Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Ağaç yaş iken mi eğilir?

‘Ağaç yaş iken eğilir’ atasözü gerçek anlamda alınabileceği gibi, -yani gerçek ağacın yaş iken eğilebileceği-, eğitimle ilişkilendirilerek “analojik anlamıyla” da ele alınabilir. Söz konusu atasözünün Türk kültüründe ve kimi eğitimbilimleri yazınımızda eğ

Kategori: Bilimsel Makaleler - Tarih: 30 Kasım 2019 19:41 - Okunma sayısı: 8.994

Ağaç yaş iken mi eğilir?

Ağaç yaş iken mi eğilir?

‘Ağaç yaş iken eğilir’ atasözü gerçek anlamda alınabileceği gibi, -yani gerçek ağacın yaş iken eğilebileceği-, eğitimle ilişkilendirilerek “analojik anlamıyla” da ele alınabilir. Söz konusu atasözünün Türk kültüründe ve kimi eğitimbilimleri yazınımızda eğitimle ilişkilendirildiği düşünülürse (Özbek, 2010: 5; Albayrak, 2009: 109), gerçek anlamdan çok analojik anlamda ele alındığını anlaşılmaktadır. Her analojik yaklaşım, bir parça örtülüdür, benzeyen-benzetilen ilişkisinin, benzetmelerde kullanılan sözcüklerin berraklaştırılmaya, aydınlatılmaya, yerli yerine oturtulmaya gereksinimi bulunmaktadır. Atasözünü, eğitime transfer ettiğimizde, genelde ağaçla, öğrenen; yaş ile çocukluk veya gençlik dönemi, eğmekle de eğitim arasında bağ kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Tam bu bağlamda, ağaçla, öğrenen, yaş ile çocukluk veya gençlik dönemi, eğmekle eğitim arasında gerçekten bağ kurulabilir mi sorusunu sormamız gerekmektedir. Bu soyu yanıtlamaya yönelik çözümlememiz, analojinin niteliğine ilişkin doyurucu bir yanıt bulmamızı olanaklı kılacaktır.
Analitik düşünen bir eğitimcinin, ağaçla öğrenen kimse arasında doğrudan analojik bir bağ kuramayacağı açıktır. Ağaçla, öğrenen arasında bağ kurmak, ağacı bilinçli saymak ya da en hafif deyişle, öğreneni bilinçsiz saymak anlamına gelmektedir. Bu haliyle analojinin önemli bir sorun içerdiği açıktır. Belki burada, bir fidanın yetiştirilmesiyle çocuğun yetiştirilmesi arasında analojik bir bağ kurulabilir ve bu durumda, bir fidanın/ağacın yetiştirilmesinde olduğu gibi çocuğun yetiştirilmesine de özen göstermek kastedilebilir. Bu bir parça anlamlıdır; çünkü deneyimlerimizle biliyoruz ki, fidanları/ağaçları, doğalarını gerçekleştirmek için zararlı etmenlerden korumak, sulamak, budamak vb. gerekmektedir; aynı durumun çocukları yetiştirmek için de gerekli olduğu ileri sürülebilir. Onların da doğalarını gerçekleştirmeleri için, zararlı unsurlardan, zararlı çevreden vb. korunmaları şarttır. Ancak atasözündeki benzetmenin bu anlamda olmadığı açıktır; çünkü atasözü fidanın/ağacın doğasını gerçekleştirmesinden değil, onu eğmekten söz etmektedir.
Yaş sözcüğüyle, çocukluk ya da gençlik dönemi arasında kurulan bağa gelince bu da sorunludur. Ancak burada tek sorun analoji değildir; aynı zamanda yaş sözcüğü de sorunludur. Çünkü yaş sözcüğü Türkçede çok anlamlı bir sözcüktür. Şemseddin Sami’nin Kâmûs-ı Türkî’sine bakılırsa, yaş sözcüğü, a) “toprak yaştır”; “yaş çamaşır”, “yaş ellerinle tutma”, “gözü yaşlı” örneklerinde olduğu gibi, ıslak, nemli, sulu, kurumamış; b) “yaş sebze” deyişinde olduğu gibi, taze, yeşil, körpe, kurutulmuş olmayan; c) “yaşın kaç”, “genç yaşında”, “yaşını başını almış” deyişlerinde olduğu gibi, ömrün miktarı ve derecesi (Sami, 2009: 1529) gibi anlam öbeklerine sahiptir. Bu çözümlemeye göre, atasözündeki yaşın en az iki anlama alınabileceği açıktır.  İlki, taze, körpe anlamı düşünülerek ‘ağaç, taze/körpe/fidan, iken eğilir’; ikincisi ise, ıslaklık anlamına alınarak, ‘ağaç nemli/ ıslak/ su yürümüşken eğilir’ anlamıdır.  