Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Eğitimde Mimar Sinan Olmak

Nazmiye HAZAR

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 17 Ocak 2020 17:29 - Okunma sayısı: 2.625

Eğitimde Mimar Sinan Olmak

Nazmiye HAZAR

“Buz kadar lekesiz, kar kadar temiz olsan bile, iftiradan kurtulamazsın." (William Shakespeare)

William Shakespeare’ın o güzel sözlerindeki gibi daima kendimizle ve yapacak olduğumuz kararlarla ilgili akıl ve vicdanımızın bizi doğru yoldan ayırmayacağı bir hayat isteriz hep. Ancak eğitimde liderliği üstlenen yöneticiler zaman zaman haksız iftiralara tabi olabiliyorlar. Eğitimde sınıfta sınıfı yöneten ve o sınıfın lideri olan öğretmenin toplumsal değeri azalmışsa hele vay halimize.

 

Eğitim politikalarımızla ilgili sürekli tartışmaktan bıkmadığımız eğitim sistemimiz, eğitim felsefemizdeki yanlışlar, dünyanın her ülkesinde olduğu gibi siyasilerin, öğretmenlerin, velilerin, öğrencilerin, medyanın ve basının yer verdiği konularımız içinde yer almaktadır. Eğitime hizmet veren öğretmenlerin güçlendirilmiş eğitim programlarından formasyon eğitimi almaları, onların daha bilinçli ve iletişim becerilerinde insanları tanıyarak insanlara yaklaşmalarını sağlayıcı bir araç olarak düşünülebilir. Peki, ne derecede yeterli olup olmadığımızı dünya ile rekabet edebilme durumumuzla değerlendirdiğimizde pek iç açıcı bir başarı durumumuzun olmadığını söylemek durumundayız.  21. yy. insanının hangi ülke toplum yapısının kriterlerine göre belirlendiğini düşündüğümüzde bu insan özelliklerinin KKTC insan yetiştirme kriterlerine uymadığı bir kesin. Biz sanıyorum hala daha 18. yy. insan modelini geliştirme ve yetiştirmekle ilgili çaba tüketmeye devam ediyoruz.  Bunu belirtmemdeki sebep ise; aşağıdaki sorulara sorduğumuz cevapların içeriklerinde gizli.

1. Biz çocuklarımıza yaklaşan yüzyıla hazırlayan bir eğitim felsefesi geliştirebilmemiz için gelecek yüzyılda neler olabileceğini tahmin edebilecek bir bilgi ya da tahmin becerisine sahip olabildik mi?

2. Gelecek yüzyılda bazı mesleklerin hiç olmayacağını sürekli dillendirip ifade edebiliyor isek; ne tür mesleklerin olabileceğini masaya yatırıp bu tür meslekleri edinebilme becerisine ulaşabilecek çocuk yetiştirme planlamasında doğru stratejiler belirleyebiliyor muyuz?

3. Peki medya ve teknolojinin hâkim olduğu günümüz şartlarını ele aldığımızda; işbirliği yapabilme ve etkinliklerde bireysel katkı sunma olanaklarına ilişkin çocuklara bu becerileri sergileyebilecekleri ne gibi fırsatlar yaratabiliyoruz?

4. Medya, teknoloji ve bilgi okuryazarlığı ile ilgili toplumsal algımız ve toplumun yetersiz kaldığı yönlerde olması gerekenler için ne gibi önlem alınması gerekmekte?

5. Eğitimde bu ülkeyi kendilerinden emanet aldığımız gelecek neslin yetiştirilmesinde planlamalar yaparken; çocuklarımızı yaşam ve kariyer becerilerine küresel anlamda rekabetçi bilgi çağına uygunluk bakımından ne tür stratejilere ihtiyacımız var?

