Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Toksik İyimserlik: Sürekli İyi Olmak Bir Hastalık mıdır?

Doç. Dr. Ali Baltacı

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 17 Ocak 2024 21:08 - Okunma sayısı: 1.247

Toksik İyimserlik: Sürekli İyi Olmak Bir Hastalık mıdır?

Toksik İyimserlik: Sürekli İyi Olmak Bir Hastalık mıdır?

Çevremizde kendini diğerlerinin iyiliğine adamış, sürekli onlara iyi davranan ve hemen herkesin yardımına koşan insanlar vardır. Bu insanlar kimileri tarafından sevimsiz, samimiyetsiz veya sahte bulunsa da aslında içten gelen pozitif olma güdüsünün etkisindedirler. Elbette herkesle iyi geçinen, herkesin yardımına koşan ve herkesin iyiliği için uğraşan kişilerin düşman kazanması ve haklarında dedikodu ve iftira gibi durumların oluşması da muhtemeldir. Çünkü sert ve acımasız bir dünyada insan, tamamen iyilikle karşılaşma ihtimalini göz ardı ederek iyi insanları ortadan kaldırmaya çalışır. Bu yazımda toksik iyimserlik olarak da bilinen sürekli iyi olmaya çalışma konusunu ele almak istiyorum.

Toksik İyimserlik, kişinin otantik duygu deneyimini inkâr edecek, önemsizleştirecek ya da geçersiz kılacak şekilde genellemeyi ifade eder. Bu durum, kişinin olumsuz duygularını bastırması ve sadece olumlu duygulara odaklanmasıyla ortaya çıkar. Bu yaklaşım, kişinin otantiklikten veya kendine özgü davranışlardan uzaklaşmasına neden olabilir ve sonunda kişinin duygusal deneyiminin küçümsenmesine, inkarına ve görmezden gelinmesine yol açabilir. Bu yönüyle sürekli iyi olma durumu, toplum içinde hoş karşılanan, kabul gören bir davranış değildir. Sürekli iyi olmaya çalışmanın sebebi tam olarak bilinmese de bir yakınının ani kaybı, aile içinde sürekli kaygı doğuran bir hastalık bulunması, ebeveynlerin boşanması ve genetik sebeplerin etkili olabileceği düşünülmektedir. Histrionik kişilik bozukluğunun bir alt kolu olduğu düşünülen toksik iyimserlik durumu, erkeklerden daha sık kadınlarda teşhis edilmektedir, erkeklerde bazı benzer belirtilerle birlikte narsistik kişilik bozukluğunun bir parçası olarak sürekli iyi olma hali gözlemlenebilir.

Toksik iyimserlik durumu genellikle içsel bir zorlamaya dayanır ve bu tür iyilik davranışını sürekli sergileyen kişiler dışarıdan oldukça sahte, yapmacık veya zorakiymiş gibi algılanabilir. Sürekli iyimserlik genellikle gerçek mutluluk halini yansıtmaz, yani sürekli iyi davranan kişi aslında bu davranışından kendisi de memnun ve mutlu değildir; ancak diğerine iyi davranarak mutlu olabileceğini varsayar. Birçoğumuz mutlu olabilmek için duygularımızı bastırır, gerçek duygularımızı saklayarak veya göz ardı ederek ruhsal olarak kendimizi rahatlatmaya çalışırız. Oysa bu durum içsel bir baskı oluşturur; sürekli iyi kalmaya, iyi olmaya odaklanırsak acının ve olumsuzlukların bizde oluşturacağı deneyimleri de göz ardı ederiz. Aksine insanın sağlıklı bir yaşam sürmesinde acılar da son derece elzemdir. Buna karşın acıdan kaçıp hazzı ve mutluluğu aramak, yaşamın temel gayeleri arasındadır. Ancak hazza duyarlı bir yaşam, insanın var oluşsal amacıymış gibi algılansa da aslında acı ve kötülüğü de deneyimlememiz gerekir. Zaten herkesin iyi olduğu, birbirine iyi davrandığı bir ortamda yaşamak istesek de bunun gerçekte mümkün olamayacağını da biliriz.

Olumsuz duygulara maruz kaldığımızda, bunları özümseme ve tahammül gösterme ihtimalimizde azalıyor. Olumsuz deneyimler yaşamın önemli bir parçasını oluşturur. Karakterimiz çoğu kez kriz anları ve kötü, istenmeyen durumlara ne şekilde tepki vereceğimize göre biçimlenir. Negatif düşüncelerden ne kadar kaçınırsak, onlar zihnimizde o denli büyür ve olumsuzluğu görmezden gelme ihtimaliz de artar. İnsanların her an mutlu olamayacağını, zaman zaman öfkeli, üzgün, korkmuş, endişeli olabileceğini bilmek ve ilişkileri buna göre ayarlamak son derece önemli. Çünkü tüm duyguları bastırıp sadece pozitif ve iyi olana odaklanmak, gerçeklikten uzaklaşmamıza da neden olacaktır.

Sürekli iyi olmaya çalışmak, bir çeşit zorlama durumu olup bu ruh halindeki kişi gerçek duygu ve düşüncelerini sürekli sınırlar ve aslında yalan bir yaşam sürer. Bize sorulan “nasılsın?” sorusuna verdiğimiz geleneksel cevap olan “iyiyim”, tam da toksik iyimserlik durumuna karşılık gelir. Çünkü aslında iyi değilizdir ama bu durumu karşımızdakinden gizleyerek iyi olmadığımızı bilmelerini istemeyiz; “iyiyim” diyerek her şeyi geçiştiririz. Bu iyi kalma hali, iş ve yaşam motivasyonumuzu da düşürür; sürekli iyiliğe odaklanan kişi, işin gerektirdiği başarı güdüsünden uzaklaşmaya başlar. Lakin başarı, olumsuz durumlardan beslenir; başarısız olma ihtimalimiz bizi motive eder ve başarılı olmak için çabalarız. Sürekli iyiliğe ve pozitif durumlara odaklanırsak kendi başarımız için değil, diğerlerinin başarılarına odaklı diğerkam bir yaşantı içine gireriz. Bu ise iyimser kişinin iş yükünün artmasına, hayır diyememesine ve giderek işkolikmişçesine işe tutunmasına neden olabilir.

Sürekli iyilik, kendi düşmanlarını da yaratır. İyiliği iş edinmiş kişileri sahte bulduğumuzdan onlarla sahte arkadaşlıklar kurarız. Bu kişileri kullanma, işimize geleni yaptırma veya bize ait işleri ona yüklemeye de eğilimli oluruz. Oysa sürekli iyilik peşinde olan kişi, aslında önemli bir ruhsal eksiklik çeker: sevgi. Sevgi ve sevilmenin rahatlatıcı etkisinden uzaklaşmış veya yakın çevresinde sevgi bulamamış bir kişi, sevgi ihtiyacını dışarıdan karşılamaya çalışır. İş arkadaşlarına veya dışarıda hiç tanımadıklarına yardım ederek onların sevgisini, ilgisini kazanacağını düşünür. Bu oldukça romantik bir tahayyül olsa da gerçekte diğerlerine gösterdiği ihtimam ve iyiliğin karşılığını hiçbir zaman tam olarak alamaz. Sevgi açlığı giderek büyür ve zamanla iyimser kişi, kendinden daha fazla ödün vererek daha fazla iyimser olmaya başlar. Yaşamını iyi olmaya adar; acılar çekse de susar, sabreder. Bunların bir imtihan olduğunu, gerçek sevginin diğerlerinin kötülüklerine katlanmaktan geçtiğini var sayar. Bu yanılgı onu daha da fazla iyimserliğe iter. Kısır döngü oluşur ve iyimserlik bir ruhsal rahatsızlığa dönüşür.

Araştırmalar iş yaşamında sürekli iyimserlik içinde bulunan çalışanların emekli olduktan sonra yoğun pişmanlık yaşadığını göstermektedir. Emekliliğin beraberinde gelen unutulmuşluk hissi, yalnızlık ve diğer olumsuz duygular, kendini ötekinin iyiliğine adamış birey için önemli travma kaynağıdır. Yaşamı boyunca diğerlerine yardım etmeye çalışan, onlara iyilik sunan bir kişinin yalnızlık ve unutulmuşluk gibi sert duyguları deneyimlemesi, bir nevi yaptıklarının cezasını çekiyormuş duygusunu da beraberinde getirir.

Sürekli iyilik, kişinin yalıtılmasına, yalnızlaşmasına veya diğerinin gözünde değersizleşmesine neden olduğundan önlenmesi gereken bir rahatsızlıktır. Bunun için; Öncelikle, duygularımızı görmezden gelmemeliyiz. Hissettiklerimizin farkına varıp bunları iyi veya kötü olarak ayrıştırmadan hepsini hissetmeye çalışmalıyız. Dahası çevrenizdekileri dinleyip izleyerek onların zorluklarla başa çıkma stratejilerini anlamak bizim için de yol gösterici olacaktır. Diğerlerine karşı sürekli iyi davranamıyor olmanın bir sorun olmadığını kabullenmek de önemlidir. Hatta bazı durumlarda, iyi olmamak gerektiğini fark ederek kendimizi gereksiz yere suçlamamak veya diğerinin iyi hissetmesi için bir şeyler yapmaya çalışmak bize zarar verebilir. Bu açıdan olayları akışına bırakmak önemlidir. Duyguların birbirinden ayırt edilmemesi gerektiğini kabullenerek gerçekçi olmaktan vazgeçmemek de önemlidir. Başarılı olmanın bir koşulu da kaldırabileceğimizden fazlasını kendimize yüklememektir. Öteki iyi olacak diye daha fazla çalışacaksak bunun bir karşılığı olmalı elbet, ama bu karşılığı bulamıyorsak iyiliğe devam etmek, kendimizi boş yere yormaktan öte bir şey değil.

Toksik veya zoraki iyimserliği hemen tanırız, çünkü bunun sahte bir ruh hali olduğunun farkındayızdır. Ama buna maruz kalmak iyi hissettirir. Etrafımızda bize sürekli iyilik yapan, bizden sevgi ve ilgiden başka bir şey beklemeyen ve bize her şeyi vermeye gönüllü biri varsa ya onu sonuna kadar sömürüp kullanır ya da onun bizim için yaptıklarına saygı duysak da ona gereken önemi vermez, dikkate almayız. Bize yapılan iyiliği anımsamak, vefa veya hatırlama davranışı oldukça içsel bir bağlanma mekanizmasını gerektirir. Herkesin vefalı olamamasının bir sebebi, onların kendilerine yapılan iyilikleri çabuk unutuyor olmasıdır. Buna karşın bize sürekli iyilik yapan insanların hak ettiği değeri, ancak bu iyiliğin üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra hatırlama eğiliminde oluruz; bu ise oldukça geç bir tepkidir…

Sürekli iyimserlik içinde olanların yaşayacağı suçluluk, utanç ve yalnızlık duygusunu hafifletmek oldukça güç olsa da çevremizde karşılaştığımız bu tür insanları uyarmak ve onları yapıcı eleştirilerle yaptıkları aşırı iyiliğin zararlarını fark ettirmeye çalışmak önemlidir. Günün sonunda aşırı iyilik halini biz deneyimliyor olsak da iyilik kadar eleştirel düşünme ve davranmanın da ruh sağlığı açısından önemli olduğunu unutmamak gerekir. Sözlerimi Rumi’den bir alıntıyla bitireyim: “ışık, yaradan sızar.”

Yorumlar (2)
aarslan - 04 Mart 2024 11:41
Çok güzel farkındalık oluşturan bir yazı. Teşekkürler
Songül Ağıllı - 17 Ocak 2024 22:59
Yazıyı okurken kendimizden birşeylerde bulmanızı sağlıyorsunuz. Teşekkürler Işık yaradan sızar..
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları