Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Dil İlişkileri ve İlişki Dilleri

Mustafa Pala

Kategori: Dil Felsefesi - Tarih: 10 Ağustos 2024 19:02 - Okunma sayısı: 161

Dil İlişkileri ve İlişki Dilleri

Dil İlişkileri ve İlişki Dilleri

Mustafa PALA

Tarzanca dahil ilişki dillerinin, karma, kırık ve hatta bozuk da olsa tümü; sembolik hikâyedeki Tanrı’nın, anlaşamasınlar diye insanların karşısına çıkardığı dil engelini aşma mücadelesi; insanların birlikte yaşama, özgür kalma ve anlam arama mücadelesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle değerlidir...

-------------------------

TANRININ GAZABI

Avusturyalı yönetmen Fritz Lang'ın, 1927 yapımı Metropolis’inden Arjantinli yazar Jorge Luis Borges'in, evreni olası tüm kitapları içeren sonsuzca bir kütüphane olarak betimlediği öyküsü Babil Kütüphanesi’ne; Rus piyanist Anton Rubinstein'in operalarından web tabanlı bilgisayar oyunlarına kadar popüler kültürde birçok yapıta esin kaynağı olmuş, tüm İbrahimi dinlerin kutsal kitaplarında geçen "Babil Kulesi" miti, insanoğlunun açıklamakta zorlandığı birçok gizin elverişli bir anahtarıdır.

Efsaneye göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un oğulları Sinar'a yerleşmiş, burada büyük bir şehir kurmuş ve gökyüzüne yükselen bir kule inşa etmek istemişlerdir. Ne var ki bu kuleyi Tanrı, yarattığı insanların fazlasıyla kibirlenerek kendisine ulaşmak için inşa ettiklerini düşünür ve bunu bir meydan okuma olarak değerlendirir. Bu nedenle Nuh'un oğullarını cezalandırır. Ceza, insanoğlunun taşıyamayacağı kadar ağırdır: O zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırır ve birbirlerini anlamalarını engeller.

Tanrının gücünü ve insanların bu güç karşısındaki çaresizliğini göstermek için anlatılan Babil Kulesi efsanesi, bilimin gelişmediği bütün bir Orta Çağ boyunca ve ondan sonra da dilbiliminin ortaya çıkıp dile dair birçok bilinmeyeni bilinir kıldığı güne kadar, insan dilinin çeşitliliğini açıklamak amacıyla kullanıldı. Efsane, bugün bildiğimiz yaşayan ya da kaybolmuş, 7000'den fazla çeşitliliğin, insan dilinde nasıl doğduğuna dair bilimsel bir açıklama sunmasa da insanlar arasındaki iletişim engelleri hakkında sembolik bir hikâyedir.

DİL İLİŞKİLERİ

Teologlar, Babil'den ve Nuh Tufanı’ndan önce insanların tek dilli olduğu kabulünü, Tora'yı oluşturan kaynaklar çerçevesinde tartışadursunlar; efsane dünyasında değil ama dünya yaşamında, insan emeğine hükmedenler tarafından insanı dilinden tutup yere çalmanın örnekleri az değildir. Belli ki insan önce dilinden tutularak ve dili “karıştırılarak” teslim alınıyor! 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren transatlantik köle ticareti, Afrika'dan Avrupa ve Amerika'ya milyonlarca insanın zorla göç ettirildiği ve köleleştirildiği trajedi bunun en etkili örneğidir. Avrupalı ??güçler, Afrika'daki krallıklar ve tüccarlarla iş birliği yaparak yerli halka, bir mala el koyar gibi köleleri olarak el koydu. Bu iş birliği ve el koyma, savaşlar, baskınlar ve kaçırmalar yoluyla gerçekleşti. Yakalanan Afrikalılar, "köle gemileri" olarak bilinen korkunç gemilere bindirildi ve Amerika'ya götürüldüler.

Bu yolculuklar insanlık dışı koşullarda gerçekleşti ve çalışma koşulları da insanlık dışıydı. Köleler, uzun çalışma sürelerinde az miktarda yiyecekle yetinmek zorundaydılar, en küçük bir itaatsizlikte acımasızca cezalandırıldılar. Ailelerinden koparılmışlar, kimlikleri yok edilmişti... Bütün bunlardan daha fazla insanlık dışı olanı ise kölelerin kötü çalışma koşullarına, kendi aralarında anlaşarak birlikte isyan etmelerini önlemek için, köle sahiplerince farklı dil geçmişlerinden seçilmiş olmalarıydı. Köleler böylece birbirleriyle iletişim kuramayacak, anlaşamayacaklar ve birlikte hareket ederek köle sahiplerine karşı herhangi bir karşı eylemde bulunamayacaklardı. Yani Babil’deki Nuh'un oğulları, Avrupa ve Amerika'da "dilleri karıştırılmış" kölelerdi; çünkü her biri farklı bir dille bir aradaydılar.

İnsan yaşamı, her zaman son derece karmaşık ve çeşitlilik içeren bir ilişkiler ağında var oluyor. Tanrı'nın Babil Kulesi öfkesinden ve köle sahiplerinin köle ayaklanmalarına karşı aldıkları önlemden başka koşullarda da farklı dilleri konuşan insanlar bir arada bulunmak, hatta uzun süre birlikte yaşamak zorunda kalıyor. İspanyol, Fransız ya da İngiliz sömürgelerinde, yerel halk kendi ülkesinde, bu sömürgeci ülke görevlilerinin kurdukları iletişim ağı içinde, kendi anadillerini bir iletişim olanağı olarak kullanamıyor; onların anadillerine maruz kalarak bilmedikleri bu egemen dili basitleştiriyor ve ve kendi dillerinin olanaklarıyla türlü biçimlerde yeniden yapılandırarak aralarındaki iletişim engellerini aşmaya çalışıyorlar.

Bu olumsuz karşılaşmalar dışında, hele ki günümüz dünyasında, farklı ulusların mensupları türlü nedenlerle bir arada olmak zorunda kalabiliyor. Çok değişik nedenlerle ve çok değişik ortamlarda farklı ulusal diller karşılaşabiliyor ve etkili ilişkiler içine girebiliyor. Bu türden dil ilişkileri de çeşitli ilişki dillerinin doğmasına neden oluyor. Örneğin ortak ticari, siyasi, ekonomik veya kültürel ilişkiler içinde, çeşitli ulusların katılımcıları, iletişimde kendi anadillerini dayatamıyor. Sorunu farklı dillerin dağarcıklarından sözcük ve hatta gramerlerinden kuralları bir araya getirip “karma” ve “karışık” diller yaratarak çözmeye çalışıyorlar.

Almanya örneğinde olduğu gibi, başka uluslardan işçilerin karşılaştığı ülkelerde de hem farklı ülkelerden işçilerin birbirleriyle hem de bulundukları ülkenin insanlarıyla iletişim sorunu yaşamaları kaçınılmaz oluyor. Başka ülkelere yapılan turistik amaçlı seyahatlerde ve hatta yabancı dil öğrenme sürecinde de farklı dillerin karşılaşması, iletişim engellerinin ortaya çıkması için yeterli oluyor. Her ne kadar Chomsky, dili insanın görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma gibi bir duyu mekanizması olarak tanımlasa ve dillerin üretimsel ve dönüşümsel ortaklığına dikkat çekse de belli ki dil duyumuz, diğer ulusların bireyleriyle bu beş duyumuz kadar ortaklık içermiyor. Örneğin bir Çinli ile ben, birbirimize yazdığımızda veya birbirimizle konuştuğumuzda, birbirimizi gördüğümüzden veya işittiğimizden daha çok anlaşabiliyor değiliz!

İLİŞKİ DİLLERİ

Ama tarih, insanların zorlukları aşma mücadelesinin örnekleriyle dolu, hatta denilebilir ki tarihi hareket ettiren insanın bu mücadelesidir. Dolayısıyla hangi koşulda ortaya çıkarsa çıksın insanın iletişim engellerini aşmak çabası her zaman olmuş ve olmaya devam etmektedir. Çünkü insan için anlam, bütün postmodern yıkıcılığa karşın hâlâ çok önemlidir ve insan, anlamak, anlatmak için elinden geleni yapıyor. Anlam yaratmanın, iletmenin ve anlamı anlamanın en işlek olanağı ise hâlâ dil ve dil olmaya devam ediyor.

Bu nedenle yukarıda saydığımız koşullarda çeşitli diller yer yer ve zaman zaman karşılaşmakta, birbirleriyle yoğun ve etkili ilişkiler kurmakta, böylece “ilişki dilleri” ortaya çıkmaktadır. İlişki dili önceleri önemsenmez, bir iletişim olanağı olarak görülmez, hatta ulusal dillerin indirgenmiş bu biçimleri dilsel bozulma, "kötü dil", bugünkü gibi söylersek "Tarzanca" olarak adlandırılır, küçümsenir, aşağılanırdı. Ancak 20. Yüzyılın ilk yarısına doğru dilbilimciler, bu alandaki kimi özelliklerin dilin doğasına, dil edinimine ve dil eğitimine ait açıklamaları temellendirebileceğine dair gözlemlerde bulundular ve alana ilgi duymaya başladılar.

Nihayet "Biyoprogram Dil Hipotezi"ni öne süren "Âdem'in Dili"nin yazarı Derek Bickerton, farklı dilsel ortamlarda gelişmiş olsa bile, bugün “ilişki dili” dediğimiz, indirgenmiş “karma” ve “kırma” dillerin ortak özellikleri olduğunu savundu (Bickerton, 1984). Prof. Dr. Worf König de bu ortak özellikleri sayarken ilk önce, her ilişki dilinin bir ikinci dil olduğunu, onunla ilgili mutlaka bir “temel dil” bulunduğunu ve temel dilin baskın olduğu sömürgelerde ilişki dilinin ortaya çıktığını söyledi. İkinci olarak ilişki dillerinde, “temel dil”in onu bilmeyenlerce, anlaşılır olması için indirgenerek basitleştirildiğine, eksiltildiğine dikkat çekti. Değilse İngiliz aristokratı veya burjuvası, sömürgede yerlileri; Alman işveren veya işyeri yöneticisi de fabrikada yabancı işçiyi anlamaz, onunla konuşamaz, anlaşamaz, onu istediği gibi yönlendiremezdi.

Burada bir parantez açarak doğal dillerde de dilin ekonomik işleyişinden dolayı belli bir dereceye kadar eksiltmenin yapıldığı ve indirgemenin gerçekleştiği söylenebilir. Örneğin doğal dildeki "Gidiyorum" cümlesinden "ben" zamiri; "Ben gitmek" biçimindeki ilişki dili cümlesinde ise fiilin kip eki (-yor) eksiltilmiştir. Ancak doğal dildeki indirgeme ve eksiltme, ilişki dilindeki gibi belli bir amaçla (dilsel ekonomi, etki yaratma…) yapılmamıştır. Öte yandan araştırmacılar, ikinci bir dili anadili kadar iyi bilen bir kişinin, yabancı dilden anadile olan kayma ve karışmalar nedeniyle anadilinde zayıflamaya başladığını fark etmişlerdir. Ne yazık ki bu durumun Türkçede daha görünür olduğu ortadadır. Amerika’daki Türk mühendisin İngilizce dolu Türkçesiyle Almanya’daki Türk işçinin Almanca sözcükler içeren Türkçesini buna örnek gösteriyor König ve ekliyor: Ancak anadilden yabancı dile kayma ve karışma olmaz. (König, W., H. Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1983).

LINGUA FRANCA, PIDGIN, KREOL…

Parantezi kapatıp ilişki dillerine devam edecek olursak, önce “lingua franca”dan (geçer dil) söz etmemiz gerekir. Farklı dilleri konuşan insanların iletişim amaçlı seçtikleri dildir bu. Arap coğrafyasında İslam dininin etkisiyle Arapça; Eski Yunan’da Yunanistan dışındaki bölgelerde kullanılan Koini; bir dönem halkın kullandığı Latince, günümüzde Hindistan ve başka ülkelerde İngilizce; Doğu Afrika’da kıta içine doğru basitleşen Swahili; Kanada’da Britanya Kolombiya’sından Alaska’ya kadar yerli halkın konuştuğu Chinook; 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa aristokrasisi ve entelektüelleri arasında kullanılan Fransızca; lingua franca örnekleridir. Farklı dil grupları arasında iletişimi kolaylaştıran bu tür ilişki dili kullanıcıları, kendi anadillerinin etkisinde konuştuklarından lingua francayı oluşturan egemen dilin standart yapısı bozulabilmektedir.

Bir başka ilişki dili ‘pidgin’dir. Aynı bölgede ortak bir dil konuşmayan insanlar, iletişim engelini aşmak için iki veya daha fazla dili, öne çıkan baskın dilin görünüşü içinde sözcük ve fonolojik çeşitliliği azaltıp kuralları basitleştirerek karıştırırlar. Bu karma ve kırma dilin katı kuralları ve resmî niteliği yoktur ve en çok bir nesil boyunca konuşulduğundan pidgin bir anadili değildir. Yukarıda sözünü ettiğimiz köle ticareti sürecinde Avrupa’dan gelen tüccarlar ile Afrikalı kölelerin iletişim engeli, İngilizce, Portekizce, Fransızca ve Afrika dillerinden kelimelerle ve İngilizcenin basitleştirilmiş kurallarıyla yarattığı Batı Afrika İngilizce Pidgini (West African Pidgin English, WAP) ile aşıldı. Sonraki yüzyıllarda bu pidgin, köle ticaretinin sona ermesine kadar Batı Afrika'da lingua franca olarak kullanıldı.

Bir pidgin belli bir bölgede bir sonraki nesilde de devam eder ve çocuklar bunu anadili olarak öğrenirse, o pidgin, bir başka ilişki dili olan “kreol” dile dönüşür. Papua Yeni Gine'de bir kreol olan ve daha sonra çocuklar onu ana dilleri olarak öğrenmeye başladıklarında ulusal dil haline gelen “Tok Pisin” buna bir örnektir (Suzanne Romaine, 1990). Kreol diller, genellikle birden fazla dilin ögelerini içeren tam teşekküllü dillerdir. Kreollar, ana dilleri olmayan insanlar tarafından doğrudan birinci dil olarak edinilir ve genellikle tutarlı bir dilbilgisi yapısına ve geniş bir kelime dağarcığına sahiptir; resmî statüleri vardır ve eğitim, resmî ilişkiler, medya gibi alanlarda kullanılır. Haiti'nin resmî dili ile Fransızca, İspanyolca ve Afrika dillerinden sözcükler içeren Haiti kreolu; İngilizce, İspanyolca ve Afrika dillerinden sözcükleri olan Jamaika’nın resmi dili Jamaika kreolu bu tür ilişki dillerindendir.

VE TARZANCA

Edgar Rice Burroughs'un Tarzan serisi romanlarında ve filmlerde kurgusal bir dil olarak kullanılan Tarzanca da bir ilişki dili sayılmalıdır. Ormanda yaşayan bir insanın, orman canlılarıyla iletişim için geliştirdiği Tarzanca, her ne kadar kurgusal bir dil olarak doğmuşsa da sonradan kazandığı işlev ve anlamıyla bir ilişki dili olmayı hak ediyor. Bu konuya dilbilimcilerin pek ilgi göstermedikleri ortadayken şu kadarını söyleyelim: Tarzanca, bireyin anadilini yabancı dil olarak konuşan başka bireyle iletişim engelini aşmakta kullandığı olanaktır ve bu olanak, insanın anlama ve anlamlandırma etkinliğinde insan emeği ve yaratıcılığının önemli bir ürünüdür.

Diğer ilişki dillerinin basitleştirilmiş dilbilgisi, sınırlı sözcük dağarcığı ve anadil olmaması gibi özelliklerini taşıyan Tarzancanın kullanım alanı diğer karma dillerden geniştir. Dilini bilmediğimiz bir ülkede meramımızı anlatmak ve karşımızdakini anlamak için hem anadilimizi hem de yabancı bir dili, eksilterek, basitleştirerek ve hatta bozarak kullanıp Tarzancadan bir iletişim olanağı olarak yararlanabiliyoruz. Yabancı dil öğrenme sürecinde bile bu olanağı hem öğreten hem öğrenen olarak kullanmamız gerekiyor; hatta kullanmadığımızda, yabancı dili o dilin tüm standartlarıyla birlikte öğrenmeye çalıştığımızda sonuç ortadadır: 12 yıl boyunca yabancı dil dersi alan bir öğrenci, liseden mezun olduğunda o dili hâlâ konuşamıyor!

Tarzanca dahil ilişki dillerinin, karma, kırık ve hatta bozuk da olsa tümü; sembolik hikâyedeki Tanrı’nın, anlaşamasınlar diye insanların karşısına çıkardığı dil engelini aşma mücadelesi; insanların birlikte yaşama, özgür kalma ve anlam arama mücadelesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle değerlidir...

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Dil Felsefesi Yazıları