6. Eğitimde mevcut durumumuz ve olması gerekene ilişkin planlarımızda ne sıkıntılarımız var?

7. Biz liderliğinde sorumluluk bilinci gelişmiş, sosyal ve kültürler arası becerilerinde küreselleşebildik mi?

8. Peki, yönetim kadrolarında yer alan okul müdürlerimiz çağdaş eğitim yönetimi ile ilgili inisiyatif alma ve kurum içi yönetimlerde kendi kendini yönetebilme becerisi ile ilgili müdürlerimize güç verebilecek bir algı yaratabildik mi?

9. Dahası biz kendimiz eğitimciler olarak değişim ve gelişimle ilgili ne kadar esnek ve ne kadar adapte olabilir becerilere sahip olabildik?

10. Peki; verimliliğimize dair ya da verimsizliğimize dair hesap verme sorumluluğumuzu devlet olarak acaba ne derecede yeterli bir sistem oluşturup sağlayabiliyoruz?

 

Evet! Birazcık soruların cevaplarını düşündüğümüzde benimle aynı düşüncede olan öğretmenlerin olabileceğine inanmak sanıyorum güzel bir duygu. Yukarda bahsettiğimiz soruların cevapları eğitimde anahtarın da kilidin de göbeği öğretmen olduğu  için oldukça zor bir durum. Ne yazık ki öğretmen ne kilidi açılan bir anahtar; ne de kilide uygun bir anahtar niteliği ile değer görmemektedir.   Eğitimde öğreten ilk kişiyi öğretmen olarak değerlendirsek de; aslında her çocuğun ilk öğretmeni başta annesidir. Ebeveynlerin çocuk yetiştirme süreci öğrenmeye etki eden bir süreç.  İnformal öğrenme süreçlerinin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Bireyin formal yollarla edindiği bilgiler planlı ve programlı olmakla birlikte bir amaç doğrultusunda yol almaktadır. Eğitim fakülteleri bu hizmeti sağlayacak olan öğretmenlerin yetiştirilme sürecinde kapsamlı programlar sunabilmektedir. Bu programlara ilişkin gelişim ve öğrenmeyi destekleyen, teknoloji- sanat- eğitimde plan ve program oluşturma- sınıf ve okul yönetimi gibi pek çok örnek verilebilir.  Etkili okul yönetimini etkili öğretmenlerle sağlayabilmek için; eğitim amaçlarının yürütülmesinde önemli bir role sahip olan öğretmen adaylarına ve öğretmenlerimize gerek maddi gerek manevi desteklerle gelişim ve eğitimlerini destekleyen fırsatlar sunmalıyız.  Bu süreç mesleğe başlayan öğretmenin kendini geliştirme ve yenileme sürecinde de bağlı bulunduğu kuruma da yarar sağlayacak bir gelişmedir.  Okullarda çağdaş eğitim yaklaşımları ile çağı yakalamaya çalışıyoruz ancak nedense bir türlü çağdaşlaşma ile ilgili gerekli ön hazırlıklar ve alt yapıyı tamamlayamıyoruz. Müfredatları yetersiz bulup eğitim programlarını yeniliyoruz fakat bu programların verimli olması adına öğretmenleri gerçek anlamda sürece hazırlamak ya da sürece adapte etmekle ilgili sıkıntılar yaşıyoruz. Bir takım doğrularımız ve değerlerimizi eksik bulup onları programlarımıza ekliyoruz;  fakat bizim doğrularımız ve değerlerimiz ile bunların uygulayıcısı olan öğretmenlerin algılarını örtüştüremiyoruz.

 

