Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Aşk üzerine -2: Aşk Öykülerimiz Nasıl Oluşuyor?

Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak yazdı

Kategori: Psikoloji-Sosyal Psikoloji - Tarih: 15 Mart 2024 08:01 - Okunma sayısı: 948

Aşk üzerine -2: Aşk Öykülerimiz Nasıl Oluşuyor?

Aşk nedir?’ sorusuyla başlasak ve bir an düşünüp yanıt verseniz..

Bu yanıt kendi yaşadığınız aşk deneyiminin sonucu ‘yaşayarak öğrendiğiniz’ kişisel bir yanıt mı, yoksa belleğimizde genel şablonlara göre oluşmuş sıradan/ezber bir tanım mı?

‘Aşk nedir’ sorusuna ne kadar cevap aramaya çalışsak da en nihayetinde bu sıra dışı duygunun tüm tanımlardan bağımsız olarak fazlasıyla subjektif olduğunu söylemek mümkün.. Bir diğer ifade ile; eğer kendi yaşadığınız aşk deneyimi sonucu bir tanım oluşturduysanız bu size özgü ve benzersiz olacaktır.. Çünkü sizin aşk öykünüzü SİZ yazdınız!

Aslında, konuya giriş yapmıştık Sevgililer Günü’nde, tam zamanıdır diye düşünerek! (Bkz. 1)

İşte bu yazı bir bakıma devam yazısı, konuyu biraz daha irdeleyeceğiz ve yaşadığımız AŞK deneyiminde nasıl bir öykü yarattığımızı açıklamaya çalışacağız. Hem de nöropsikanaliz açısından (2).

Çünkü aşk konusu; hayata anlam, mutluluk, huzur, hayal, macera, neşe, eh biraz da keder katarak tadından geçilmeyen en güzel duygulardan biri olarak, çağlar boyu üzerinde en çok konuşulan, yaşamın en can alıcı noktasına yerleştirilen bir konu olagelmiştir.. Üstelik sinir bilim alanında yapılan nörolojik araştırmalar; insan davranışlarını açıklamada, psikanalizin (3) ileri sürdüğü varsayımları doğrulama konusunda kanıtlar ortaya koydukça, AŞK konusuna da bu açıdan bakmak, sizi bilmem ama, benim çok ilgimi çekiyor.

Öyle ki filozofların, psikoloji kuramlarından daha önce konuya ilişkin görüşlerinin, yeni gelişen bir alan olarak nöropsikanaliz yaklaşım açısından geçerliğini görmek şaşırtıcı!.

Schopenhauer (1788-1860) ‘Aşkın Metafiziği’ üzerine çalışmasında (4); felsefecilerin yeterince üzerinde durmadıklarından yakınarak, aşkın, gerçekliğinden ve arz ettiği öneminden kimsenin kuşku duymaması gerektiğinden söz eder. “Hakkı verilmeyen bir konu” olarak nitelediği görüşleri; aşk üzerine ‘Derinlik Psikogları’nın söyledikleri ile tutarlı görünen ve günümüzde nöropsikanaliz çalışmaları ile de yeni kanıtlar sağlanan varsayımlardır.

Peki, şimdi bir soru daha;

-Hiç aşık oldunuz mu?.. Böyle bir deneyimi yaşadınız mı?

Kuşkusuz aşık olanlar ve olmayanlar için burada yazılanlar farklı algılanacak, farklı anlamlandırılacaktır.. Çünkü zaten zihnimizde sahip olduğumuz bir ‘aşk’ tanımı vardır ve genellikle onu doğrulamayı tercih ederiz!. Bu aşk tanımının nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışacağım ben de bu yazımda.. Herkes konuşup yazıyorsa aşk üzerine, benim de bir öyküm vardır elbette!

Bence konunun en ilginç yanı R. Sternberg’in ‘Üçgen Aşk Kuramı’ konusundaki görüşlerinden yaklaşık 20 yıl sonra yanıt aradığı aşk ile ilgili çok daha kritik bir sorudur:

Neden bir insana/ o kişiye- bir başkasına değil de o’na- aşık olduğumuzu nasıl açıklarız?”

Bu soru üzerinde uzun süre çalışıp inceleme ve araştırma yapan yazar sonunda bir kitap yazar :

Aşk Bir Öyküdür -Kişisel ilişkiler üzerine yeni bir teori-

-Peki siz bu sorunun yanıtını hiç düşündünüz mü?

Aşık olduğunuz kişi- neden o? Neden pek çok kişi varken etrafınızda ona bağlandınız bir anda?

Onu size çeken ne oldu? O kişi size en uygun kişi miydi?

Ruh ikizinizi bulduğunuzu mu sandınız?

Ondan başkasına aşık olamam gibi mi hissettiniz?

Şöyle bir kendi aşk deneyiminizi düşündüğünüzde bu soruya ‘akılcı’ bir yanıtınız var mı?

Evet, işte Sternberg kitabında, üstteki soruya yanıt arar ve şu temel düşünceyi ileri sürer (5):

Öyküleri kendimizinkiyle aynı ya da benzer olan, fakat bu öykülerdeki rolleri bizimkini tamamlayan insanlara aşık olma eğilimi taşırız”

Her birimiz, çocukluğumuzdan itibaren, farkında olarak ya da olmayarak AŞK konusunda bazı algılar ediniriz. Kafamızda belli belirsiz de olsa ‘aşkın ne olduğu ve ideal anlamda aşkın ne olması gerektiği’ üzerine oluşturulmuş bir öykü vardır.. Hepimiz aşk öyküleri ile büyürüz aslında.. Çocukken anlatılan masallardan tutun da komşu kızın aşkına, filmlerde gördüğümüz, şarkılarda dinlediğimiz aşklara kadar pek çok öykü dinleriz büyürken..

Aşk, gerçekten bir öyküdür ve bu öykünün yazarı, bir başkası değil, biziz yani aşk öykümüzü kendimiz yazarız!. Kendi yazdığımız öykünün gerçekliğine inanmaya hazırızdır ve konu aşk ise; mantıklı kanıtlar bile bizi inandığımız öyküden vazgeçiremez!. Çünkü Pascal’ın dediği gibi; “Kalbin, kendine has nedenleri vardır ki, akıl hiçbir zaman anlayamaz..”

Aşk üzerine sahip olduğumuz ideal öyküyü yazan bilinç değil, bilinçdışıdır

Evet, öykünün yazarı biziz ama bizi yöneten bilinçdışıdır!. Kalemi tutan bilinçtir, öyküyü yazan bilinçdışı.. Bu yüzden nasıl ki insanların parmak izleri birbirine benziyor gibi görünse bile, benzersiz ise insanların aşk öyküleri de kendilerine özgüdür.. biriciktir.. benzersizdir.. birbirinden farklıdır.. Çünkü hepimizin bilinçdışı materyali kendi yaşadıkları ile oluşur..

Bu cümlenin anlamı şudur: Çocukluktan beri doyurulmayan, bastırılan temel ihtiyaçları doyurmak üzere yaşam boyu bir umut besleriz ve aşık olduğumuz kişi bizim ihtiyaçlarımızı doyuracağını sandığımız kişidir!. O kişiyi sahip olduğumuz öyküye uydurmaya çalışırız; gerçeği kurgu ile değiştiririz. Sıradan basit bir olaya biz çok farklı anlamlar yükleriz. Gördüklerimizi kendi öykümüze uyarlarız.

Aşk öyküsünü yaratırken kollektif bilinçdışımızda var olan birikimden etkileniriz. C. G .Jung’a göre; nesilden nesile aktarılan masallar, söylenceler ve mitolojiler yoluyla biz farkında olmadan kafamızda bir ‘ideal aşk öyküsü’ yer etmiştir. Bu aşk öyküsüne bir parça ‘uyuyan prensesi öperek uyandıran beyaz atlı prens’ hayali karışmış, belli belirsiz ‘Kerem ile Aslı’, ‘Ferhat ile Şirin’, ‘Leyla ile Mecnun’ ve ‘Romeo ile Juliet’ öyküsü sızmıştır. Yetiştiğimiz coğrafyadaki kültürel bir matris içine yerleştirilmiştir kafamızdaki aşk öyküsü.

Analitik psikoloji ekolünün kurucusu Jung’a göre; “Her erkek bilinçdışında ölümsüz bir kadın ve her kadın da ölümsüz bir erkek imajı taşıyor” sözleriyle kaynağını kollektif bilinçdışından alan arketipler, aşk ilişkisinde gerçek kişilere, bilinçdışı düzlemde yansıtılır. Bu yansıtma ve çoğunlukla ‘yanılsamaya’ da aşk diyoruz…

Mecnun’un birçok kişinin ‘güzel’ bulmadığı Leyla’ya olan aşkını savunurken söylediği “Sen onu bir de benim gözümle gör” sözleri aşkın nasıl da kişiye özgü bir duygu olduğunu ve yansıtmanın gücünü de ortaya koyuyor. Aklımız istediği kadar o tipten uzak durmamız gerektiğini bize söylesin; aklımızı dinlemediğimiz takdirde canımızın yanacağını deneyimlerimizle öğrendiğimiz halde yine aynı kararı veririz. Aşk da zaten budur. Bilinçdışı güdülerimizin seçtiği birisine teslim olmak! Bu gönüllü bir teslim oluştur ve en önemlisi neye teslim olduğunuzun da çoğu zaman farkında bile olmayabilirsiniz.

Bir aşk ilişkisinin hiçbir nesnel, doğru öyküsü yoktur ya da en azından, bunların hiçbirini bilmemiz ve kanıtlamamız mümkün değildir!. Kendi aşk öykümüz bize ‘doğru’ gelir.. Aşık olduğumuz kişi bize ‘doğru insan’ gelir.. Çünkü onu, gerçekçi olmayan bir şekilde, idealleştiririz.

İdealleştirme en özlü tanımıyla aşırı değer biçmedir. Çoğu kez, idealizasyona açık veya muhtaç olduğumuz dönemlerde aşka yelken açarız. İdealizasyon açık denizlerin fırtınasında gerçekliğe yenildiğinde ilişkinin çetin sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalırız. İdealizasyonun renkli baharı, insan olmanın çetin kışına dönünce samanlığın seyran olmadığı anlaşılır..

Çiftler, aşk ilişkinin gemisine kendi tarihçeleri ve çocukluk çatışmalarıyla biner. Psikanalize göre aşkın temelinde çözümlenememiş öidipal çatışmalar vardır.. Bu yüzden psikanalitik yaklaşım, terapide, ilişki sorunlarına bu kişisel tarihi anlamak ve anlamlandırmakla başlar.

Ama şimdilik, buraya kadar yazılanlarla siz kendi aşk ilişkinizi gözden geçirmeye devam ediniz.. Gelecek yazıda aşk öykümüzün yapısını inceleyelim.. Nasıl başlar, nasıl gelişir ve nasıl sonuçlanır.. Eee.. her şeyin bir sonu vardır elbette.. Aşka öykülerinin de.. bu yazının da.

B.Y.

11 Mart 2024, Bahçelievler

  • http://www.nirvanasosyal.com/h-1825-senin-ask-oykunu-kim-yazdi.html
  • Atalay, H. (2023) Nöropsikanaliz. Okuyan Us Yayınları, İstanbul.
  • Freud, S. (1981) Psikanaliz Üzerine. Say yayınları, İstanbul.
  • Schopenhaouer (2012). Aşka ve Kadınlara Dair (Aşkın Metafiziği). Say yayınları, İstanbul.
  • Sternberg, R.J.(2000). Aşk Bir Öyküdür-kişisel ilişkiler üzerine yeni bir teori-Say yayınları, İstanbul
Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Psikoloji-Sosyal Psikoloji Yazıları