İkinci anlam, yaşın karşıtı olan kuru ile birlikte değerlendirildiğinde,  belli bir döneme, ağacın yaş olduğu, ağaca su yürüdüğü döneme vurgu yapmaktadır ve bu durum, doğal olarak ağacın fidan/körpe halini aşmaktadır. Biz deneyimlerimizle biliyoruz ki, örneğin fındık ağacında olduğu gibi, kartlaşmış ağaçlar bile bahar ayında su yürüyünce eğilebilmektedir. Yani su yürüdüğünde, ağacın ömrünün bir önemi kalmamaktadır. Bu haliyle atasözü ağaçlar için bile genellenemeyecek niteliktedir. Ancak atasözünün ilk anlam öbeği yani, taze, genç, fidan anlamı daha genel bir kabul görmüştür. Aslında bu da genellenemez, sözgelimi incir fidanı eğilmeye kalkışılırsa hemencecik kırılabilir. Buna rağmen kültürümüzde, genelleme yapılarak, ‘ağaç, taze/körpe/fidan iken eğilir’ denilmek istendiği açıktır.  Nitekim aynı atasözünün ‘ağaç yaş/genç/fidan/yeşil iken eğilir’ versiyonları da bulunmaktadır (Albayrak, 2009: 108). Sözün anlamı buysa, her şeyden önce bu söz, eğitimde çocukluk döneminin önemine vurgu yapsa da, genellemeci niteliğiyle yetişkinlerin de öğrenebileceği gerçeğine gözlerimizi yummaktadır. Bugünkü pedagojik bilgimizle söylersek, eğitme erken başlamak oldukça önemlidir; ancak eğitimin ve öğrenmenin yaşı yoktur; eğitim ve öğrenme yaşam boyu sürer. Bu anlamda eğitimin ve öğretimin bir sonu bulunmamaktadır. Yetişkinlerin ve yaşlıların öğrenmelerinde gerilemelerin, yavaşlamaların olduğu ileri sürülse de, onlarda öğrenmenin olmadığı sonucuna varılmaz. Hele içinde yaşadığımız bilgi-iletişim teknolojilerinin hızla değiştiği, bilgilerin sürekli güncellendiği bir ortamda, yaşama ayak uydurmak için her yaştaki insanın kendini yenilmesine gereksinim vardır ve bu da sürekli eğitim ve öğretimi zorunlu kılmaktadır. Atasözünün içerdiği bu hata Nigel Warburton’un da dikkatini çekmiştir. Nitekim o düşünce yanlışlarını ele alırken atasözlerine de değinir ve şöyle der:
“Atasözlerinin birçoğunda doğruluk payı bulunur ve bazıları gerçekten de çok engin bir bilgelik içerir, ama güvenilir bir bilgi kaynağı değildirler ve yanıltıcı olabilirler. Örneğin, ‘ağaç yaş iken eğilir’ sözünü alalım. Bu söz ne bütün ağaçlar için doğrudur ne de bütün insanlar için, çünkü yeteneklerinde köklü sıçramalar yapabilen bir sürü yaşlı insan vardır. Yaşlandıkça yeni davranış biçimleri geliştirmenin zor olduğu doğru olsa da, bunun herkes için her bakımdan doğru olduğu söylenemez. Oysa bu darbımeselde, yaşı ilerlemiş birine hiçbir koşulda yeni bir şey öğretmenin mümkün olmadığı söylenmektedir ki, bu acele yapılmış bir genellemedir ve tabi ki yanlıştır. Böyle görünüşte bilgece olan sözler, bir yetkili ağız rolü oynarsa, eleştirel düşünceye yer kalmaz. Derinlik izlenimi yaratmak, gerçek anlamda derinlik ile aynı şey değildir ” (Warburton,2000: 28).
Warburton, ‘ağaç yaş iken eğilir’ atasözünü, belirsizliği, bazı/bütün karşıtlığı yaratması, yetkili ağız konumuna geçmesi ve erken genelleme yapması yüzünden haklı olarak eleştirmektedir ve özellikle sözün yetişkinlere yönelik gerçeklikle örtüşmediğini dile getirmektedir (Warburton,2000: 28). Türkiye’de yetişkin eğitiminin ihmal edilmişliği düşünülürse, anılan atasözünün yetkili ağız konumuna geçtiği ileri sürülebilir. Zira pek çok gelişmiş ülkede yetişkin eğitimi konusunda güçlü çalışmalar yapılmasına karşın, bizde yetişkin eğitimi neredeyse tümüyle camilere ve imamlara bırakılmış durumdadır. Atasözü, ‘ağaç nemli/ ıslak/ su yürümüşken eğilir’ anlamına alınırsa, sözün yaşam boyu öğrenmeye karşı olmadığı şeklinde yorumlanması olasıdır;  her ne kadar burada ağacın su yürüdüğü bahar ayları dönemine vurgu yapılmış olsa da, doğadaki döngü gereği, bu ömür boyu anlamına da alınabilir. Bu haliyle söz, yaşam boyu eğitim ve öğrenmeyle, biraz zorlama da olsa,  ilişkilendirilebilir.
Atasözündeki eğmek ile eğitim arasında kurulan analojiye gelince, kanımca bu da oldukça sorunludur. Eğmek, Divanü Lugati’t-Türk’e bakılırsa, Türkçede bükmek, kıvrık hale getirmek anlamına gelmektedir ve genelde nesneler için kullanılmaktadır (el-Kaşgari, 2005: 249). Bunu analojik bile olsa insan için kullanmak, etik ve bilimsel açıdan doğru durmamaktadır (Yayla, 2005: 13). Çünkü insanın doğasına yaklaşımı eleştiriye açıktır ve eğilen insan, eğilip bükülmeyi öğrenir; kendini ve yeteneklerini keşfetmek, yaratıcılığa yönelmek yerine, birisine, bir düşünceye, bir inanca, bir ideolojiye kul köle yapılır. Bu kişinin düşünerek, taşınarak, seçeneklerle yüz yüze gelerek, tercihler yaparak, yaratıcı gizilgücünü dışsallaştırarak özneleşmesini engellediği gibi, eylemlerinin sonuçlarını üstlenmesine, yani kişi olmasına da engel teşkil eder. Yine eğilip büküldüğü için, sorgulama, eleştirme ve yaratıcılık geleneği kökleşemez. Eğilen-bükülen nasıl sorgular, nasıl eleştirir, nasıl yeni açılımlar yapabilir, nasıl yaratıcı ve kendisi olabilir?  Sonra eğmek fiili, güçlü bir pragmatist öğe de içerir. Sözgelimi annem, bir fidanı belli bir yönde büyümesini isterse, onu başından istediği tarafa eğer ve onu istediği yöne bağlar. Onun gölgesinden yararlanmak istiyordur; ondan çardak yapmak istiyordur vb.. Eğilen fidan, fidan olmaktan çıkıp, annemin amaçlarına hizmet eden bir nesneye dönüşüverir. İşte bu nedenle, çocuklarımız eğip büken eğitim sistemi, onların kendileri olmalarına izin vermez; onları yetiştiricilerin, siyasilerin, din adamlarının, ailenin vb. istedikleri amaca hizmet eden kölelere dönüştürür. İnsanın her zaman gelişime açık olanaklar varlığı olduğu gerçeğinin görülmesine engel olur (Çotuksöken, 2013: 271). Bu eğitim değil, olsa olsa bir tür fikir ve düşünce aşılamasıdır ve aşılamanın, gelişime, değişime, yaratıcılığa ve kendi olmaya ket vurduğu düşünülürse, eğitimle bir bağının olmadığı daha kolay anlaşılır. Türkçede sözün tek versiyonu, ‘ağaç yaş iken eğilir’ de değildir; ‘ağaç yaş iken doğrulur’ versiyonu da bulunmaktadır (Albayrak, 2009: 109). Ancak bu versiyon çok yayılmamışa benzememektedir. Oysa bu söz, kimi yönleriyle eleştiriye açık olsa da, pedagojik olarak daha anlamlı gözükmektedir.  
Şu halde, çözümlememizden yola çıkarsak, ‘ağaç yaş iken eğilir’ atasözünün eğitimle ilgili kullanımına felsefi olarak meydan okumak gerektiği açıktır. Hiçbir aklı başında eğitimci bu sözü eğitim bağlamında kullanmamalıdır; eğer bilerek kullanıyorsa, o eğitimci değil, olsa olsa bir ideolog, ya da fikir aşılayıcısı olarak görülmelidir.

Referanslar:
(1) Albayrak, N. (2009). Türkiye Türkçesinde Atasözleri. İstanbul: Kapı Yayınları.
(2) Çotuksöken, B. (2013). “Eğitimin Dünü Bugünü”. Felsefe: Özne-Söylem. İstanbul: Notos Yayınları.
(3) el-Kaşgari, M. (2005). Divânü Lügati’t-Türk, (çev.: S. T. Yurtsever-S. Erdi). İstanbul: Kabalcı Yayınları.
(4) Özbek, A. (2010). “Din Eğitimi İle İlgili Temel Kavramlar”. Din Eğitimi ve Din Hizmetlerinde Rehberlik. (Ed.: M. E. Ay), Eskişehir: AÖÜ Yayınları.
(5) Sami, Ş. (2009). Kâmûs-i Türkî. cilt:I-II, İstanbul: Çağrı Yayınları.
(6) Warburton, N. (2000). A’dan Z’ye Düşünmek. (çev.: S. Çalışkan). Ankara: Dost Kitabevi.
(7) Yayla, A. (2005). “Eğitim Kavramının Etik Açıdan Analizi”. YÜEF Dergisi, cilt: II, sayı: 1 (1-12).

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Bilimsel Makaleler Yazıları