Öğretmenliğin fıtratında var olan bazı değerleri unutmamamız için değer vermeyi ve değer görmeyi de unutturmamalıyız. Evet! Bu meslekte “3S Kuralı” vardır. Bu kuralı hiçbir kitapta okuduğumu hatırlamıyorum. Fakat öğretmenlik mesleğine ilk başladığım okulda o okulda uzun süredir birinci sınıf öğretmenliği yapan bir Pakize öğretmenimiz vardı. Bu “3S Kuralı”nı bana öğreten insan Pakize Öğretmen’di.  O okulda Pakize Öğretmen denince, kendini adeta insana insan olmasından ötürü değer veren Atatürk’çü bir cumhuriyet kadınını oluşu, hem öğrencilerinin hem de yeni bir öğretmen olan benim de yol gösteren öğretmenim oluşuyla hatırlattırıyordu kendini bana.  Girişkenliğim ve sürekli bir şeyler üretiyor olmamadan onur duyuyor ve de  gurur duyarken çevremde beni yıldıracak olumsuz durumlarla ilgili bana hem güç hem de  rehber oluyordu.  Bir gün öğretmenler odasının giriş kapısında okulda kanser hastaları için yapmayı planladığım bir organizasyona bir sınıftan tüm okulu sürece birdenbire dâhil olması ile  ilgili ayaküstü sohbet ederken;  bana “ Nazmiye! Sen çok çalışkansın ve meyve veriyorsun. Ne yazık ki; meyve veren ağaç da unutma taşlanır. Meslekte “3S Kuralı” vardır bunu unutma!  Bu 3 kuralı hayatından çıkarmazsan kimse seni taşlarken yıldıramaz.” demişti.  Evet! Benim o istekli, sürekli iş çıkarıp sürekli uğraşan çocuk gibi heyecanlı halime bu kuralı çok güzel tamamlıyordu.  Esasında her insanın fıtratında olması gereken bu 3 özelliği mesleğin ilk yıllarında öğreniyor olamam kendimi tanımamla ilgili ve mesleğe motive olmamla ilgili hayatımda hedefleri koyabilmeme bile katkı sağlayan büyük bir şanstı. İnsanları sevmek, saygı duymak ve hedeflere ulaşabilmekle ilgili sabırsız heyecanımıza sabretmeyi öğretmek ne kadar önemli bir kuralmış değil mi? Peki öğretmenlikte “3S Kuralı” neydi?

1. SEVMEK: Öğrencilerinizi gerçekten severseniz; öğretmekten haz alırsınız.

2. SAYMAK( SAYGI DUYMAK): Öğrencilerinizin gerçekten gelişim dönemlerini ve ne olduklarını iyi değerlendirip onların doğalarına saygı duyup beklentiler beslerseniz; gerçekçi hedefler koyduğunuz için onları öğrenme sürecinde mutlu edersiniz. Öğrencilerinizin size parmak kaldırıp konuştukları, ya da anlattıkları şeylere verdiğiniz tepkilerinizde saygı duyulmayı hisseden çocuklar; ilerde saygı duyan insana değer veren ve büyüğünü- küçüğünü sayan, bilen yetişkinler olabilecektir.

3. SABRETMEK: Dünyada yüz yılda sadece bir çiçek açan “sabır otu ağacı” olarak bilinen ya da “yüzyıl bitkisi” olarak bilinen bitkiler âleminde “Agave Kaktüsü” olarak bilinen kaktüs gibi yaşayabilmek.  Kazancınız olarak bir ömür beklentinizde sabırlı olmak.  İşte sabretmek; bir özel eğitim öğretmeni için 10 yıl boyunca hiçbir göz kontağı kuramayan öğrencinin bir gün öğretmeni ile göz kontağı kurmasının ardından öğretmenin öğrencisine bu beceriyi kazandırabilmeyi başardığı andaki sevinçte sabrına şükretmek gibidir sabretmek. Nitekim öğrencilerinize kazandırdığınız iyi ya da kötü öğrenme geçmişleri onların gelecek hayatlarına sizin kattığınız değerlerin yansımasıdır oysa.

Meslekte bu 3 değeri yaşatabilmek için; çok güçlü olmak zorundayız.  Pakize Öğretmen hala daha farklı bir okulda birinci sınıf öğretmeni olarak görevine devam ediyor.  Geçen 12 yıllık süreçte ne yükselme sınavlarına katıldı; ne de gerçekten buram buram öğretmenlik tüten karakteriyle öğrencilerine karşı fıtratını bozmadı. Ne müdür oldu; ne daire müdürü, eğitim bakanı, ne de müfettiş. Binlerce çocuğu bağrına alırken, öğretmenliğiyle yeni öğretmen olan öğretmenlere de rol model olmaya devam ediyor.  Öğretmenlik mesleğini gerekleri ile yerine getiren gerçek öğretmenlerin değer bulduğu bir düzen istemeye ısrarcı olmak için öğretmene değer veren ödüllendirmelerin 25 yılını dolduran öğretmene plaket sunulması ile gerçekleşebileceğini sanıyorsak yanılıyoruz.  Gerçek eğitimin içinde pişen öğretmenlerimizin sesini duyan, anlayan ve söz sahibi ettiren bir yapıyı oluşturduğumuz zaman; 21. yy.’a uyum sağlayabilen bir ülkeyi de geliştirmiş olabileceğiz. Eğitimcilerin eğitimi yönetmek ve eğitimde iyi işler başarabilmesini sağlayacak olan önsezilerini güçlendirebilmeleri için karşılarında nasıl bir toplum olduğunu iyi tanıyor olmalarında fayda var. Örnek vermek gerekirse; cehaletin beslendiği bilgi kirliliği nedeni ile zaman zaman işimizi yaparken;  farklı algılanacağız. Elbette yapmak istediğimiz hedefleri gerçekleştirmek için gayret gösterirken; gereksiz enerjiler tüketmek zorunda da kalabileceğiz. Meslekte karşılaştığımız engellerle mücadele ederken birilerinin gözünde haksız niteliği de taşıyabileceğiz.  Ancak unutmamamız gerekiyor ki; biz alçaldıkça yükselmeyi hissedeceğiz. Bunun için hepimizde “3S Kuralı” ile birlikte bir Mimar Sinan ruhuyla ustalık eserlerimizi sergileyeme gönül vermeliyiz.

Peki, Mimar Sinan Kimdir? Ve neden “3S Kuralı” ile “Kalfalık Eseri”?

 29 Mayıs 1489 yılında Kayseri de doğup; 17 Temmuz 1588 yılında İstanbul’da vefat eden Mimar Sinan Osmanlı Devletine uzun yıllar büyük hizmetler vermiş ve bugün aradan geçen yüzyıllara rağmen hala daha ayakta kalabilmeyi başaran büyük eserlerle kendini bizlere yaşatan büyük mimarlarımızdan birisidir değil mi? Mimar Sinan Osmanlı Döneminde I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat Dönemlerinde baş mimar olarak görev yapmıştır. Yaptığı eserleri sayesinde geçmişten günümüze dünyaca tanınan bir isim olmayı başarmıştır. Türkiye’de bugün hala daha ziyaret edilip gezilmeye değer değer Mimar Sinan’ın Kalfalık eseri olan Süleymaniye Camii ve ustalık eseri olarak bilinen ve Edirne’de inşa edilen Selimiye Camisi tarih kitaplarında sürekli okuduğumuz iki değerli eser. Nitekim bu iki serlerden birinin öğretmenlere, toplum mühendislerine ibret olacak bir hikâyesi anlatılmaya değerdir. Halk dilinde minarenin hikâyesi, eğri minarenin hikâyesi olarak da bilinen bu hikâye Mimar Sinan’ın “kalfalık eseri” yani “ustalık eseri” diye adlandırdığı Selimiye Camisi’nin inşaatının bitiş sürecinde yaşanan bir olayı anlatır. Mimar Sinan, “ustalık eseri” Selimiye’nin inşaatı sonrasında karşısında oyun oynayan küçük çocuklardan birinin arkadaşına “Şu minare eğri yapılmış” dediğini duyar ve çocuğa “Göster bakalım hangi minare eğri olmuş” diye sorar.  Çocuk  “Şu sağ taraftaki minare eğri.” diye gösterir. Mimar Sinan çocuğun yanında ustalara talimat verir ve “Bize bir halat getirin” der. Sonra halatın bir ucunu minareye bağlattırır. Küçük çocuğu yanına çağırır ve şöyle söyler: “İşçiler şimdi halatı çekerek minareyi düzeltecekler. Minare düzelince sen de tamam diyerek bizleri uyar.” İşçiler halatı çekmeye başlar ve biraz sonra küçük çocuk, “Tamam düzeldi!” diye bağırır. Mimar Sinan çocuğa “Şimdi tamamen düzeldi mi?” diye sorunca, çocuk da “Evet düzeldi, şimdi daha güzel oldu, bak” diye cevap verir. Ustalar bu olaya anlam veremez. Bunun üzerine Mimar Sinan’ın ustalara söylediği şey neden Osmanlı’nın en büyük mimarı olduğunu küçük bir detayla kanıtlar niteliktedir: “Bu küçük çocuğun kafasındaki minarenin eğriliğini düzeltmeseydik, çocuk caminin yanından geçerken güzelliğini göremezdi. Kafasındaki minarenin eğriliğine takılırdı. Önlem alınmazsa, dedikodular aslı astarı olmasa bile iz bırakırlar. Böylece caminin adı da eğri minareli cami olarak yayılırdı.”

 

Evet! Değerli hocalarım! Eğitimde doğru olanı yapabilmek kim bilir belki de Mimar Sinan gibi olabilmeyi gerektiriyor. Yüzyıllar geçse de insan doğasında aynı fiziksel görüntülere sahip olsa da farklı düşünceleri zihninde barındırmaya devam ediyor. Yapısal olarak organlarımız aynı amaçlar için var olsalar da hayatın tadını renklendiren en güzel şey farklı düşünceler ve farklı algılardır.  Öyle ya insanların eğri düşüncelerini değiştirebilmek her zaman doğruyu önlerine sergilemekle sağlanamıyor. Bazen eğri olan düşüncelere de değer vermek; eğrileri düzelttirebilmek için ufacık da olsa çaba harcamak belki bir kişinin eğrisindeki düzelmelerle sayısız eğri düşüncelerin doğmasına engel oluşturabilmektir ne dersiniz? Kim bilir bu yazıları okurken; doğru olan bir düşünceye nasıl yanlış bakılıyor diye canınız sıkılacak ama bir gerçek var ki; o da insanın doğruyu öğrenebilmesi ancak ve ancak onu gerçekten deneyimlemesi yani yaşaması sonucu öğrenilebilir.

 

Devlet planlama ve programlama yapısında Mimar Sinan gibi olmayı başarabilmemiz için öğretmenlerimiz var olan iyi özelliklerinin yanı sıra eksiklikleri ve yetersizlikleri ile değer görebilmelidir. Öğretmenin tutucu, muhafazakar ve değişime verdiği dirençlere direnişi ile ilgili zamanla kırılmayacağını söyleyenlerin öğretmenin toplum gözünde William Shakespeare’ın dediği gibi Bir iftira başka iftiraları doğurur ve yerleştiği yerde ebediyen kalır.” sözleri ile muhatap olmalarına da bir etkenler oysa. Dahası ilk belirttiğim gibi ne anahtar ne de kilit değeri olmayan işveren zihniyetinin hâkim olduğu hiçbir meslekte çalışanlar iş gücü olarak göbek noktası olsalar da gerçek verimlilik sağlayamazlar.

KAYNAKÇA

  1. 01.2020 tarihinde "Gelecek Nesil Öğrenme" http://geleceknesilogrenme.blogspot.com/2015/06/21-yy-becerileri-nedir.html adresinden alındı.
  2. 01. 2020 tarihinde Şu Minare Eğri Yapılmış Hikayesi – Mimar Sinan Olmak” https://bilgideryam.com/su-minare-egri-yapilmis-hikayesi-mimar-sinan-olmak/ adresinden alındı.
Yorumlar (1)
Pakize Kurtay - 17 Ocak 2020 22:07
Köy okuluna geldiğin ilk yılındaki gibi hala meraklı,azimli,hırslı,çalışkan,verimli ve başarılısın.Devamı olacağı aşikar.Tebrikler.??
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları