Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Neden Türk Dili ve Edebiyatı BÖLÜMÜ Tercih Edilmelidir?

Üniversite tercihlerimizde ön yargılarımızdan biri “Bölüm” okumanın hiçbir işe yaramadığı veya çok zor işe yaradığıdır. Bu durum birçoğuna göre şöyle gerçekleşmektedir:

Kategori: Edebiyat - Tarih: 13 Temmuz 2019 21:25 - Okunma sayısı: 25.131

Neden Türk Dili ve Edebiyatı BÖLÜMÜ Tercih Edilmelidir?

Neden Türk Dili ve Edebiyatı BÖLÜMÜ Tercih Edilmelidir?

 

Üniversite tercihlerimizde ön yargılarımızdan biri “Bölüm” okumanın hiçbir işe yaramadığı veya çok zor işe yaradığıdır. Bu durum birçoğuna göre şöyle gerçekleşmektedir: 1) Öğrenci “öğretmen” olmak istemektedir veya öğretmenlik rahat ve kolay bir meslek olarak cazip gelmektedir; 2) Ekonomik şartlar zorlamaktadır 3) Üniversite sınavına hazırlıktan tercih sonuçlarının açıklanmasına kadar bütün gözler öğrencinin üzerindedir; 3) Alınan puan “maalesef” eğitim fakültelerine yetişmemektedir; 4) Bu durumda “bu gözlerin” ve “söylentilerin” savuşturulması gerekmektedir.

İşte böyle anlarda devreye “Bölüm”ler girmekte ve bir “kurtarıcı” rolü üstlenmektedir. Hatta sırf “üniversiteli” olunduğunu göstermeye veya sürekli “Sizin çocuk kaç puan aldı, üniversiteyi kazandı mı?” sorularına karşı kazanılmış büyük bir “başarı”dır.

Peki bundan sonra? Okul hayatının bitip, üniversitenin başladığı ve kişinin bütün hayatına yön verecek bu “önemli karar” böyle mi alınmalıydı? Karar kişinin kendisinin mi; yoksa etrafa göre mi alınmıştı? Neyse karar alınmış ve okunmaya başlanmıştı bile… Gerisi teferruattı. Ama sonra…

Bir zamanlar “Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü” okuyanlar şöyle tuhaf sorularla da karşılaştılar:

“Ne okuyorsun kızım?”

“Türk Dili ve Edebiyatı…”

“Öğretmenlik mi? Öğretmen çıkıyor musunuz siz oradan?”

“Tabi… Ama belli olmuyor…”

“Öyle şey olur mu? Bölüm mü yoksa?”

Bu kelime o kadar utanç verici bir hal aldı ki… Neredeyse bedenin büyük bir bölümü ayaklar altında kaldı... Etrafta “Bölüm” okuduğu için gurur duyan ve bunu gerçekten isteyerek seçmiş biri ise yok denecek kadar azdı… Yıllardan beri yaratılan böyle bir algıyla insanların “Bölüm” kelimesine karşı öyle acıma hisleri oluştu ki, neredeyse o çocuğu bağrına basıp “Vah vah…” diyecek hallere girilmeye başlandı… Hele bir de eğitim fakülteli biri geldi mi yanına… Değmeyin onun cakasına; bakmayın bu garibin lak lakasına…

Bundan 10 yıl öncesine kadar Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olup da öğretmen olabilmek oldukça zordu. Diğer bölümler için de geçerli… Evet... Kabul ediyorum. Ancak bu durum, ülkemizde sıklıkla değişen bir seyir arz ediyor. Bir ara tezsiz yüksek lisans şartı geldi, sonra formasyon alınarak öğretmen olunuyor ve atama gerçekleşiyordu, şimdilerde ise buna mülakat da eklendi. Ama burada bir “yanlış” var! Algı yanlışlığı…

Sanki Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü çok kolay okunan bir “Bölüm”… Okumayı seven sevmeyen, yazan veya yazmayı bilmeyen herkesin girebileceği bir Bölüm… Maalesef bu “Bölümler” fazla hafife alınıyor. Konuşulması gereken ise “öğretmenlik atamaları”nın nasıl gerçekleştiği falan değildir! Hatta bu konumuz dahi olmamalı! Asıl mevzumuz “Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri”nin öğretmen yetiştirmek amacını öncelemediği ve eğitim fakültelerine bir alternatif olmadığıdır. Ya da o fakültelere doğrultulmuş bir merdivende kesinlikle alt basamak olarak kabul edilmemelidir. Hatta “Birkaç sene içinde eğitim fakültesi için puanı tuttururum ve buradaki dersleri de saydırırım” şeklindeki muhayyileye terstir. “Bölüm”ler bütün bu sayılanların dışında, üst bilgi veren, öğrenciyi alanında derinlemesine yetiştirmek için kurulmuş yerlerdir. Hem de oldukça zorlu bir yetişme sürecidir. Ama buraya gelen öğrenciler daha baştan işsiz kalacağını, öğretmen olabilmek için çok “çetrefilli” bir yola girdiğini vs. düşünüyor. En arka sıralarda profesörleri dinlerken, bir kütüphanede elinde büyüteçlerle araştırma yapmayı düşlemiyor… Gözlerinin önüne bir lisede veya ortaokulda öğretmen olmak geliyor… Sadece bu kadar ama… Olmak ve öyle kalmak… Öğretmen olup bir taraftan da kendini yetiştirmek, bir şeyler üretmek değil… Tabi bunda ekonomik şartlar da etkili. Halbuki bunun yeri burası değil ki? Ne yeri ne zamanı hem de? Hatta şu da söylenebilir: “Kardeşim ters yöne girmişsin ma’âza’llâh… Hemen bir yolunu bul çık buradan. Çık!” Neyse girmişsin bir yola; ama nereye gider bu yol, bu “Bölüm”ün asıl amacı ne? Bilmeden devam etmek nereye kadar?

İşler böyle olunca… Yani bilmeden, bodoslama, isteksiz ve meraksız olununca bu sefer işler sarpa sarıyor ve içinden çıkılamıyor. 4 yıl 8 oluyor ve üniversite bitmek bilmiyor… Bitince iş derdine düşülüyor… Yıllar böyle geçip gidiyor… Demek istediğim, bu iş “SEVMEK” le başlıyor. Gönülle devam ediyor. Zorla Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü okunmaz, okunmamalıdır. “Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü” okumak istenerek, tamamen arzulanarak gelinmesi gereken bir yerdir. Eğer öğrencinin alanda derinleşebilmek, alana yenilikler getirmek, yön vermek gibi pek çok hedefi varsa bu “Bölüm”ü tercih etmesi önerilir. Kısacası üst hayallere sahip öğrencilerin olması gereken yerlerdir. Meraklı, kendini iyi yetiştirmeyi amaç edinen kişilerden bahsediyorum…

Burasının önceliği ve amacı “bilim insanları” yetiştirmektir. Eğitiminden kısaca bahsetmek gerekirse Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri, edebiyatı başlangıçtan günümüze ince ince işlemektedir. Her dönem ayrıntılarıyla anlatılırken, bir taraftan da o dönemin belli başlı yazar ve şairleri en önemli eserleriyle okutulmaya çalışılmaktadır. Ayrıca Türk yazı dillerinin her evresi ile bu yazı tarzları öğretilmektedir. Göktürk yazılarından Uygur yazısına, Karahanlı Türkçesi metinlerine…

Bu arada öğrencilere çeşitli dönemsel ödevler verilmekte, dergi hazırlama gibi uygulamalar yaptırılmaktadır. 4 yılın sonunda ise öğrencinin de ilgi duyduğu alanda bitirme tezleri yaptırılarak bilimsel çalışmalara adım atılmaktadır. Bunlar gerçekleşirken bu aşamaları bir iş olarak görmemek gerekmektedir. Hele de bölüm Türk Dili ve Edebiyatı olunca. Çünkü edebiyat zevktir. Zevkin iş olduğu da hiçbir anlayışta kabul görmez. Bu alan o kadar zevk, sanata merak, araştırmaya eğilim gibi meziyetler istiyor ki bunun çoğunlukla doğuştan gelenlikle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Mesela bu alanla ilgilenen biri için zaman hızlıca ilerler, yelkovan akrebi yakalayamaz… Zaman mefhumu yoktur. Aslında bu alanda kendini yetiştiren için mesai saati de yoktur. Çünkü yazmak ve okumak her yerde ve her şekildedir.

Şimdi ben “Yazmaya zamanım yok”, “Yazamıyorum”, “İşten vakit yok” cümlelerini de algılamakta güçlük çekiyorum. Çünkü yazmanın bir zamanı yoktur. O içsel bir yolculuktur ve bir edebiyat sever için olmazsa olmazdır. Öyleyse diyorum ki yanlış meslek seçimi yapmayın lütfen… Sevmeden okunamayacak bir Bölüm varsa, o da Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüdür. Ama burada şunu hemen söylemeliyim, bu alana gönül vermiş kişilerin sosyal ilişkilerinin kuvvetli olmasını oldukça önemsiyorum. Edebiyat ortamlarında var olmayı bilen, tartışma ve eleştirileri kaldırabilen ve kendine yarayanları arasından ayıklayabilen bireyler olmalarını istiyorum.

Öyleyse tercihlerimizi yaparken oturup bir daha, bir daha düşünelim. Eğer çocukluktan gelen, ki ben buna çok inanıyorum, bir okuma, yazma isteği, edebiyata merakınız, bu alana farklı katkılar sağlayacağınıza inancınız varsa hiç zaman kaybetmeden bu bölümü tercih edin. İnanın, alanın sizin gibi beyinlere çok ihtiyacı var... Kabiliyet, yetenek, yaratıcılık, entelektüel birikim gerektiren Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri kesinlikle öğretmenliğe giden bir merdiven olarak görülmemelidir. Biz öğretmen yetiştiriyoruz evet; ama idealist öğretmenler… Biz bu yüzyılın Türk Edebiyatını ileriye götürecek elçiler yetiştiriyoruz. Araştırmacılar, bilim insanları, şairler, yazarlar, editörler…

Düşünsenize bunun işle güçle ne ilgisi var?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar (1)
Serdar Yıldırım - 04 Mart 2024 14:19
RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Pariste bir müzayede salonunda Van Goghun Kafede Akşam adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu. Ben: Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. Van Gogh: Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Goghun aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. Ben: Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Goghum deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. Van Gogh: Sen de abarttın ama yüz dolar vermezlermiş? Ben de elli dolar isterim. Vermezlerse intihar ederim. Van Gogh müzayede salonunun orta yerine çıktı. Ellerini havaya kaldırdı. Kendini tanıttı. Salondakilerin ağzı açık kaldı. Doğru dediler, bu Van Gogh. Rica etsem bana elli dolar verebilir misiniz? dedi. Başlar öne eğildi. Neden ama ? dedi, Van Gogh. Herkes bir dolar verse elli dolar toplanır. Bana karşı bu cimrilik neden? Sessizlik bir süre devam etti. Sonunda ön sırada oturan bir holding sahibi, şimdi size o parayı verirsek hayatın sıkıntısından kurtulur, rahatlarsınız. Bir daha böylesine üst düzeyde resimler yapamazsınız diye endişe ediyoruz, dedi. Serdar Yıldırım ayağa fırladı ve gür sesiyle haykırdı: Hayır, dedi. Yalan söylüyorsun. Van Gogh yaşarken parasal yardım yapılsaydı çok daha üst düzeyde, çok daha kaliteli resimler yapardı. O zamanın insanları, nasılsa bu da ötekiler gibi tarihin karanlıkları arasında kaybolup gider, diyerek yardım etmediler. Kim bilir nice ressam, heykeltraş, yazar, şair, sporcu, besteci ve diğer sanatsal uğraş içinde olanlar karanlıklarda kaybolup gitti. Binde bir böyle kaybolmayanlardan biri olan Van Goghun eseri milyon dolara satılıyor. Siz aslında insanlığın geleceğini satıyorsunuz ve gelecek yok oluyor, bunu fark edemiyor musunuz? Serdarın haykırışına cevap veren olmadı. Müzayede salonunda birkaç dakika sonra iki adam kalmıştı. Sessizliği Van Gogh bozdu: Sen haklı çıktın Serdar, intihar etmeye gidiyorum. Serdar: Dur Van Gogh. Yıl 2018. Senin kadar olmasa da ben de zor durumdayım. Bir iş bulmaya kalksam, hikaye yazma işini bırakmam gerekir. Otuz dört yıllık bir uğraştan vazgeçemem. Bak ben intihar etmem, sen de intihar etme. Van Gogh: O zaman gel beraber intihar edelim. Serdar: Hayır. intihar yok. Acılara birlikte göğüs gereceğiz ve galip geleceğiz. Şimdiye kadar hiç yenilmedim ve sen de yenilmezsin. Önümüze çıkarılan engelleri yıkıp geçelim. Serdar anlattıkça Van Goghun yüzü bembeyaz kesildi. Onun anlattıklarını başını indirip kaldırarak tasdik etti. Sen haklısın, ben bir ellerimi yıkayıp geleyim, dedi. Yerinden kalktı, lavaboya doğru yürüdü. Aradan zaman geçti. Tabanca sesi duyuldu. Serdar lavaboya koştu. Van Gogh yerde yatıyordu. Serdar gözyaşları içinde kaldı. Elli dolar verseler ne yapar eder Van Gogha iki tablo yaptırırdım. Bu iki tablo onların elli dolarını fazlasıyla karşılardı. Van Gogh gerçek hayatında tabanca ile yaşamına son verdiğinde otuz yedi yaşındaydı ve hep otuz yedi yaşında kaldı. 1853-1890 yılları arasında yaşamış yoksul bir ressamdı. Kendisini saygıyla anıyorum. SON
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Edebiyat Yazıları
ince hikâye

Edebiyat 21 Eylül 2024

ince hikâye

Şiirin Nüfuzu

Edebiyat 07 Haziran 2024

Şiirin Nüfuzu

ABDULLAH EFENDİ

Edebiyat 10 Kasım 2023

ABDULLAH EFENDİ