başarısı eğitim ve okul yönetiminin etkililik, verimlilik ve olumlu performansı ile doğru orantılıdır. Okullar, il ve ilçelerimizin eğitim yönetimleri kadar etkili ya da etkisizdir. Okulları, eğitim ve okul yönetimlerinden ayrı bir bağlamda düşünerek yalnızca öğretmen performansına bağlı olarak değerlendirecek olursak çok büyük bir yanılsama içerisine düşebiliriz.
Eğitim sistemimizi ve okullarımızı bütüncül bazda ele alarak, sistemi; öncelikle yönetimin niteliği ve etkililiği ile analiz etmek durumundayız. Önce eğitim ve okul yönetimini dikkate almak, ardından öğretim süreci bağlamında öğretmenleri ve verdikleri eğitim hizmetlerinin ne derece başarılı olduğunu inceleyip değerlendirmek zorundayız. Bu bağlamda, eğitim ve okul yönetiminin bir meslek olarak algılanması gerekir. Bu açıdan, öncelikle eğitim ve okul yöneticileriyle eğitim denetçilerinin üniversal anlamda bir akademik eğitim almaları ve bu alanların bir meslek olarak kabul görmesi gerekir. Bilindiği gibi Türkiye’de eğitim ve okul yöneticiliği ile eğitim denetçiliği; hala bir meslek olarak kabul görmemektedir. Türkiye’de temel kabul, “Meslekte esas öğretmenliktir.” anlayışıdır. Bu meslek alanları, görev olarak algılanmakta; meslek olarak kabul görmemektedir. Biz de eğitim sistemi açısından her şeyi, her problemi “öğretmen” bazlı bir anlayışla değerlendiriyoruz. Tabii ki böyle olunca da eğitim sisteminde, başarı da başarısızlık da öğretmen hanesine yazılan bir unsur olarak görülmektedir.
Eğitim sisteminin problemleri bağlamında, öğretmenlere yansıyan her türlü olumsuzluklar, durumlar çoğunlukla eğitim ve okul yönetimi ile ilgilidir. Bu nedenle eğitim sistemi için öncelikle Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri; yani bütün eğitim yönetimi birimlerinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin demokratik kamuoyuna karşı “hesap verebilir, şeffaf ve denetlenebilir” uygulamalar gerçekleştirmesi zorunludur. Bu durum, çoğulcu demokratik yönetim sistemi açısından bir lütuf değil, mecburiyettir. Merkeziyetçi yönetim anlayışının uygulandığı Türk eğitim sisteminde, öğretmenlerimiz sistemin hiyerarşik yapısı içerisinde, tabanda ve sistemin başlangıç noktasında yer almaktadırlar. Bu nedenle merkeziyetçi bir yönetim sisteminde, problemlerin çözümü açısından sorgulanacak taraflar, en başta hiyerarşinin en üst noktalarında olanlardır. Ancak nedense hep öğretmenler sorgulanmaktadır.
“ÖĞRETMEN EĞİTİMİNDE, ÖĞRETİM PRATİKLERİNE ÖNCELİK TANINMALI”
Zafer İNCEBACAK: Eğitim Fakültelerinde uygulamadan çok teorik eğitim verilmesini öğretmen niteliği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Bütün öğretmenlik branşlarında, öğretmen adaylarına, teorik bilgi ve kavramların kazandırılmasından çok, uygulama yeterlik ve becerileri edindirecek öğretim pratiklerinin verilmesi daha önemlidir. Öğretmenlik mesleği için, öğretmen adaylarına öncelikle öğretim becerilerini uygulamaya aktarabilecek tasarım yeterlikleri kazandırılması gerekir. Oysa eğitim fakültelerinde, uygulamadan çok teorik öğretim faaliyetleriyle vakit harcanmaktadır. Eğitim fakültelerinin öğretim programlarının ilk 2 yılında, en az % 25 ağırlıkta olmak üzere, uygulama becerileri kazandırıcı eğitim verilmesi gerekir. Son 2 yılda ise uygulama pratiklerinin öğretim programının neredeyse yarısını; yani % 50’sini kapsaması sağlanmalıdır. Bunun için eğitim fakültelerinin “Okul, hayatın içinde olmalıdır.” mantığıyla kentlerin merkezinde olması gerekir. Yani eğitim fakültelerinin okulöncesi, ilk ve ortaöğretim okullarının yoğun olarak yer aldığı şehir merkezlerinde konumlandırılmaları sağlanmalıdır. Hâlbuki günümüz yerleşke uygulamasının egemen olduğu anlayışta; yalnızca eğitim fakültelerinin değil, onlarca fakültenin kent merkezlerinin dışında, yalnızca hayatın değil, uygulama pratiklerinin yapılabileceği alanların dışında yer aldığı görülmektedir. Böylece binlerce öğrenci uygulamadan mahrum bir şekilde, hayattan kopuk bir şekilde yetiştirilmektedir.
Zafer İNCEBACAK: Öğretmenlerin yaşadığı en önemli sıkıntıların başında Alo 147 Öğretmen Şikâyet Hattı gibi yollarla şikâyet edilmeleri geliyor. Bunun sebepleri sizce nelerdir? Neler yapılabilir?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Öğretmenlerin, Alo 147 Öğretmen Şikâyet Hattı gibi elektronik yollarla haklarında yasal işlem başlatılması, aslında muhataplarıyla kurabilecekleri “Doğrudan ya da dolaysız iletişim” mantığına ters düşmektedir. Bu durum, öğretmenlerin en başta veliler olmak üzere, diğer sosyal çevrelerle aralarında güvensizlik oluşmasına neden olmaktadır. Öğretmenlerin şikâyet hatları kullanılarak haklarında yasal ve yönetsel yönlerden işlem başlatılması, onların kurumlarına karşı güven duygularını da zedeleyebilmektedir. Alo 147’ye gereksiz, ilgisiz şikâyetler de yapılabilmekte; bu durum öğretmenlerin moral bozukluğu, stres, endişe ve kaygılar yaşamalarına neden olabilmektedir. Bu sonuç da öğretime doğrudan olumsuz yansımaktadır.
Öğretmenlerin, öğretim hizmetlerinin nitelikli yürütülmesinden sorumlu taraflar olarak, şikâyet hatları yerine, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başta olmak üzere, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, eğitimle ilgili diğer kanunlar, tüzük, yönetmelik, genelge ve yönergelere karşı yükümlü tutulmaları gerekir. Buralarda bir eksiklik varsa bunlar giderilmelidir.
“ÖĞRENCİ DİSİPLİNSİZLİĞİNİN TEMEL NEDENİ…”
Zafer İNCEBACAK: Öğretmenler öğrencilerin disiplinsizliğinden şikâyetçi. Sizce öğrencilerin disiplinsizliğinin altında ne yatıyor? Öğrencilerin disiplinsizliğine yol açan sorunlar nelerdir? Okulların ve eğitim programlarının onlara hitap etmemesi mi? Okulların, sistemin onlara görev ve sorumluluk yüklememesi mi? Yoksa öğretmenlerin yetersizliği mi?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Her şeyden önce “eğitim= ahlâk x (bilgi + beceri + yetenek)tir. Yani “ahlâk” eğitimde olmazsa olmazdır. Bununla birlikte, Türk eğitim sistemi içerisinde, en ağır yaptırım gücüne sahip disiplin kurallarının uygulandığı öğretim kademesi ortaöğretim okulları, yani liselerdir. Kanımca en çok disiplinsizliğin yaşandığı okullarımız da liselerimizdir. Liselerde “uyarma, kınama, okuldan kısa süreli uzaklaştırma, okul değiştirme ile örgün eğitim sistemi dışına çıkarılma” gibi disiplin yaptırımları uygulanmaktadır. Öğrencinin herhangi bir şekilde örgün eğitim sistemi dışına çıkarılması (açık liseye devam etse de); zorunlu eğitim kapsamında bulunan liselerde uygulanan en kötü yaptırımdır. Bu durum temel bir hak ve özgürlük olan eğitim hakkının da bir şekilde ihlali, iptali ya da yok edilmesi anlamına gelebilecek bir aşamadır. Çünkü zorunlu eğitim uygulamasının varlığı ile zorunlu eğitim sisteminin dışına çıkarılma uygulaması; anlayış olarak çelişen durumlardır.
Öğrencilerin disiplinsiz davranışlarının en önemli nedenleri arasında, en başta okullarımızın “bilişsel akademik” mantık çerçevesinde kurumsallaştırılmaları gelmektedir. Öğrencilerin yalnızca akademik gelişimlerinin dikkate alınıp diğer gelişim alanlarının (duyuşsal, davranışsal) ihmal edilmesi çok önemli bir eğitim problemidir. Şu durumu çok üzülerek belirtmek isterim ki maalesef okullarımız, öğrencilerimizin koşarak, severek, kelebekler gibi kanatlarını çırparak gittikleri bir yer olmaktan çok uzaktır. Okullar, hayatın bir kopyası ya da laboratuvar koşullarında oluşturulmuş yapay birer sosyal alanlar olamazlar. Okullarımızı, bizzat hayatın kendisi haline getirmemiz şarttır. Okullarımız, birtakım etkinlikler yapılsa da öğrencilerimizi sosyalleştirme ve kültürleme işlevlerini gerçekleştirmekten uzak sosyal alanlardır. Türk eğitim sisteminde okulların öğrencileri, “sosyal, bireysel, kültürel, ekonomik, politik, felsefi, sanatsal, sportif vb. gelişim alanları” açısından çok yönlü bir şekilde yetiştirebilecek imkânlara sahip çevreler haline getirilmeleri gerekir. Okullarımız, çocuklarımızı çok yönlü olarak geliştirebilecek fiziki ve sosyal imkânlardan yoksundur. Okullarımızın, aynı zamanda öğrencilerin çok yönlü ihtiyaçlarını karşılayabilecek öğretim programlarını uygulayamadıkları da görülmektedir.
Öğretim programları açısından yapılması gereken en önemli işlerden biri, yerel, toplumsal ve ulusal özelliklerimize uygun programların hazırlanması gerekliliğidir. Öğretim programlarının, aynı zamanda çoğulcu demokratik bir mantıkla ve toplumsal uzlaşı ile hazırlanması, öğrencilere evrensel değerleri kazandırabilecek özelliklerde olması gerekir. Öğretim programlarının hazırlanışında, Türkiye evrenini temsil edecek bir örneklem alınması zorunluluğu da vardır. Eğitim sistemimizin öğrencilerimize hem psikolojik hem de sosyal yönlerden kendilerini gerçekleştirebilecek yeterlikler kazandırması önemlidir. Öğrencilerin bireysellikleri kadar sosyalliklerini de geliştirebilecekleri görev ve sorumluluk duygularıyla yetiştirilmeleri beklenir. Öğrenci disiplinsizliğinin önlenmesinde, öğretmen yeterlik ve yetkinliklerinin önemli olduğu; olabildiğince dikkate alınması gereken çok önemli bir gerçektir. Türkiye’nin, öğretmenlerin her branş alanında nitelikli gelişimine odaklanacak bir eğitim reformuna ihtiyacı olduğu aşikardır.
TEZLİ YÜKSEK LİSANS DERECESİ, ÖĞRETMEN ATAMADA ÖN KOŞUL OLMALI
Zafer İNCEBACAK: Öğretmen atama ve terfi sisteminin objektif kriterlere dayanmaması, liyakatin bulunmadığı algısı da bir başka sorun alanı olarak karşımıza çıkıyor? Bu konuda neler yapılmalı?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Türkiye’nin nicel açıdan yeterli öğretmen potansiyeline fazlasıyla sahip olduğunu, atama bekleyen binlerce öğretmen adayının varlığı gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye, hala daha karşılayamadığı “nitelikli” öğretmen ihtiyacını; sahip olduğu potansiyel öğretmen adayları arasından nesnel ve objektif ölçütlerle yapabileceği sınavlar aracılığıyla kolaylıkla karşılayabilir. Ancak Türkiye’mizin öğretmenlik mesleği açısından asıl ihtiyacı olan şey daha fazla niteliktir. Nitelikli öğretmen ihtiyacı ile ilgili en önemli koşullardan biri, öğretmen adaylarının alanlarında tezli yüksek lisans derecesine sahip olmasıdır. Bu nedenle Türkiye’nin 2020-2021 öğretim yılından itibaren hızlıca alanında tezli yüksek lisans derecesine sahip öğretmen atama sürecine geçmesi gerekir. Bu bağlamda, öncelikle okulöncesi eğitim ile sınıf öğretmenliği branşlarında tezli yüksek lisans derecesine sahip olmanın ön koşul haline getirilmesi önemlidir. Ardından diğer branşlarda da öğretmen atamalarında tezli yüksek lisans derecesinin ön koşul haline getirilmesi gerekir.
Nitelikli öğretmen adayı seçim süreçlerinin, lisans eğitiminin başlamasından önce işe koşulması gerekir. Hatta üniversiteye girişte, resim, müzik, beden eğitimi gibi öğretmenlik alanlarında olduğu şekliyle diğer bütün öğretmenlik branşları için de “özel yetenek sınavları” ile öğrenci alım süreçlerine geçilmelidir. Eğitim fakültelerinde, sınıf mevcutlarının 20’yi geçmemesi; öğretmenlik branşlarında akademik rol üstlenecek akademisyenlerin hem ulusal hem de uluslararası akreditasyon koşullarını karşılayabilecek yayın, öğretim üyeliği vb. her türlü koşulu en üst düzeyde karşılamaları sağlanmalıdır. Eğitim fakültelerine, öğrenci alımında, üniversite sınavlarında, alanlara göre, hem özel hem de kamu üniversiteleri için en az ilk 100.000’de (yüz bin) yer alma barajının konulması gerekir.
Eğitim Fakülteleri mezunları için bu kriterleri belirtirken, Fen edebiyat fakültelerinden mezun olanların da öğretmen olacaklarsa ciddi bir pedagojik formasyona tabi tutulması şarttır.
Öğretmen atamalarında, lisans diplomasına sahip olmak; yalnızca bir ön koşul işlevi görmektedir. Öğretmen atamalarında, asıl işlev gören süreçler, “anlık ölçme değerlendirmeler ve akademik bilişsel başarı düzeyleridir.” Oysa öğretmen adaylarının “uzun dönemli bir değerlendirme” süreciyle tespitleri daha isabetli olabilir. Bu bağlamda, lisans diploma derecelerinin belli bir ağırlığının olması gerekir. Ayrıca branşlara göre, öğretmen adaylarının 4 yıllık lisans öğrenimleri boyunca en az 4 derslerinin öğretiminde rol almış olan alan akademisyenlerinden oluşacak bir komisyonun çok yönlü raporlarıyla ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmiş olmaları da dikkate alınabilir.
Öğretmenlik ile ilgili mülakat sınavlarında, mülakat komisyonlarının, branşlara, okul tür ve kademelerine göre: Alanında tezli yüksek lisans derecesine sahip deneyimli (en az 15 yıl) bir öğretmen, akademisyen (Dr. Öğr. Üyesi, Doçent veya Profesör), eğitim ve okul yöneticiliği alanında tezli yüksek lisans derecesine sahip deneyimli bir okul müdürü, ilçe ya da il milli eğitim müdürlüğünden tezli yüksek lisans derecesine sahip bir eğitim yöneticisi ve uzman bir Bakanlık yetkilisinden teşkil edilmesi sağlanmalıdır. Mülakat sınavlarının, ayrıca her türlü hukuki incelemeye tabii olacak şekilde elektronik kayıt altına alınması temin edilmelidir.
Öğretmenlerin terfi sistemi: Öncelikle öğretim uygulamalarıyla ilgili becerilerinin süreç odaklı bir yönetim yaklaşımıyla sürekli denetimine dayanmalıdır. Diğer yandan araştırma ve geliştirme faaliyetlerindeki başarıları ile kariyer gelişimine ilişkin çabaları dikkate alınmalıdır. Ayrıca okul içi yaşantılarda, öğrencileri için gerçekleştirdikleri sosyal etkinlik performanslarının da sürekli göz önünde bulundurulması sağlanmalıdır.
OKULLARDA ÖĞRENCİLERİN FİZİKSEL GELİŞİMİNE UYGUN ALANLAR AZ
Zafer İNCEBACAK: Okulların fizikî kapasite ve imkânlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bakanlık ve toplum öğretmenlerden çok şey bekliyor, fakat bu beklentiyi gerçekleştirmek için gerekli fizikî imkânlar var mı? 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi’nde ikili eğitimin bitirilmesi hedefleniyordu. Bu hedefe ulaşılamadı. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Okullarımız, öğrencilerimizin daha çok akademik bilişsel gelişim alanlarına odaklanmış ve bu yönde inşa edilmiş mekânlardır. Okulların, öğrencilerin fiziksel gelişimine uygun açık alanlarının oldukça az olduğu görülmektedir. Okulların, özellikle büyükşehirlerimizde, çok dar alanlara sıkıştırıldıkları görülmektedir.
Okulların en az akademik gelişim alanları kadar, belki de daha fazla fiziksel, sosyo-kültürel, sanatsal, sportif vb. gelişim alan ve imkânlarına sahip olmaları gerekir. Genel olarak bakıldığında, İstanbul başta olmak üzere diğer bazı büyükşehirlerimizde okul başına düşen öğrenci sayıları olabildiğince fazladır. Sınıf mevcutlarının da kalabalık sınıf kategorisinde yer aldığı görülmektedir. 2020’li yılların ilk günlerini yaşadığımız bugünlerde, bazı okullarımızda, hala ikili öğretimin devam ediyor olması; oldukça büyük bir handikaptır. Okullarımızın, Milli Eğitim Temel Kanunu’nda ifadesini bulan “genellik ve eşitlik ilkesi”ne uygun bir şekilde, her tür ve kademede sosyal adaleti sağlayıcı eğitim imkânlarına kavuşturulması yasal bir zorunluluktur. Okulların bazı ölçütler kullanılarak yapay eşitsizliklerin yaratılıp yaşatıldığı yerler haline getirilmesi, okul yönetimleriyle birlikte öğretmenleri de zor durumda bırakan önemli problemlerin başında gelmektedir.
Bütün bunlarla birlikte okullarımızın, yetersizlikten etkilenmiş (engelli) öğrencilerimiz için her alanda nitelikli öğretim uygulamalarına erişimi sağlayamamaları da özel öğrencilerimiz için çok kötü bir durumdur. Bu bağlamda, özellikle kaynaştırma eğitimi alan öğrencilerimiz başta olmak üzere, otistik, down sendromlu, üstün yetenekli, özel yetenekli vb. gruplarda yer alan özel çocuklarımızı da çok yönlü gelişim özellikleri açısından yeterince yetiştirip geliştirebildiğimizi iddia edemeyiz.
Okullarımızın, yalnızca akademik gelişime odaklandığı bir süreçte, öğretmenlerimizden hem akademik hem de başka gelişim alanlarında daha fazla performans ve sihirli uygulamalar beklemek her kesim için abartılı bir durumdur. Okullarımızın, okulöncesi eğitim öncelikli olmak üzere, zorunlu eğitim süreçlerini kapsayan ilk ve ortaöğretimde, öğrencilerimizin eğitim hakkını en iyi bir şekilde kullanabilecekleri imkânlara kavuşturulması talebi, her Türk vatandaşı için elzem bir durumdur. Bu bağlamda, demokratik kamuoyunun, yani toplumun öğretmenlere olağanüstü bir destek verme çabası içinde bulunması önemsenmelidir. Bu nedenle hem yerel hem de ulusal basının toplumu bilinçlendirici çabalar içerisinde bulunması gerekir. Çoğulcu demokratik basınımızın, demokratik kamuoyunu, özellikle “zorunlu eğitimin toplumsal getirileri” konusunda bilinçlendirmesi çok önemli bir toplumsal sorumluluktur. Demokratik Türkiye basını, zorunlu eğitim süreçlerinden tam anlamıyla yararlanamayan, öğrenim süreçlerini yarıda bırakan, terk eden, devamsızlık yapan, her türlü istismara uğrayan, örgün öğretim süreçlerinden kopan öğrencilerimizin toplumumuz açısından ne kadar büyük bir problem olduğunu bilinçlice işlemek durumundadır.
Zafer İNCEBACAK: Öğretmenlerin meslekî itibarının sağlanması için neler yapılabilir? Bakanlığın bu konuda bir adım olarak sınıf tekrarını geri getirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Her öğretmenin ve öğretmenlik branşının mesleki itibarının sağlanıp değerli kılınması, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, bütün eğitim ve okul yönetimlerinin çok önemli görev, yetki ve sorumlulukları arasındadır. Öğretmenlerimizin, mesleklerinin önemi bağlamında, öğretiminden sorumlu oldukları dersler açısından birer öğretim lideri oldukları, öğrencilerimize kabul ettirip içselleştirmemiz gereken en önemli konuların başında gelmektedir. Eğitimde rekabet, yarışma, başarı, performans vb. kavramlar doğal karşılanması gereken durumlardır.
Hakkaniyete, ölçme ve değerlendirme kurallarına uygun bir şekilde, öğrencilerin performanslarının ortaya çıkarılması neticesinde, sınıf tekrarına ihtiyaç duyulan öğrencilerin zorunlu eğitimde sınıf tekrarı yaptırılmaları yadırganacak bir durum değildir. Ancak yalnızca sınıf tekrarının öğretmenlerin mesleki itibarını geri getirebilecek bir değişken olarak kabulü çok yanıltıcı olabilir. Okulların hem Türkiye’de hem de dünyada Milenyum Çağı’nın çocuklarına cevap verebilecek bir sisteme sahip olmadıkları bariz bir durumdur. Okulların, öncelikle klasik ya da geleneksel anlayıştan kurtarılarak, çağdaş ve profesyonel bir yönetim felsefesiyle yönetilmeleri gerekir. Çocuklarımızın “Okulların tatil olduğu günlere değil, kendilerine açık olduğu öğretim günlerine sevinir” hale getirilmeleri gerekir. Sınıf tekrarına, başarısız ya da disiplin problemleri olan öğrencileri hizaya getirecek ve dolayısıyla öğretmenlerin itibarına katkıda bulunacak bir değişken olarak bakmak, sınıf tekrarını amaç haline getirebilecek tehlikeli bir uygulamadır. Bu durum, aynı zamanda, sınıf tekrarını “Demokles’in Kılıcı gibi öğrencilerin başında sallandırılan” bir korku aracı haline getirebilir.
ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN SOSYAL STATÜSÜ…
Zafer İNCEBACAK: Öğretmenlerin meslekî tükenmişlik yaşamasını nelere bağlıyorsunuz?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Öğretmenlerin mesleki tükenmişlik yaşamasının en önemli nedenleri; öğretmenlik mesleğinin sosyal statüsünün çok düşük olması, kendilerini iş ortamlarında yeterince güvende hissedememeleri, ekonomik problemler, mesleğin başarılı bir şekilde gerçekleştirilememesi, mesleğin yeterince sevilmemesi, yönetimin öğretmenleri yeterince motive edememesi, okulda şiddet, öğretmenlerin mesleklerinden istedikleri iş doyumunu elde edememeleri, öğretmenlerin mesleklerinde ilerlemelerini sağlayacak etkili bir kariyer gelişim sisteminin oluşturulamaması şeklinde ifade edilebilir.
Göreve yeni başlayan aday ve sözleşmeli öğretmenlerin; daha mesleklerinin ilk yıllarında yaşadıkları mesleki tükenmişlik duyguları, stres, kaygı ve endişeler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Göreve yeni başlayan öğretmenlerin atamalarının yapıldığı illerdeki en merkezi okullarda ve uzman okul yöneticilerinin yönetim ve denetiminde yetiştirilmeleri sağlanmalıdır. Aynı şekilde aday öğretmenlerin alanlarında uzman branş öğretmenlerinin rehberliğinde yetiştirilmeleri; onlara her türlü güven ortamında, mesleki sosyalleşmelerini sağlayabilecek imkan ve fırsatların verilmesine çalışılmalıdır.
Türkiye’de en büyük istihdamın sağlandığı meslek, öğretmenlik mesleğidir. Ancak ülkemizde, tabiplik, avukatlık, mimarlık, mühendislik vb. bazı mesleklerde olduğu gibi öğretmenlik mesleği için siyaset üstü bir meslek birliğinin olmadığı görülmektedir. Türkiye’de, farklılıkları anlamlandırabilen çoğulcu demokratik bir öğretmen meslek birliğinin varlığı hem ulusal hem de evrensel bağlamda, mesleğin sürekli gelişimini sağlayabilir. Öğretmen meslek birliği, Türkiye’nin öğretmenlik mesleğinde, dünyanın en ileri demokrasilerindeki meslek birlikleriyle akredite olmasını temin edebilir. Bu şekilde birlik sağlayıcı bir meslek örgütü; öğretmenlik mesleğinin toplumsal taleplere, küresel değişim süreçlerine uyum sağlamasında da etkili olabilir.
Türkiye’de varlığını sürdüren farklı ideolojilerdeki öğretmen sendikalarının mevcudiyeti; demokrasimiz açısından gerçekten bir zenginlik ve gelişme göstergesidir. Ancak bu sendikalar, öğretmene şiddet, ekonomik problemler, branş dışı atamalar vb. durumlarda bile asgari müştereklerde bir araya gelip ortak tavır alamamaktadırlar. Sendikalar, kendilerine özgü bazı nedenlerle öğretmenlerimiz için çoğulcu demokratik bir güç birliği oluşturamamaktadırlar. Bu durum, aynı zamanda öğretmenlik meslek birliğine duyulan ihtiyacın ne kadar acil ve hayati olduğunu da ortaya koymaktadır. Öğretmen sendikaları, öğretmenlerimizin her türlü ortak problemlerinde, hukukun üstünlüğü prensibine bağlı kalarak, ortak demokratik tavırlar almak durumundadırlar.
ÖĞRETMENLERİMİZİN ZATEN HARCADIĞI ENERJİ, EN BÜYÜK PERFORMANS GÖSTERGESİ
Zafer İNCEBACAK: MEB’in 2017 yılında yayımladığı Öğretmen Strateji Belgesinde öğretmenlerin meslekî gelişimden uzak oldukları tespitleri yer alıyordu ve çözüm olarak performans sistemi öneriliyordu. Sizce performans sistemi öğretmenlerin meslekî gelişimini sağlar mı?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Öğretmenlerin mesleki gelişimleri, branşlara, okul tür ve kademelerine, onların öznel ihtiyaçlarına, çağdaş değişim ve gelişmelere bağlı olarak değerlendirilebilecek bir durumdur. Ayrıca bu bağlamda, okulların bulunduğu bölge, il, semt ve hatta aynı semt içindeki farklı okullara bağlı durumsal koşulların da dikkate alınması gerekir. Öğretmenler için hazırlanan ve neredeyse bütün branşları kapsayan; aynı zamanda toptancı bir anlayışı içeren genelleyici raporlardan ziyade süreç odaklı öğretim denetimi ile ortaya çıkan her bir öğretmene özgü, öznel ve bireysel raporları dikkate almak daha doğrudur.
Öğretmenlerimizin, istisnasız hemen hemen tamamı yasalar ve yönetsel düzenlemeler çerçevesinde, görevlerini canhıraş yerine getirmeye çalışıyorlar. Öğretmenlerin her birinin bu şekilde sarf ettiği çabaların hepsi; zaten başlı başına birer performans göstergesidir.
Öğretmenlerin mesleki gelişim durumlarıyla ilgili performansları: Öğrenen örgüt yaklaşımının esas alındığı ve sürekli öğrenmeyi alışkanlık haline getirmiş okullarda, alanında uzman, nitelikli okul müdürlerinin yönetim uygulamaları aracılığıyla çok nesnel bir şekilde ortaya çıkarılabilir. Nitelikleri yukarıda vurgulanan okul müdürleri, okullarındaki bütün öğretim süreçlerini ve öğretmenlerin öğretim uygulamalarıyla ilgili performans düzeylerini, demokratik, sürekli ve etkili denetim faaliyetleriyle çok daha başarılı bir şekilde saptayıp değerlendirebilirler. Bu bağlamda, etkili, başarılı ve verimli öğretim uygulamalarının, etkili okul yönetimlerinin faaliyet sürdürdüğü okullarda gerçekleştirilebileceği varsayımıyla hareket etmek daha isabetli olabilir.
Öğretmenlerin mesleki gelişim ve performanslarıyla birlikte mesleki gelişim ihtiyaçlarını öznel durumlarına göre ortaya çıkarmak gerekir. Bu doğrultuda, öğretmenlere, öznel ihtiyaçlarına göre, ortaya konulan denetim raporlarından hareketle “özel hizmet içi eğitim uygulamaları” gerçekleştirmek önemli bir eğitim ve yönetim faaliyetidir.
Zafer İNCEBACAK: Bakanlığın sık sık eğitim programlarını değiştirmesi, güncellemesi öğretmenleri nasıl etkilemektedir? Bakanlık öğretmenleri bu değişime hazırlıyor mu?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Öğretim programlarının toplumun ve bireyin değişim talepleriyle çağdaş gereksinimlere ve eğitim felsefelerine göre yenilenip değiştirilmesi gerekebilir. Ancak bütün demokratik sistem unsurlarında olduğu gibi öğretim programı değişim ve yenilenme gereksinimlerinin; eğitim sisteminin tabanından, başlangıç noktasından, öğretmenlerden ve okullardan kaynaklanıyor olması daha önemlidir. Milli Eğitim Bakanlığı, belli bir zaman sürecine yayılacak şekilde, öğretmenleri, program değişim uygulamalarına yeterince hazırlayamıyor. Yalnızca programı değiştirmek ve değişim gerçekleştikten sonra, öğretmenleri bu durumdan haberdar etmek öğretmenleri psikolojik ve bilişsel olarak programın uygulanmasına hazır hale getiremiyor. Bu sonuç ise öğretmenlerin programları öğrenmeleri için en az 1-2 yıl zaman kaybetmelerine neden oluyor.
Zafer İNCEBACAK: Öğretmenlerin sorunlarından bir tanesi de etkin değil, edilgen konumda olmaları. Birçok değişimin kendilerine sorulmadan tepeden inmeci biçimde gerçekleştirilmesi. Bu nedenle değişime ayak uyduramama gibi bir durum söz konusu olabilir mi?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Öğretmenlerin eğitim sistemi içerisinde daha çok uygulayıcı konumunda oldukları; karar verme süreçlerinde etkin rol alamadıkları doğru bir tespittir. Ancak öğretmenlerin; özellikle okullarının yönetim süreçlerinde, etkin rol almalarının sağlanması; okul yönetimlerinin, katılımcı, çoğulcu demokrasi açısından yerine getirmeleri gereken önemli yükümlülük ve sorumluluklarından biridir. Eğitim sisteminin genelini ilgilendiren politikaların belirlenmesi ve kararların verilmesi süreçleri ile ilgili olarak öğretmenlerin bu süreçlere etkin katılımlarının sağlanması ise Bakanlığın yerine getirmesi gereken bir işlevdir. Öğretmenlerin görev yaptıkları okullarından başlamak üzere, eğitim sisteminin bütününü ilgilendiren politikaların belirlenmesinde, Türkiye evrenini temsil edecek şekilde demokratik katılımcı yönetimin etkin bir üyesi haline getirilmeleri gerekir. Bu açıdan Bakanlığa önemli roller düşmektedir. Öğretmenlerin Türk eğitim sisteminde etkin rol aldıklarının kendilerine hissettirilmesi; eğitim sisteminin bütününe aidiyetlerinin sağlanması açısından oldukça önemli bir durumdur.
Öğretmenlerin etkilenecekleri, etkileyecekleri ve uygulayacakları kararların verilmesi sürecinde, aktif ve belirleyici roller almalarının temin edilmesi, önemli bir yönetim politikasıdır. Öğretmenlerin belirlenme sürecinde rol aldıkları kararların hedeflerine ulaşması; belirlenme sürecinde rol almadıkları kararlara göre daha fazla ve daha başarılı sonuçların alınmasına yol açabilir. Bu durum, aynı zamanda uygulanacak kararlarla ilgili sorumluluk ve yükümlülüğün paylaşılmasına, bu kararların daha çok ve istenerek sahiplenilmesine neden olabilir.
MEB İLE ÖĞRETMENLER ARASINDA GÜVEN SORUNU MU VAR?
Zafer İNCEBACAK: Öğretmenler, Bakanlık tarafından şikâyet hatlarının kurulması, bazı Bakanların öğretmenlerin 3 ay yattığını ima etmesi gibi nedenlerle toplumun ve Bakanlığın hedefinde olduklarını düşünüyorlar. Bakanlıkla öğretmenler arasında güven sorunu yaşanıyor. Öğretmenler kendilerini yalnız hissediyorlar. Bu güven sorunu nasıl aşılabilir?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Öğretmenlerin, 3 (üç) ay tatil yaptıkları ya da dinlendikleri şeklindeki kabuller, kesinlikle çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü öğretmenlerin tatili olarak ifade edilen bu süreler, her yıl 1 Temmuz ile 31 Ağustos tarihlerini kapsamaktadır. Bu süre de 3 ay değil, 2 aydır. Fakat asıl yanılgı durumu, belirtilen tarih aralığı öğrencilerin okullarında olmadıkları; yani öğrenciler için tatil dönemini içine alan süredir. Dolayısıyla öğretmenlerin tatili; öğretmenlere bağlı olan bir durum değil, doğrudan öğrencilere bağlı olan bir durumdur. Öğrenciler okullarında olmadıkları için öğretmenler de dolaylı olarak görev yaptıkları okullarda bulunamamaktadırlar. Bu süre ya da tarih aralığı, öğretmenlerin bilinçlice seçtikleri bir tarih aralığı da değildir. Belki öğretmen Temmuz, Ağustos aylarında tatil yapmayacak; kendi tercihine göre başka bir zaman diliminde tatil yapacak. İşte bu durumda öğretmene, kendi istediği zaman diliminde tatil yapma hakkı verilememektedir. Bu durumu, öğretmenlere bağlayarak ifade etmek, bu mesleğin güzide mensuplarına yapılabilecek bir haksızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğretmenler, bütün öğretim yılı, yılları ya da meslek hayatları boyunca okul dışında, akşamları da eve iş getiren çok nadir meslek erbaplarından sayılmaktadır. Öğretmenlerin, okullarında kaldıkları kısıtlı süreleri azımsamak ya da küçümsemek; en azından onların okul dışında öğrencilerini düşünmedikleri anlamına gelir ki bu durum da öğretmenlere yapılabilecek en büyük haksızlıklardan biridir. Öğretmenlik mesleği, bu meslek sahiplerinin 7×24 (yedi gün yirmi dört saat), bütün hayatlarını kapsayan bir süreçtir.
MEB, BÜTÜN EĞİTİM FAKÜLTELERİYLE İŞBİRLİĞİNE GİTMELİ
Zafer İNCEBACAK: Bakanlık eğitim programlarıyla ilgili değişimleri; eğitim fakülteleriyle birlikte mi ele alıyor? MEB ile eğitim fakülteleri arasındaki iletişimi yeterli buluyor musunuz?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Bakanlık eğitim programlarıyla ilgili değişimleri; bütün eğitim fakültelerini temsil edebilecek bir Türkiye örneklemi ile ele alamamaktadır düşüncesindeyim. Eğitim programlarının hazırlanması, değiştirilmesi, yenilenmesi gibi uygulamalar, doğrudan Bakanlığın yetkisi dâhilinde olduğundan, bu süreçte eğitim fakültelerinin etkili olarak katılımını sağlayacak uygulamalara yeterince yer verilememektedir. Fakülte-okul işbirliği bağlamında, yerelde eğitim fakülteleriyle Bakanlık arasında, özellikle öğretmenlik uygulamaları açısından yeterli olmasa da önemli adımların atılmaya başlandığını ifade edebiliriz. Yalnızca öğretim programları değil, eğitimi ilgilendiren bütün konularda Bakanlık ile eğitim fakülteleri arasında işbirliği yapılmalıdır. Ancak bu sürecin; sadece belirli eğitim fakülteleri ile Bakanlık arasında değil, bütün eğitim fakülteleri ile Bakanlık arasında gerçekleştirilmesi gerekir.
Milli Eğitim Bakanlığı ile eğitim fakülteleri arasında, istenen çağdaş öğretmen nitelikleri, okullarımızda yetiştirilecek öğrencilerin hangi özellikleri kazanacaklarının belirlenmesi konularında çok önemli işbirliklerinin yapılması elzem bir ihtiyaçtır. Ayrıca 21. Yüzyıl Türkiye’sinde, toplumun özlemini duyduğu insan tipini yetiştirmek konusunda, MEB ile eğitim fakülteleri sürekli işbirliği yapmak durumundadırlar.
Zafer İNCEBACAK: Öğretmenlerin özlük haklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ekonomik durumları meslekî tatmini sağlayıcı bir seviyede midir? Meselâ, öğretmenler 3600 ek gösterge bekliyor?
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Öğretmenlik mesleğinin önemi ve hayatiyeti açısından, öğretmenlerin sahip oldukları özlük haklarının yeterli olmadığı kanaatimi açıklıkla ifade etmek isterim. Öğretmenlerin, çok önemli ekonomik problemler yaşadıkları, bütün Türkiye kamuoyunun malumudur. Bu bağlamda, gayet tabii bir şekilde ifade edebiliriz ki öğretmenlerin ekonomik durumları, mesleki doyumlarına katkı sağlayabilecek, derslerinin öğretimi sırasında ekonomik problemlerini düşünmeden ders verebilecekleri bir düzeyden olabildiğince uzaktır.
Türkiye kamuoyunun uzunca bir süredir gündeminde olan 3600 ek gösterge probleminin özellikle öğretmenler açısından çözüme kavuşturulması gerekir. 3600 ek göstergenin hem halen görevde olan hem de emekli olan öğretmenlerimiz için zaman geçirilmeden verilmesi, öğretmenlerimizin yaşamakta oldukları ekonomik problemlere belki bir nebze çözüm olabilir.
Zafer İNCEBACAK: Sayın Hocam, bize vakit ayırıp sorularımızı cevaplandırdığınız için Nirvana Sosyal Bilimler.com adına teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ: Zafer Hocam, ben de sizlere ve Nirvana Sosyal Bilimler ailesine tekrar teşekkür eder, saygılar sunarım. Sözlerimi, Türk eğitim sisteminin isimsiz kahramanları ve başrol oyuncuları olan elleri öpülesi öğretmenlerimize sonsuz saygı ve minnet duygularımı ileterek bitirmek isterim.
Kaynak: Nirvanasosyal.com
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ kimdir
Prof. Dr. Mehmet ÖZBAŞ, 24 Aralık 1968 tarihinde Ünye-Kazım Karabekir Paşa Köyü’nde doğdu. İlkokulu doğduğu köyde, ortaokulu ise Ünye-Bolluk Köyü’nde bitirdi. Liseyi Terme Lisesinde, Sınıf Öğretmenliği eğitimini ise Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesinde tamamladı. 16 Ocak 1990 tarihinde başladığı sınıf öğretmenliği mesleğini, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı çeşitli okullarda 20 Ocak 2010 tarihine kadar aralıksız 20 yıl sürdürdü. Sınıf Öğretmenliği eğitimine dayalı akademik kariyerine, 1995’te ikinci üniversite öğrenimi olan Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Yöneticiliği ve Deneticiliği alanında başladı. Bu alanda, 1998’de lisans, 2002’de yüksek lisans, 2009’da “Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi” bilim dalında “doktora” derecesi aldı. 2010’da, Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesinde “yardımcı doçent doktor” olarak göreve başladı. 2013’te “doçent” unvanı aldı. Aralık 2018 tarihinde ise adı geçen üniversitede “profesör” kadrosuna atandı. Halen Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesindeki görevime devam ediyor. İngilizce biliyor. Evli ve iki çocuk babası.
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
03 Kasım 2024 20:23
20 Kasım 2024 20:01