Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

ACI VE ZAFER FİLMİ VE ÖZGÜR OLMAMIZA ENGEL OLAN YA DA BİZİ BİZ YAPAN YUMRULARIMIZ

Hatice ERDEM

Kategori: Sinema - Tarih: 12 Ekim 2023 20:05 - Okunma sayısı: 956

ACI VE ZAFER FİLMİ VE ÖZGÜR OLMAMIZA ENGEL OLAN YA DA BİZİ BİZ YAPAN YUMRULARIMIZ

ACI VE ZAFER FİLMİ VE ÖZGÜR OLMAMIZA ENGEL OLAN YA DA BİZİ BİZ YAPAN YUMRULARIMIZ

Filmin Adı: ACI VE ZAFER

Tür: Dram

Süre: 1 s 53 dk

Gösterim Tarihi: Mart 2019

Yönetmen: Pedro Almodóvar

Başroller: Antonio Banderas, Asier Etxeandia, Penélope Cruz

Ülke: İspanya

Baş rollerini Antonio Banderas ve Penélope Cruz'un paylaştığı film, çocuklukta yaşanan travmaların, yanlış seçimlerin, aşk acısının insanın hayatını nasıl şekillendirdiğini bizlere gösteriyor. Diğer taraftan ise bizi o masum çocukluğumuza götürüyor.

Yıllar boyu birçok hastalıkla mücadele eden, ameliyatlar geçiren sanatçı, bu durumun onun değişmez kaderi olduğunu düşünmektedir. Geçmişiyle bugünü arasında mekik dokuyup durmaktadır. İyi bir yönetmen olan karakter, aynı zamanda her sanatçının zaman zaman yaşadığı ilhamsızlık dar boğazına girerek tıkanmıştır. Hastalıklarla boğuşmak yanında bir eser üretememenin sancısı bir sanatçı için en büyük acı olsa gerek. Filmdeki karakterin içindeki boşluğu dolduramaması, hayattan tat alamaması bunu örneklemektedir. Çünkü bir sanatçı için onu hayata bağlayan, öldükten sonra bile onu yaşatan en güzel ve besleyici gıda: Kendini ifade etmek ve eser vermektir.

Çocukluğuna dair hatırladığı anılar, içinde tuttuğu acılara neden olan kişilerle yüzleşmeleri ve kendine ait bir resmin ona gelmesiyle yıllardır kafasında tamamlanmayan puzzle’ın parçalarını bulmuştur. Zihnindeki tablonun tamamlanmasıyla birlikte bir zaman tüneline girmişçesine çocukluğu, aile hayatı, annesinin özverisi, yaşadığı travmalar, aşk acısı birer birer aklına gelir. Geçmişiyle yüzleşmeye başladığında ise yıllardır içinde sakladığı ve nefesini almasını zorlaştıran yumru’dan bir ameliyatla kurtulur ve en iyi bildiği şeyden, yani çocukluğundan yola çıkıp bir dışavurum yaşayarak özgürleşir ve üretkenleşir. Acıları onu zafere ulaştıran birer yapıtaşı haline gelir.

Festival tadındaki filmi birden fazla izlemenizi öneririm. Eminim sizler de göremediğiniz noktaları bir diğerinde görebileceksiniz. Filmde kullanılan baskın renkler ise birçok mesajı içeriyor.

Filmde metaforik olarak karşımıza çıkan yumru, birçoğumuzun boğazında da yok mudur? Kimisinde ailesinde gördüğü fiziksel ya da psikolojik şiddet, ailesi tarafından taktir görülmeme, kıyaslanma, hayallerinin elinden alınması, kimisinde aileyi ya da başkalarını çıplak görüp utanç duyması, kimi zaman çıplak görülmesinden duyduğu utanç, bazen cinsel istismar, kimisinde ilkokul öğretmeninden yediği bir tokat ya da sınıfta küçük düşürülmesi, bedensel bir farklılığıyla, kilosuyla, zayıflığıyla dalga geçilmesi, partneri tarafından beğenilmeme, aşağılanma, aldatılma, arkadaşları tarafından dışlanması, patronu tarafından taktir görmemesi, vb liste uzar gider.

Bazen bu travmalarımızın farkındayız ama çoğu zaman ise davranış bozukluğumuzun ya da hayata tutunamayan, ondan zevk alamayan tarafımızın önünde engel olan yumrumuzun maalesef farkında değiliz.

Filmde ise bile isteye olmayan travmalar da söz konusu. Annenin bu durumun travma olduğundan haberi olmadığı gibi çocuğunda beyninin gördüğü durumu travma olarak kaydetmesinden ve hayatını şekillendirecek olmasından haberi bile yok aslında. Bazen okuduğumuz bir kitaptaki bir cümle, bazen bir filmdeki bir replik, bazen bir koku, bazen eski bir reklam filmi, bazen bir bestedeki bir name ya da söz, bazen bir kutuda biriktirdiğimiz hatıralar, bazen karşılaştığımız birisinin sohbetindeki tek kelime ile beynimizde bir sinyal oluşur. Hatırladığımız o anıyla yüzleştiğimizde ise hayatımızda onun aslında küçücük bir yer kapladığını zannederken aslında birçok özgürlüğümüzü kısıtladığının farkına varırız.

Diğer taraftan ise seçimlerimizi yönlendiren, bakış açımızı değiştiren, içe dönüşü sağlayıp potansiyellerimizi fark etmemizi sağlayan, dışa vurum isteğiyle üretmemizi sağlayan aslında bizi biz yapan yine o travmalarımızdır belki de... Acı çekmeyen, acının ne olduğunu bilmeyen gerçek bir sanatçı olur mu yorum sizin...

Günümüzde çocuk gelişime verilen önemle birlikte ebeveynler kendi ailelerinden gördüklerinden bağımsız daha iyi bir çocuk yetiştirme modelini benimsemeye çalışmaktadırlar. Aman çocuğumda bir travma olmasın diye kendini heba eden ve hatalar da yapan bir çok aile olduğu gibi bu durumu umursamayan çocuğuna her türlü mutsuzluğu reva gören ailelerde çok elbet.

Ancak her ne kadar yoğurdu üfleyerek yesek de beynin neyi, ne zaman tehlike olarak algıladığının ve bunu travma olarak kaydettiğinin bilincinde olamamaktayız. Bazen kendi tecrübelerimizden yola çıkarak çocuklarımız için en iyi olanı onlar yerine bizler seçeriz. Ancak onların isteklerini geri planda tutarak... Filmde “Senin istediğin gibi bir evlat olamadım. Kendim olduğum için seni hayal kırıklığına uğrattım, özür dilerim.” Replikleri bize çok şey anlatıyor aslında. Ailemizin bir projesi mi olmak zorundayız yoksa ruhumuzdaki bizi yönlendiren o içsel sesin peşinden mi gitmeliyiz? Her yaşanan acı ya da tatlı hatıra, hayat yolumuzda üzerine basıp yürüdüğümüz birer tecrübe değil midir? Hangi çocuk kendi deneyimlemeden sizin yapma dediğiniz şeyi yapmamıştır. Doğuştan gelen öğrenme ve deneme merakına kim gem vurabilir? O yüzden bu konuda çok baskıcı, koruyucu ya da çok serbestten ziyade daha demokratik bir ebeveyn olmak daha iyi gibi görünüyor. Buna rağmen de gelişebilecek olumsuzlukların her zaman önüne geçmek olası değil maalesef.Filmde bir annenin zor koşullarına rağmen bir mağara evi nasıl yaşanabilir bir yuvaya çevirdiğini, evi geçindirmek için didinip durduğunu ve bu hayatı çocuğu yaşamasın diye çocuğun fikrini önemsemeyip onun kurtuluşu için onu yatılı bir rahip okuluna verişini görüyoruz. Ancak bu durumu istemeyen çocuk yıllarca bu durumu özgürlüğünün sırtına binen bir yük olarak taşımıştır. Burada çocuk mu haklı yoksa anne mi? Cevabı çok zor...Peki özgürlük nedir size göre? Çok paraya sahip olup her istediğini alabilmek mi? Sırt çantasını takıp her şeyi geride bırakıp dünya turuna çıkmak mı? Çevresinden sıyrılıp bir orman evinde tek başına izole bir hayat yaşamak mı? Etrafındakilerinin düşüncelerini umursamadan yaşaya bilmek mi? Hayalini kurduğu o eseri, icadı vb yapmak mı? İdealindeki ruh eşini bulmak mı? İçimizdeki dertten tasadan kurtulmak mı? Çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak mı? Geçmişimizdeki acı izlerden kurtulmak mı? Üzerine bol gelen sorumluluklardan kurtulmak mı? Yoksa tüm bu isteklere rağmen mutluluğun sihirli anahtarını bulmak mı?Bir çoğumuz hayallerini gerçekleştiremeyen, tam olarak ne istediğini bilmeyen, özüyle tanışmayıp kendine merhaba demeyen, travmalarıyla yüzleşemeyip özgür olamayan dayalı döşeli evimizde mutsuz birer mahkumuz belki de...Kısacası bizim boğazımızdaki o yumru nedir? Bu soruyu kendimize sormadan ve onun nedenini bulup o yumrudan kurtulmadan ya da o yumruların bize kattığı olumlu tarafları görmeden mutluluğun anahtarına ulaşmak ve hayata tutunmak zor gibi görünüyor. Yani “acı”yı hayatımızı mahveden engeller olarak mı görmeliyiz yoksa bizi “zafere” götüren bir rota olarak mı?Yumrularımızdan kurtulmak ya da onların bizim gelişimimizdeki katkılarına minnettar olup zihnimizdeki demir parmakları kırıp içimizdeki engin denizde özgürlük yelkenlimizi yüzdürmek dileğiyle...

Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sinema Yazıları
Platon'un Kamerası

Sinema 02 Temmuz 2024

Platon'un Kamerası