Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Fenomenal Yaşamın Yitimi Üzerine

Hamit Ölçer

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 02 Ocak 2024 19:27 - Okunma sayısı: 754

Fenomenal Yaşamın Yitimi Üzerine

Fenomenal Yaşamın Yitimi Üzerine[*]

Gündelik toplumsal yaşantımız pek çok gelişmelerden olumsuz biçimde etkilenir. Ekonomik problemler, duygusal-kişisel problemler, aile kavgaları, savaşlar, şiddet… Nihayetinde en saf bireysel, psikolojik problemlerimiz bile belirli bir toplumsal formasyonun, belirli bir toplumsal ilişki kalıbının ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm anlamlandırmalarımız, benliğimizi sergileme biçimlerimiz başkalarıyla kuracağımız ilişki ve etkileşimin sınırları ve olanakları ölçüsünde şekillenmektedir ve bizler bu şekil almış matrisler, kalıplar içinden dünyaya bakarız. Öte yandan gündelik toplumsal dünyayı deneyimleme biçimimiz her ne kadar kendimize ait olduğunu düşündüğümüz öznel-fenomenal yaşantının ürünü iken, yazık ki çoğu kez bu fenomenal dünyamız kendi var kalma mücadelemiz pahasına tehdit ve tahakküm altına girebilmektedir. Öyle ki fenomenal toplumsal yaşantımız tam da kurmuş olduğumuz ilişki ağının içeriği, ritmi ve düzeni tarafından darmadağın edilebilmektedir. Bu yazıda amacım en temelde gündelik yaşamımızı deneyimlerken öznelliklerimizi nasıl yitirdiğimizi ve bu öznelliğimizi yitirirken sözcüklerimizin, kendimize özgü ifade ediş tarzlarımızın giderek nasıl da başkalarının denetimi ve tahakkümü altına girmeye başladığını yorumlamaya çalışmaktır. Dolayısıyla bu yazımızda mikro ölçekli bir çeşit toplumsal dünyanın fenomenolojisi diyebileceğimiz bir bakış açısı geliştirmek istedim. Umarım bu noktada bir fikir sunmuş oluruz.

Burada fenomenal dünyadan kasıt kişinin toplumsal olayları kendi içsel yaşantısı üzerinden deneyimlemesini ifade ediyorum. Belki de şöyle bir soru sorabiliriz. Kişi toplumsal yaşamı kendisine verili, olduğu haliyle mi yoksa kendi deneyimleri yoluyla mı algılar? Örneğin Martha adında bir kadını sadece bana bildirilen olgusal bir bilgi, kimliksel bir bilgi olarak ele alırsak “Martha” sadece bir sözcükten öte bir şey olamayacaktır benim için. Bunun dışında böyle bir bilginin benim için bir anlamı olamayacaktır. Öte yandan Martha ile yaşantıladığımız herhangi bir ilişkinin sonucunda Martha’nın gerçekten benim için ne ifade ettiği önemlidir ve işte bu bir çeşit fenomonolojik ilişki biçimidir diyebiliriz. Açıkça ifade etmek gerekirse, bir yandan öznelliğimizi içeren öte yandan dış dünyanın gerçekliği tarafından kuşatılmış iki ayrı toplumsal hayatımızın olduğunu söyleyebiliriz. İlki fenomenal dünyamız, ikincisi ise olgular dünyası…

Öteden beridir dikkatimi çeken hususlardan biri gündelik toplumsal yaşam içinde insanlar arası ilişkilerde denetimciliğin ve otoritaryen eğilimlerin üretiminin hiçbir zaman eksik olmadığıdır. Gerçi adına “toplumsal kontrol mekanizmaları” dediğimiz şey her zaman var olmuştur. Öte yandan benim esas ilgim toplumsal yaşamda duygudaşlığın, varoluşsal anlamda empatik iletişimin, insanların birbirlerinin sorunlarını sadece sorunun kendisi bağlamında ele alma biçiminin giderek yok olduğu ve bunun yerine kaba bir adlandırmacılığın, etiketlemenin, kimliklendirme yaklaşımının yaygınlığı üzerine odaklanmaktadır.

İşin vahim tarafı en genel tabirle günümüz dünyasında artan denetimci yaklaşımın eski geleneksel toplumsal denetim mekanizmalarından çok daha baskıcı bir hal almaya başladığıdır ve toplumsal fenomenal yaşantı dünyasını yıkıma uğrattığıdır. Yani olgular dünyası fenomenal anlamlar dünyasını yıkıma uğratmıştır her zaman diyebiliriz. Burada meselenin aslında farklı versiyonlarının olduğundan yani toplumsal ilişkilerde bu denetimci, otoritaryen eğilimlerin farklı şekillerde tezahür edişlerinden söz edebiliriz. Zira bu denetimcilik yani kontrolcülük dijital-siber platformlar üzerinden de tüm bir hayatımızı kuşatmış vaziyettedir.

Muhtemelen çok yaygın denilebilecek bir deneyim üzerinden gidebiliriz. Örneğin siz bir kızı sevmişsiniz ve bir şekilde bu meseleyi bir arkadaşınızla, dostunuzla paylaşmaya çalışıyorsunuz. Aslında amacınız belirli bir duygusal problemi, belirli bir duygu atmosferini karşınızdakiyle paylaşmaktır ve böylece kendinizi anlamanıza yardımcı olan birisinin olduğu umuduyla kendinizi güvende hissedersiniz. Zaten eğer meseleyi ailenizle paylaşmayıp da dostlarınızla paylaşıyorsanız burada bir güven sorunu ve dahası empati sorunu var demektir. Dolayısıyla fenomenal dünyayı dışarıda bulursunuz. Gelgelelim karşınızdaki kişi siz konuşmaya başlar başlamaz “bu kız kim?”, “bu kız hangi aileden” ya da “bu kız kimlerden?” diye söze başlıyorsa burada toplumsal düzeyde fenomenal dünyanın yıkıma uğradığından söz edebiliriz.

Dikkat edilirse burada karşınızdaki kişi meseleyi ya da bir olayı kimliklendirme, kategorilendirme, bilinir kılma, belirli bir kalıba sokma çabası içindedir. Dolayısıyla bir olguculuğun, olgular dünyasının ve olgusal bilginin getirdiği bir kontrol ve denetim altına alma eğiliminin olduğunu söyleyebiliriz. Bilmenin egemen olmak anlamına geldiğini her platformda düstur edinmiş Baconvari bir insanlığın gerek doğaya gerekse de insanlığa neler edebileceğini siz düşünün. Jürgen Habermas’ın Bilgi ve İnsansal İlgiler (1997) adlı yapıtında tartışma konusu ettiği üzere eğer pozitivistik bilgi anlayışı bir olgular dünyası ise bu dünyanın insanlarının ilgisinin doğa ve insanlık üzerinde artan kontrol ve tahakküm pratiklerine yönelik olduğunu söyleyebiliriz.

Yukarıda son derece basit görünebilecek kişisel bir meselenin bile toplumsal ilişki ağı içinde aslında nasıl da sosyolojik bir sorunsal ile bağlantılı olduğunu ifade etmeye çalıştım. Eğer bizler sosyolog olarak aynı zamanda bu toplumun birer üyesi isek doğal olarak gündelik toplumsal yaşantımıza dair bakış açımızın başkalarından daha duyarlı olduğunu söylememe izin verin lütfen. Öte yandan Charles Wright Mills’in Sosyolojik Tahayyül (2016) kitabını incelediğimizde burada insanların yaşamlarını sürdürürken bu yaşamın ne kadarının bireysel ne kadarının toplumsal olduğuna dair bir sosyolojik imgelemin gerekliliği fikrinin vurgulandığı görülebilir. Yani aslında sadece akademik düzeyde değil belki de tek tek her insanın en kişisel denilebilecek düzeydeki ilişki kalıplarının bile ne denli sosyolojik bir düzenek içinden geliştiğini anlamaya çalışmasının önemli bir husus olduğunu söyleyebiliriz.

Gündelik toplumsal yaşamın neredeyse her alanının tamamen aşırı bir hazcılığın pençesine düştüğü günümüz dünyasının yazık ki giderek çok daha kaba saba bir indirgemeciliği, duygusuzca bir bakış açısını, empatik olmayan bir tavrı, aşırı tüketimi, sabırsızlığı, vurdumduymazlığı, özgür olabileceği yanılmasıyla aşırı bireyselleşme eğilimlerini, saygıdan ve sevgiden uzaklaşmış neredeyse zoraki ve mutsuz bir birlikteliği beraberinde getirdiği söylenebilir. Dolayısıyla toplumsal ilişki dinamikleri içinde her birimizin otoriter ve denetimci-kontrolcü eğilimlerden uzak bir biçimde karşımızdaki kişiyle gerçek anlamda empatik bir ilişki kurduğumuz oranda çok daha dingin, barışçıl, güven veren bir toplumsal dünyayı inşa etmemiz mümkün olacaktır diye düşünüyorum. İşin bir boyutu tam da bunun sadece psikolojik türden bireyselleştirici bakış açılarıyla değil, belki de bunun da önemini göz ardı etmeksizin, toplumsal düzeyde geliştirilebilecek sosyolojik imgelem gücünü insanlarımıza kazandırmakla başarılabilecek bir şey olduğunu söylemek isterim ve dahası bu noktada ümidimi korumak isterim.

Kaynakça

Habermas, J. (1997). Bilgi ve İnsansal İlgiler (C. A. Kanat, Çev.). İstanbul: Küyerel Yayınları.

Mills, C. W. (2016). Sosyolojik Tahayyül (Ö. Küçük, Çev.). İstanbul: Hil Yayın.

[*] Hamit Ölçer, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Sosyoloji Doktora Öğrencisi.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları