Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Batı’da Türk Algısı

Barış Akkurt

Kategori: Sosyal Bilimler - Tarih: 07 Kasım 2024 20:34 - Okunma sayısı: 570

Batı’da Türk Algısı

Fransız yazar Antoine de Saint-Exupery’nin (1900-1944) klasikleşmiş eseri “Küçük Prens” (1943) birçoğumuzun sevecenlikle okuduğu bir masal kitabı olmuştur. Bu kitaptan anımsayabileceğiniz bir bölüm beni okuduğunuz bu yazıya götürdü. Şimdi birlikte okuyalım:

“Küçük prensin geldiği gezegenin asteroit B 612 olduğuna inanmak için sağlam sebeplerim var. Bu asteroit teleskopla yalnızca bir defa, 1909’da bir Türk astronom tarafından görülmüş.

O zaman bir Uluslararası Astronomi Kongresi’nde keşfini büyük bir sunumla anlatmış. Ama kıyafeti yüzünden kimse ona inanmamış. Büyükler böyledir işte.

Neyse ki asteroit B 612’nin şansı yaver gitmiş ve bir Türk diktatör, halkını Avrupalı gibi giyinmeye mecbur etmiş, bunu yapmayanlar ölümle cezalandırılacakmış. Astronom sunumunu 1920’de çok şık bir kıyafetle tekrar yapmış. Ve bu sefer herkesi ikna etmiş.”

Şimdide Can Dündar’ın “Yükselen Bir Deniz” isimli kitabına bir göz atalım. Yazar bu çalışmasında Atatürk’ün doğumundan Cumhuriyet’in ilanına kadar ki askeri ve politik dönemeçleri Atatürk özelinde ele alıyor. Şu bölüm oldukça ilgi çekici:

“1910 Sonbaharında Mustafa Kemal Picardi’de düzenlenen askeri manevraları izlemek üzere Fransa’ya davet edildi… Mustafa Kemal için Fransa’nın asıl anlamı, fikirlerini okuyup durduğu düşünürlerin ve örnek aldığı devrimin anavatanı oluşuydu… Batı’yla 28 yaşında ilk kez tanışacaktı… Sırp sınırını geçince Mustafa Kemal valizini indirip başındaki fesi çıkardı ve İstanbul’da Tiring mağazasından aldığı şapkayı giydi.

II. Mahmut döneminde zorla giydirilmiş olan fes, artık yıkılmakta olan bir imparatorluğun simgesi haline dönüşmüştü. O kadar ki, tatbikatta görüşleri dikkate alınmayan Mustafa Kemal’e bir Fransız albayı ‘Başınızda bu tuhaf başlık oldukça kimse kafanızdakilere itibar etmez’ diyecekti.”

Küçük Prens’te bahsi geçen “Türk diktatör” Atatürk olmalı. Bu bölümde “Türk diktatör”e dair bir olumsuzlama görmek pek mümkün gözükmüyor. Hatta Türk astronomun onun kılık kıyafete dair dayatmaları sayesinde sözünün dinlendiği, dikkate alındığı açıktır. Bir masal kitabının tarihi gerçeklerle birebir uyumlu olmasını beklemek de uygun bir okuma olmasa gerek. İki metinde de ortak olan öğe ise, Batı’da dikkate alınmak için kılık kıyafetin ne kadar önemli olduğu. Kılık kıyafet uyumlu olmadığında, deyim yerindeyse, hayatın sırrına sahip olsanız da bunun pek dikkate alınmadığı. Mustafa Kemal bu sorunu 1910 yılında yakıcı bir şekilde yaşamış. Bu tür nedenler Türk modernleşmesinin itici güçlerinden biri olsa gerek.

Küçük Prens’teki 1920 tarihi kılık kıyafet uygulamalarına ilişkin çok erken bir tarihi işaret ediyor. Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği bir süreç bu. Kılık kıyafet düzenlemeleri görece geç bir tarihte ortaya çıkıyor.

Vikipedi’den kısaltarak aktaralım: Bizde Şapka düzenlemesi 2 Eylül 1925 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle ortaya çıkıyor. Devlet memurlarına şapka giyme zorunluluğu getiriliyor. Bu tarih sonrası yerel yönetimlerinin de çeşitli uygulamaları oluyor. Örneğin, Trabzon Vilayet Meclisi Aralık 1926 tarihinde peçe takılmasını yasaklıyor. “Bazı Kisvelerin (kıyafetlerin) Giyilemeyeceğine Dair Kanun” ise, 3 Aralık 1934 günü Mecliste görüşüldükten sonra oy birliği ile kabul edilerek yasalaşıyor.

Bu süreci Batı’ya rağmen Batılılaşma sürecinin bir parçası, Türk modernleşmesinin aşamalarından biri olarak değerlendirebiliriz.

Fransız albayın temas ettiği noktanın, Batı’da Türklere karşı genel bir eğilimin sonucu olduğu da söylenebilir. Konuya açımlayabilmek için, Fransız kültüründe yer bulmuş iki olumsuzlamayı aktaralım. Yetkin Report sitesinden aldığım bu iki deyim şunlar:

“Gerçek Türk” (Ces’t un vrai Turc): Kaba ve zalim insanları tanımlamak için.

“Türk gibi” (a la turgue): Bir kişiye veya şeye pervasızca ilgi duymak anlamında.

İlber Ortaylı “Tarihimiz ve Biz” isimli kitabında bu meselelere de değinmiştir: Batılı için Türk; istilacı, kavgacı ve militarist bir yapıdadır. Ordusu kuvvetlidir. Militan bir İslam’ı temsil eder. İslam’ın hakiki mahiyeti de budur zaten. Bir örnek verir. Alman okul ansiklopedisinde, “651’de Türkler İran’ı istila edip İslamlaştırdıktan sonra…” Burada tarihin çarpıtılması ve gerçeklikten uzak oluşu durumunu bir kenara bırakırsak, Türkler istilacıdır ve istila ettikleri ülkeleri İslamlaştırır ön kabulü yatmaktadır. Uzun asırlar boyunca Kilise Türkler aleyhine yoğun bir propaganda yapmıştır. Kilise Batı’da siyasetin öncüsü ve ustasıdır. Bugün de benzer önyargıların kalıntıları bulunmaktadır. Ortaylı’ya göre, Bugünkü Avrupa Birliği; hem ekonomik, hem siyasi, hem de kültürel açıdan en organize, en yaygın, en hâkim dini kuruluştur.

Türk kimliğine yönelik Batı’nın olumsuz yaklaşımına benzer, genel anlamda, başka toplulukların da daha başka topluluklara çeşitli yakıştırmalarda bulunduğu malum. Türkler de bu durumdan azade değil elbette. Tarihsel acılar ya da düşmanlıklar uzun asırlar boyunca ırkçı yaklaşımları da canlı tutuyor diyebiliriz.

Popüler bir örnek vermek gerekirse; İzlanda’da 1970’lere kadar bir Türkü öldürmenin ceza gerektirmediğini biliyor muydunuz? Tali bir konu olmakla birlikte üzerinde biraz duralım.

Evrensel gazetesinin yazdığına göre, 20 Haziran-19 Temmuz 1627 tarihleri arasında Hollandalı Kaptan Murat Reis öncülüğünde Fas ve Cezayirli korsanlar tarafından gerçekleştirilen yağma harekâtları kapsamında yapılan baskınlarda 40 kişi öldürülürken en az 400 İzlandalı da esir alınmıştır. Bu durum “Türk Baskını” olarak anılmıştır. Bununla birlikte, 1615’te İspanya’dan balina avı için gelen Bask denizcilerle yaşanan sorunlar sonrası ilan edilen “Baskların görüldüğü yerde öldürülmesi” yasası da ancak 2015’te lağvedilmiştir.

Her topluluğun zarar gördüklerine karşı tepki geliştirmesi oldukça doğal. Ancak bunun asırlar boyunca devam etmesi oldukça ilginç. Burada bu topluluğun belleğinde derin yaralar açıldığını anlayabiliriz pekâlâ. Bu popüler konu sonrası kaldığımız yerden devam edelim.

Roni Margulies’in “The Terrible Turk- Batı’nın Gördüğü ‘Türk’” isimli güçlü çalışmasını da önemsemek ve ondan faydalanmak gerekiyor. Arka kapakta kitabın tanıtımı şu şekilde yapılmakta:

“Türkler hâlâ Avrupa kapılarında; imaj ise hâlâ şişman, hâlâ kafasında fes, ayaklarında ucu kıvrık terlikler var, hâlâ yabani ve tembel, acımasız ve fesat, hâlâ kılıcının ucundan kan damlıyor!

Otuz yıl boyunca, üzerinde ‘Korkunç Türk’ imajını taşıyan gündelik objeler toplayan Roni Margulies, bu kitapta Avrupa ırkçılığının bu en temel imajını sergiliyor ve anlatıyor.”

Kitapta çoğunluğu 20. Yüzyıl başlarına ait Türk imajına dair onlarca görsel (karikatürler, afişler, resimler, kitap kapakları, biblolar…) yer almakta. Yazarın Sonsöz bölümünde yer alan önerisini de buraya alalım:

“Batı’nın Türkler’e bakışının ırkçı olduğu aşikâr. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliğine karşı Avrupa’daki direncin önemli ölçüde ırkçılıktan kaynaklandığı açık.…

‘Bizi yanlış tanıyorlar’ tepkisi, yerini ‘Acaba dediklerinde bir gerçek payı olabilir mi?’ sorusuna bıraktığı gün, Korkunç Türk imajı ortadan kalkmayacaktır elbette, ama Türkiye başka türlü bir ülke olmaya başlayacaktır kanımca.”

Bitirirken

Yazımıza Küçük Prens ve Atatürk ile başladık. Fransız kültüründeki iki deyimi hızlıca aktarıp, İlber Ortaylı’nın yaklaşımlarından İzlanda örneğine geçtik. Sonrasında Roni Margulies’e uğradık. Yazdıklarımızı toparlamaya çalışırsak:

Empati kurma becerisi bir ölçüde, ekonomik, siyasi, kültürel yakınlaşmalarla gelişiyor. Asırlara yayılmış, derin yarılmaların birden kapanacağını düşünmemek gerek. Çoğunluk bir

diğerini ötekileştirerek kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışıyor. Empati kurmak zahmetli ve gereksiz bir uğraş gibi gözüküyor. Oysaki birleştirici öğeleri ortaya çıkarmanın tek yolu bu. Kendini sorgulamak ve karşıdakini de içine bakmaya yöneltmek oldukça değerli eylemler. Bu sorgulamayı en çok da medeniyetin beşiği görülen Batı yapmak zorunda. Kendilerini dünyanın merkezinde gördükleri, diğer halklara o değeri vermedikleri açık. Umarım insanlık kendi içine bakabilme cesaretini hep taşır, ötekini anlamaya çalışma ve ön yargıdan uzak kalma çabası yaygınlık kazanır.

Kaynaklar:

- Antoine de Saint-Exupery, Küçük Prens, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 12.basım, Mart 2024, syf.: 13-14

- Can Dündar, Yükselen Bir Deniz, İmge Kitabevi, 3.basım, Ekim 2004, syf.: 48-49

- İlber Ortaylı, Tarihimiz ve Biz, Timaş Yayınları, 1. Basım, 2008, syf.: 125-139.

- Roni Margulies, The Terrible Turk- Batı’nın Gördüğü ‘Türk’, Everest Yayınları, 1. Basım, Mayıs 2016, syf.: 151-161

İnternet Kaynakları: - Kıyafet Devrimi - Vikipedi (Erişim: 4.11.2024) - 'İzlanda Seferi' ya da 'Türk Baskını' neydi? - Evrensel (Erişim: 4.11.2024) - Türkler neden sevilmiyor? Mevcut koşullarda tersi mümkün mü? - Yetkin Report (Erişim: 4.11.2024)

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sosyal Bilimler Yazıları