Düşünce yetisi insan yetileri arasında öteki yetilerden-öteki yetilerden demek istediğimiz- burası için- duyusal yetilerimizdir- özsel olarak ayrıdır. Öz, bir şeyin belirleyici yüklemidir, bir başka anlatı ile niteliğidir. Bu yüzden şeyleri yükleml
Kategori: Bilimsel Makaleler - Tarih: 13 Temmuz 2019 16:04 - Okunma sayısı: 6.305
Düşünce yetisi insan yetileri arasında öteki yetilerden-öteki yetilerden demek istediğimiz- burası için- duyusal yetilerimizdir- özsel olarak ayrıdır. Öz, bir şeyin belirleyici yüklemidir, bir başka anlatı ile niteliğidir. Bu yüzden şeyleri yüklemler yani nitelikler ile tanımlarız. Duyusal yetilerimiz algı yetileridirve sadece alırlar. Algı üzerinde değişiklik yapma yüklemleri –yetileri-yoktur, algı üzerinde değişiklik yapma yetisi yalnızca düşünce için daha doğrusu anlık(akıl-us) için geçerlidir.
Nesne açısından ise duyulara konu olan imgeler, neden değil sonuçturlar. Bilginin gereci ise sonuçlar değil nedenler, imgeler değil düşüncelerdir.
Düşünce yetimiz algı üzerinde işlem yapar. Algıda alınmış olanı doğrudan imge olarak kullanabileceği gibi, algıüzerinde işlem yaparak onu az çok düşünce biçimine de çevirebilir. Düşünme yetimiz algı üzerinde bu çevirme işlemini yaparken daha önceki imgesel ve düşünsel deneyimlerini, şimdi önünde bulduğu algıları düşünceye çevirme işlemine de taşıyabilir ve taşır.
Bu her iki durumda da; düşünme yetisi, hem algıyı tam olarak düşünsel kipe çevirmediği için, hem de bu işlemi yaparken eski deneyim ve ön yargılarını sürece soktuğu ve öznellikle karıştırdığı için, ortaya çıkan düşünce eksik düşünce (eksik idea)olacaktır. Bir başka deyişle düşündüğümüz nesnenin kendisi olmak yerine iki yandan da -hem özneden hem nesneden taşınan öznellikler ile- nesnenin çarpıtılmış ideasıolacaktır.
Bu kipte işleyen düşünceye, doğal düşünce, anlak düşüncesi denebilir ve bu düşünüş biçimi gerecini elde edişinde yarı edilgin yarı etkin oluşundan ve kendi işleyiş sürecinde salt farkları ve aynılıkları esas aldığı içi ve çelişik yanları birlikte kavrayamayacağından, elde ettiği bilgiyi kanıtlama gücünden de yoksundur. Tanıtlanmamış düşünce ise sanı kipindedir.
Bu yüzden, herhangi bir konuda insanların düşünceleri arasında bir uyuşma dan çok uyumsuzluk görünür, kişi sayısı kadar görüş ortaya çıkar bu ise insanları ve güçlerini parçalar. Oysa düşülen konu aynıdır. Eğer aynı sonuçlara ulaşılamıyorsa ya nesnel gerçeklik diye bir şey yoktur, ya da her nesnel gerçeklik özneler tarafından çarpıtılarak anlaşılıyor, böylece de özne sayısı kadar farklı düşünce ortaya çıkıyordur. Oysa doğada bir düzen olduğu apaçık görünür, hiçbir şey nedensiz değildir ve düzen dediğimiz şey ise, aynı nedenlerden aynı sonucun çıkmasından başka bir şey değildir. Oysa insanlar aynı nedenlerden farklı sonuçlar çıkarırlar, öyleyse sorun nesnelerin düzeninin düzensizliğinde değil insanların o düzenleri anlayışlarındaki düzensizliktendir ya da anlıklarının düzensizliğinden.
BU çelişki nasıl çözülecektir? İnsan aklının bu öznellikten kurtulma çaresi var mıdır ve bu çare nedir?
Kendi kapasitesinin farkında olmayan, salt anlama yetisi olarak kalan doğal bilinç, elde ettiği sanıları bilgi yerine koyarak binlerce yıl kendi kendisi ile yetinmiştir. Ancak geometri ve matematiğin bulunuşu anlığa yeni bir çalışma düzeni sağlamıştı.
Spinoza,“doğal bilinç geometriyi bulmasa idi, düşüncenin bu kısıtlılığı insan için sonsuz dek sürerdi”diyerek, düşünce yetisinin doğal bilinçten ussal bilgiye, yani kanıtlanmış bilgiye geçişini, düşüncenin kendindeki en büyük dönüşümü olarak görür.
Çünkü geometrik bilgi kanıtlanmış, şüpheden arınmış, zorunluluk kipinde bir bilgidir. Zorunluluk kipindeki bir bilgi başka türlü olamayacağı apaçık meydanda olan bilgidir.
Nasıl olurda Geometrik yöntembize, şüpheyi arkasında bırakmış, apaçık doğru olan bir bilgi sunabilir?Bunu kavramak için geometrik yöntemin işleyişini kısaca çözümleyelim.
İlkin, bir önermeye giren ögelerin her biri açık ve seçikse, - seçikten anladığımız her öğenin başka ögelerden farkının bu ögeleri birbirine karıştırmayacak kadar açık olması- ve açıktan anladığımız ise her ögenin kavramının, yani ideasının, bir başka anlatışla onun özünün bizim için gizli bir yanının kalmamış olması ya da tam bir tanımının yapılmış olması- bu öğelerin ilişkisinden ortaya çıkacak sonuç da en azından her öge için açık seçik olacaktır.
İkinci olarak düşünceler ve nesneler çokluğu deneylenen ve deneyimleyenden bağımsız olarak, bir başka deyişle nesnel olarak birbirlerine apriori aksiyomlar ile bağlıdırlar. Nesnelerin ve onların İdealarının her alandaki ağları bu verili sabit gerçekliklere bağlı olarak işlerler. Geometri ve matematikte bu aksiyomları hepimiz okullarda öğrenmişizdir. Hatırlayalım ki, aksiyomlar, tanıta ihtiyaç duyulmayacak derecede açık ve seçik olan gerçekler ya da bilgilerdir.Örnek olarak, “İki eşitlikten eşit parçalar çıkarılırsa eşitlik bozulmaz” gibi.
Öyleyse, açık seçik tanımlı ögeler, gerçekliği açık seçik belli olan aksiyomlar altında ilişkiye girdikleri zaman bu ilişkiden ortaya çıkacak bilgi de açık ve seçik olacaktır.Çünkü aksiyom ve açık tanımlara dayanan öğelerin ilişkisinden ortaya çıkacak bilginin dayanakları zorunluluğa dayandığı için elde edilen bilgiden kuşku duyamayız. Zaten gerçek bilginin ölçütü başka türlüsünün olanaksız olduğunun tanıtlanmasından başka bir şey değildir.
Gerçek bilginin bu ilişkiler biçimi matematik ve geometri için geçerlidir. Çünkü geometri ve matematiğin gereçleri kendinde açık seçiktirler, bu alanın aksiyomları da açık ve seçiktir. Ya öteki alanlar?
Bu yöntem öteki doğa bilimlerine ve özelliklede bilgilerin herkese göre değişebilir göründüğü sosyal bilimlere uygulanamaz mı? Bütün sorun işleme giren ögelerin ve işlemleri yöneten aksiyomların açık seçikliklerinin sağlanması idi. Öyle ise matematik ve geometri dışında kalan bilimlerde işleme giren verileri açık seçik hale(kipe) sokabilirsek ve o bilimler alanının aksiyomlarını ortaya koyabilirsek yöntem, bu bilimlere de uygulanabilecektir.
Bu yöntemle gerçekliği çarpıtmadan ve olduğu gibi ele getirebilme olanağı ortaya çıkmış olsa bile öte yandan yöntemin uygulanması da ayrı bir beceri gerektirecektir. Bu becerinin ilk öğreneğini bize Descartes gösterir. Ama daha mükemmel bir uygulamasını Spinoza tüm sistemine uyarlar. Düşünce tarihinin birkaç başyapıtından biri olan ‘ETİKA’ bu yöntemin mükemmel bir uygulamasıdır. Ne yazık ki bu yöntemin Spinoza’dan sonra ikinci bir uygulayıcısı henüz yaşamamıştır.
Sosyal bilimlerin mantığı üzerine binlerce kitap yazılmıştır ama görecelilik ortadan kalkmış değildir. Ve bu bilimlerin önermelerinin çözümlemeleri için henüz elimizde zorunluluk kipini sağlayacak ve kullanılabilir hale getirilmişbaşka bir yöntem de yoktur.
Bu yöntemin, sosyal bilimlere Descartes ve Spinoza tarafından uygulanışı bildiğimiz kadarı ile kimse tarafından çürütülmüş değildir, ama yazık ki kimse tarafından uygulanmış ya da geliştirilmiş de değildir.
Coşkun özdemir.
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
21 Kasım 2024 19:01
09 Kasım 2024 12:57
20 Kasım 2024 20:01
18 Kasım 2024 20:06