Prof. Dr. Hasan Ocak
Kategori: Felsefe-Mantık - Tarih: 25 Mayıs 2024 19:09 - Okunma sayısı: 305
AHLAKIN GELECEĞİ ve GELECEĞİN DÜNYASINDA AHLAK
Ahlak, insan davranışlarını “iyi” ve “kötü” kavramlarıyla tanımlamayı ve bu açıdan hüküm vermeyi amaçlayan bir kavramı ve içeriğini ifade eder. Ahlak felsefesi ise, “ahlak nedir” “ahlaki iyi veya kötü nedir”, “ahlakın kaynağı nedir”, “bir davranışın ahlaki anlamda iyi veya kötü olmasının ölçütü nelerdir” gibi sorulara cevap arayan bir disiplindir. Düşünce tarihi boyunca insanlık hemen her çağda bu ve benzeri sorulara cevap aramış ve ahlak sorununa bir çözüm bulmaya çalışmıştır ve çalışmaya da devam etmektedir.
Ahlak ve ahlak felsefesinin temel ilgi alanı, geçmişten günümüze, öncelikle insan davranışları olmuştur. Ahlak insan davranışlarını ele alırken, öncelikle o davranışların görünür olanlarını (yeme, içme, konuşma, oturup kalkma, insanlar arası davranışlar vb.) öncelemektedir. Ancak son zamanlarda ahlakın kapsamı içerisine somut olmayan, gözle görülemeyen ve davranış olarak da nitelenemeyecek nitelikler arz eden bazı durumlar da girmeye başlamıştır. İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte sosyal medya faktörünün hayatımıza girmesi, sosyal medyada yaptığımız bazı işler, isteğimiz dışı karşılaşmak durumunda kaldığımız reklam, ilan vb. durumlar ve aniden karşımıza çıkan çeşitli uyarıcılar bunlara örnek olarak verilebilir. Bu uyarıcılar her ne kadar insan eylemi gibi görünse de, ortaya çıkışları itibariyle klasik insan davranışlarından bazı yönleriyle ayrılmakta ve ahlak felsefesi açısından bakıldığında klasik tanımlamaların dışında kalabilmektedirler. Bu durum da karşımıza “eski ahlak” ve “yeni ahlak” kavramlarını çıkarmaktadır. Dahası, eski ahlak anlayışının artık işlevini yitirdiğini ve yeni bir ahlak anlayışı geliştirmemiz gerektiğini ima etmektedir.
Ahlakın değişebileceğini ve hatta zamana ve mekana göre değiştiğini hemen hepimiz kabul ederiz. Bundan elli sene öncesinin ahlaki yargıları ile yaşamadığımızın, ahlaki yargı ve davranışlarımızda gözle görülür değişikliklerin olduğunun farkındayız. Ancak burada sorulması gereken önemli sorular var: Değişim elbette kaçınılmaz ama bu değişimin ilkeleri nelerdir, neleri nereye kadar değiştirebiliriz ve değişmeyen bir şeylerin varlığı imkansız mıdır?
Değişim elbette insanoğlu için kaçınılmaz bir gerçekliktir. Doğadaki tüm canlılar temel yapıları itibariyle doğaya uygun yaşayan varlıklar olarak bilinirler. Beslenme ve barınma haricinde doğaya müdahale ettiklerini söylemek oldukça güçtür. Bu canlıların içerisindeki insan ise, etrafını başka birçok amaç için değiştirebilen ve hatta salt değiştirmek için dahi değiştirebilen bir varlıktır. Salt değişim amacıyla gerçekleştirilen değişim ise, öncelikle insanın kendi öz yapısına (fıtrat) ters düşmekte ve sonrasında ise etrafını öz yapısının dışında (yapay) bir sonuca yol açmaktadır.
İnsan, başta kendi varlığı olmak üzere tüm varlık alanlarıyla ilişki içerisindedir. Doğa ve doğal varlıklar alanı, toplumsal varlık alanı ve metafizik varlık alanı onu çepeçevre kuşatan doğadır. İnsan doğa ile üç şekilde ilişki kurar: ilki olarak insan, doğaya egemen olmak ister; zihinsel formları ve kategorileri doğrultusunda onu kendine benzetmeye çalışır.
İkinci olarak insan, kendisini, yine kendi aklındaki formlara sokma, kendini değiştirme/dönüştürme peşinde koşar. Doğal ortamında, kalabalıklar olarak öylece bırakılan insan yığınlarının, salt biyolojik teklerden oluşan canlılar olarak çıkardıkları olay ya da olaylara da bir anlam yüklemeye çalışması bunun en güzel örneğidir. Hayvan sürülerinden farklı olarak insan, din, ahlak ve hukuk, siyaset ve yönetim-organizasyon bilimleri ile biyolojik insani olayları kültürel teklerin oluşturduğu olaylar olarak anlamlı hale getirir; canlıların içgüdüsel devinimleri yerine, bireylerin rasyonel hareketlerine dönüştürür.
Üçüncü ilişki biçimi de insanın bilişsel ve zihinsel yönüyle ilgilidir. Bu aşamada insan, duyguları, ruh hallerini ve davranışlarını psikiyatri, psikoloji, psikanaliz, din ve mitoloji gibi, bilimsel ya da bilim-dışı yaratılarıyla eğitir; yapaylaştırır. Diğer kurgusal varlık alanlarında ve dolayısıyla yapay doğalarda olduğu gibi, tinsel varlık alanında da insan-benzeri doğayı yaratmış olur.
Peki, insan neden bütün bu doğaları kendi haline bırakmaz da, onlara kendi senaryosunu dayatır? Başka bir deyişle, ortada bu doğaların sahici varlıkları ve halleri durup dururken neden bir takım bilimsel yollarla onları zihnindeki formlarla yeniden kurar? Neden yapay doğalar yaratır? Tüm bu yapaylıklardan ahlak da kendine düşen payı alacak ve yapay bir ahlak oluşturulacak mıdır?
Zekânın yapaylığının insanların yapaylığına ve nihayetinde etiğin yapaylığına yol açıp açmayacağı sorusu, insanoğlunun sonuyla ilgili endişeleri gündeme getirmektedir. Düşünme, veri toplama ve analiz yapabilme yeteneği gibi zihinsel fonksiyonlar yapay zekâya başarılı bir şekilde aktarılabilmektedir. Ancak hislerle düşünce arasında karmaşık bir ilişki olduğu; bunların birbiriyle bağlantılı olduğu da herkesçe bilinmektedir. Eğer yapılan kehanetler gerçekleşirse, yapay zekâ sadece düşünce ve bilgi ile sınırlı kalmayacak; aynı zamanda heyecan ve duyguların, benliğin aynı zamanda kişiliğin matematiksel modellemesine dönüşecek ve yapay insanın yaratılmasıyla sonuçlanacaktır. Nitekim yapay zekâ çalışmalarını yürütenlerin, bırakın robotlara insansı duygular kazandırabilmelerini, yaklaşık yüz elli yıl süren yoğun çalışmalar neticesinde onlara en basit düşünsel fonksiyonları bile aktarmayı başaramamış olmaları, insan zihninin fazla hafife alındığını göstermektedir.
Ahlak kuralları insan hayatında her zaman önemli bir yer tutar. Genel olarak ahlak kavramı iyi ve kötü üzerine kurulu olup, irade, sorumluluk, vicdan, erdem, mutluluk ve görev gibi kavramları da kapsamaktadır. Bu nedenle, pek çok düşünür ahlak konusunda farklı düşünceler kaydetmiştir. Sözgelimi, iyinin temelini Sokrates erdem, Platon iyi ideası, Kant ödev kaynaklı iyi bir istem veya irade, Bentham ve Mill fayda, İslam düşünürleri ise mutluluk sağlamada aramaktadır. Görüldüğü gibi ahlakın kendisi her devirde iyilik ve kötülük üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda söz konusu fikirler insanın doğal etiği üzerinde temellenir. Peki, doğal etiğe ait iyi, kötü, niyet, erdem, sorumluluk, özgürlük, mutluluk, görev gibi terimler geleceğin dünyasında yaşamaya devam edebilir mi yoksa yapay ahlâk olarak dijital dünya ile değişimden etkilenir mi?
Literatürde dijital dünyada uygulanabilecek etik değerler konusunda üç temel yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan ilki, belirli ahlaki değerlerin ortaya konması veya geleneksel ahlak felsefesinden ödünç alınabilecek normatif ahlak kurallarının yenidünyaya uygulanmasıdır. Bu normatif kurallar, modern insanın davranışıyla ilgili belirsizlik ve tartışmaya yer vermeyecek şekilde seçilmelidir. Geleneksel felsefe perspektifinden bakıldığında buna faydacı ve ödev ahlakı örnek verilebilir.
Görüldüğü gibi insan, yarattığı ve geliştirmekte olduğu yapay zekânın insafına bırakılmış gibidir. İnsan felsefesi, felsefe tarihinde insanın varoluş bütünlüğünü sorgulamaya başlayalı henüz bir yüzyılı bile tamamlamış değildir. Başka bir deyişle, felsefe ve bilim tarihinde, insan kendi dışındaki şeyleri keşfetmek için harcadığı yüzlerce yıla kıyasla, kendisini ancak son yüzyılda keşfetmeye başlamıştır. Ancak ne gariptir ki bu kısa zaman diliminde o kendisinden ziyade dikkatini yarattığı makineye odaklamış ve keşfine tekrar ara vermiştir. Bu durum, insanlar yerine yapay dijital mutluluğa öncelik vermenin ironisini gözler önüne sermektedir.
Bunların yanında, dijital yaşamın yükselişi hakkındaki senaryoların çeşitliliği, birçok insan gibi bilim insanları nezdinde de bu yükselişin ne zaman olacağı ve bunun iyi mi yoksa kötü mü sonuçlar doğuracağı konusundaki belirsizliği derinleştirmektedir. Bazı düşünür göre böyle bir yükselişin zor zamanlar getireceğini belirtirken, diğerleri bunun insanlar için çok daha iyi olacağını savunmaktadır.
Ayrıca yakın gelecekte yapay süper yaşamın gerçekleştirilmesiyle, "transhümanizm" çağının geleceği iddia edilmektedir. Transhümanizm, insanların bilişsel yeteneklerini geliştirmeyi, yaşlanma gibi kusurları ortadan kaldırmayı, teknolojinin ve bilimin olanaklarından daha fazla yararlanıldığı bir yaşamı amaçlayan bir kültürel harekettir. İnsan hayatında ciddi değişimler meydana getirecek olan bu kültürel hareket üç ana gaye etrafında kurulmuştur. Bunlar: Artırılmış yaşam kalitesi, uzun ömür ve süper zekâdır.
Bilim ve teknoloji aracılığıyla insanların dönüşeceğini ve yeniden yaratılacağını savunan transhümanisler, buna ek olarak, dijital yaşamın tüm dünyaya yayılacağını ve dünyanın teknolojinin güçlü olanakları ile bütünüyle yenileneceğini savunmaktadır. Tüm bu gelişmeler, gerçeklik algısını değiştirecek bir dünya kurmaya yöneliktir. Bazılarına göre evrenin evrimsel yolla mükemmelliğe ulaşması fikri kaygıya neden olur. Bazıları için bu endişelenecek bir şey değildir. Bu düşüncenin savunucularına göre, mükemmel dijital olanaklar veya geleceğin üstün insanı hakkında endişelenmeye gerek yoktur. İnsanın köklü değişimine işaret eden bu aşama, insan zekâsının bugünkünden farklı olarak daha yüksek bir yapıda olacağının göstergesidir. Bilginin katlanarak artan ilerleyişi ve teknolojinin dönüşümüyle beraber evrenin de dönüşümü kaçınılmaz bir durumdur. Teknolojinin bugün geldiği nokta, gelecekte insan zekâsının günümüzden farklı olarak daha üstün bir yapıda olacağının sinyalini vermektedir. Teknolojik gelişmelerin nihai icadı olacak olan süper insan, güçlü bir zekâ olarak yenidünya düzeninde değişimin en önemli aracı olacaktır. Bu aşamada insanlar, insan olma durumunu koruyup ve medeniyetini temsil etmeye devam edecektir.
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
03 Kasım 2024 20:23
18 Kasım 2024 20:06