Hatice Sönmez Kaya
Kategori: Edebiyat - Tarih: 18 Aralık 2024 20:07 - Okunma sayısı: 13
Gar kalabalıktı.
Saat yirmi dördü gösterirken, ön perona yaklaşan tren; kalkış düdüğü ve lokomotifin homurtusuyla ağır ağır hareket etti.
Yakınlarını yolcu edenlerin uğultusuyla gecenin alışılmış ritmini bozan trenin tiz sesi, Nedime’nin içinde yaşadığı depremin çoğalan çığlığıydı. Dayanma gücünü tüketen, ruhunu sakatlayan bir sesti bu…
Bilinmeyen bir geleceğe uzanan yollar, inmek istemediği ve artık hiç dönülemeyecek bir yere yolculuk…
Trene son anda yetişen kadını görünce yüreği ağzına geldi. Dallı güllü uzun bir entari, el örgüsü hırka vardı üstünde. Çocukluk belleğine yerleşen, oyalı yeşil yazmasıyla annesine benzetti onu. İçinden, “Anne!” diye seslenerek istemsizce yerinden fırladı. Kahverengi muşamba bavulunu yerleştirmeye çalışan kadın kendisine dönünce, yeni yaptırdığı belli dişleri ve siyah kalın kaşıyla ondan en küçük bir iz bile göremedi. Bavuldu yalnızca gideni yansıtan.
Düş kırıklığıyla yerine geçti.
Ne zaman trene binse, annesiyle aynı yaşlardaki kadınlardan gözlerini ayırmazdı. Kederli yüzlerde aradı daha çok, onun yerine koyabileceği kişiyi.
Terk edildiğinde, küçücük bir kızdı. Hayal meyal anımsıyordu. Yanından usulca kalkıp, kahverengi tahta bir bavulla kimseye görünmeden kaçarcasına çıkmıştı kapıdan. Yanağına, bugün bile izini duyumsadığı ıslak bir öpücük bırakmıştı. Bir kanadı açık küçük pencerede, yaz gecesini serinleten yelin savurduğu tığ işi beyaz bir perdeydi ondan geriye kalan. Bir de yastığına bulaşan kınalı saçının lekesiyle ceviz yaprağı kokusu...
Aklında kalan; ağlamaklı bakışı, yuvarlak beyaz yüzü, incecik dal gibi uzun boyuydu. Üstünde; rengini unuttuğu el örgüsü bir hırka, güllü entarisi ve ayağındaki naylon terlikle çıkıp gitmişti…
“Kadın başına gece gece trene bindi gitti. Arkasına bile bakmadı!”
Sık seslendirilen, kafasından atamadığı bu ünleme, “Seni bırakıp gitti, dönmeyecek!” anlamında ve her keresinde kalbine saplanan bir bıçak darbesiydi...
Eli kalem tuttuğunda başladı aklında kalanları çizmeye. Büyüdükçe odasına kapanıp, her keresinde beğenmeyip yırttığı, elinde bavul bir kadın resmi yaptı. İnce uzun, yüzü olmayan bir kadın. Başörtüsünden sarkan bir tutam perçemiyle…
Gideceği yere yaklaşınca doğruldu. Uyumaktan çok karmaşık düşlere dalmaktı onunki. Tam karşısında oturan karı kocanın aralıksız konuşmalarından ve yüzüne düşen sabah güneşinden etkilendi. Vagonun penceresinden, sararmaya başlayan ekinlere baktı. Çocukluğundan beri, uçsuz bucaksız kuraklaşan ovaları her izleyişte, sonsuzluk duygusu
yaşardı. Gidenlerin geri dönmeyeceği, kendisini de yitirebileceği ve kimsesizliğin acıttığı bir duygu…
“Annen, seni benim başıma atıp gitti!” yakınışının ezikliğini omuzunda taşıdı hep. Ağır bir yüktü bu. Babaannesi, oğlunu yitirişinin onulmaz acısını, gelinine ve torununa öfkelenerek çıkarıyordu belki de.
“Ananın karnındaydın baban öldüğünde,” derken yüzünün çizgisinde, sert bakışlarında aradı kederini. Söylediklerine göre, geceleri beklemeye kaldığı harman dönüşü yataklara düşmüş, kalkamamıştı bir daha. Düşlemeye çalışsa da tanımadığı, soluğunu, sesini duymadığı, yalnızca fotoğrafına bakarak özlediği biriydi o.
Ya annesi?
Bir anne yavrusunu bırakıp neden giderdi?
“Nedime sofrayı hazırla! Nedime yeğenine bak! Nedime bahçeye git!” diyen babaannesinin otoriter sesinden ürker, yanına sokulamaz, torunlarını kucağından indirmeyen komşu büyükannelerin sevgisini kıskanırdı. Varlığını yok sayan yengesine yaklaşamazdı bile.
Rüyalarının konuğu olan annesine sitem ve özlemle yakınır, “Neden anne neden yanımda değilsin!” diye haykırarak uyanırdı.
Amcasının elmalığında, yere düşenleri toplar, çürüyenleri ayırıp, traktöre ulaşıncaya değin yorgunluktan çok, sevgiye, ilgiye duyduğu susuzluğu yaşardı. Koca bahçede, ağaçların dallarına konuşlanan, cıvıltılarıyla içindeki ateşe yanıt veren sığırcıklar ve yanından ayrılmayan köpeği olmasa, sevgisizliğin burgacında yitip gidecekti.
Kaybolduğu belli bu yavruyu bulduğunda, koynuna alıp eve getirmişti. O da kendi gibi kimsesizdi, ‘Mahzun’ koydu adını. Ne ki yerinde duramayan heyecanlı miniği, aşağılamak için ‘Delibaş’ diye çağırdı evdekiler. Karanlık çocukluğunun geçtiği bu evden okumak için çıktığında, en çok Mahzundan ayrıldığına üzüldü.
Yalnızlığın kıskacında kıvranırken, soruları hiç bitmedi. Annesinin gidişini haklı çıkaracak yanıtların peşindeydi en çok.
Niçin gitmişti? Nereye gitmişti? Kocasının ölümünden sonra sığamamış mıydı buralara? En ağırına gidense amcasının “Kim bilir nerelerde kimlerle sürtüyordur,” demesiydi. Yoksa ağzından düşürmediği sigarasıyla evdekileri emir eri gibi kullanan adamdan, yukarıdan bakan eltisinden ve sürekli aşağılayıcı sözleriyle insanın kafasını didikleyen babaannesinden mi kaçmıştı?
Küçük çocuğunu bırakıp gidecek denli canına tak ettiren neydi?
Nedime bunu hiç öğrenemedi…
Peki kendisi nereye gidiyordu?
Sık sık yön değiştiren bu trenlerle nereye gidiyordu? Birlikte kaldığı arkadaşına yalan söylemekten usanmıyordu hiç. Ya yeğenlerinin özel günlerini ya da uzak bir akrabasının sayrılığını gerekçe gösterip bu süreçte, her yıl bulunduğu kentten; doğuya, batıya, batıdan güneye birkaç kez tren yolculuğu yapıyordu.
Üniversiteden kardeş yakınlığındaki sabırlı kız arkadaşı, derdini bilirmiş gibi ses etmez, sorgulamazdı hiç. Kendi yaşamına yön veren, okulunu bulduğu işlerde harçlığını kazanarak bitiren arkadaşının direngen yüreğine hayrandı. Bir kez çekinerek psikiyatriye görünmesini salık verdi diye kırılmıştı. Zaten yakında evlenip ayrılacaktı yanından.
Oysa kendi bu zihin bulanıklığıyla atılı bir nesne gibi oradan oraya sürüklenmesiyle okulu bitirmesine karşın kim bilir ne zaman ve nasıl iş bulacaktı? Yine de onun itelemesiyle Millî Eğitim Bakanlığına başvurmuştu.
Annesi için kaygılanan bir akrabasının “Gitmeseydi şimdi amcana baba diyecektin,” sözü içine dert olmuştu. “Babaannen, amcanla everecekti onu.”
Nedime, çocukken bunun ne demeye geldiğini hiç anlamadı. Şimdiyse bu gidişin gerekçesinden biri, kafasında oluşturduğu listede ilk sıradaydı. Öteki olasılıklar silinip yeniden yazılan etkisiz varsayımlardı.
Yıllardır bu denklemi kurmaktan yorulmuştu. Çözümsüz sorulara yanıt bulamamaktan yıpranmıştı ve ne zamandır içini kavuran duygusal bir sarmalda debeleniyordu.
“Bir kadın gece yarısı nereye gider?” demişlerdi annesi için. Kasabalarına yakın istasyonda çalışan bir tanıdık, onu gördüğünü gizemli ses tonuyla anlatmıştı.
“Başörtüsünün ucuyla yüzünü saklıyordu, ‘Bacı nereye,’ diye sordum, karşılık vermeden vagona attı kendini.”
İnsanların yakınlarını, sevdiklerini, gülüşünü, sesini duyup da ansızın yitirmesiyle yaşanacak ruhsal bunalımının ağırlığını anlıyordu. Tıpkı şu anda kendisinin yaşadığı iç acısı ve bunalımı gibi…
Öğleye doğru Basmane Gar’ına varan trenden, birkaç parça giysi ve özel eşyalarının bulunduğu çantasını sırtına alıp indi. Dolmuşla Karşıyaka’ya geçti. Ana caddede kaldırıma yanaşık taksilerden, sıradakine binerek gideceği yeri söyledi.
“Çocuk Esirgeme Yurdu!”
02 Aralık 2024 22:54
02 Aralık 2024 21:54
07 Aralık 2024 01:06
17 Aralık 2024 21:24
01 Aralık 2024 19:03
14 Aralık 2024 14:10
17 Aralık 2024 15:12
01 Aralık 2024 13:19
16 Aralık 2024 19:23
02 Aralık 2024 13:05