SAFSATA ÇAĞI
Yeni bir ortaçağı yaşıyoruz. En akıldışı yaklaşımların bile taraftar bulduğu tuhaf bir dönem bu. Safsatalar, inananı fark etsin ya da etmesin akıldan ve bilimden uzaklaştırıyor ilgilisini. Gerçeklikten koparıyor. Belki de bu yaklaşımları gerçeklikten kaçış olarak da görebiliriz. Hayali bir dünya daha az acı veriyor olabilir. Kişi kendini daha değerli ve önemli hissedebilir. Aklı ve bilimi bu çerçevede eğip bükmeye kalkışıp kendine dayanaklar yaratmaya da kalkışabilir. Bir çıkış ararken, her şeyin her şeye karıştığı bir dünya yaratır.
İçinde yaşadığımız neo-liberal düzen insanları savunmasız bırakıyor. Yalnızlaştırıyor. Tek başına kalan insanlar sığınacak bir liman arıyor. Dünyaya, kendine yabancılaşan insan bir arayış içine giriyor ve kendine bir anlam bulma telaşını yaşıyor. Çarpık anlayışlar bu noktada kendine alan açıyor. Kapitalist sistem kendine muhalif olunmadığı ölçüde en saçma inanışları bile kabul edilebilir buluyor. Bilimsel olanın dışarıda bırakıldığı, aklın hiçe sayıldığı yeni ortaçağı yaratan kocaman bir boşluk duygusu. Duyuşlar, hissedişler ve hayaller üzerinden yeni bilgi kaynağı yaratmaya çalışılıyor.
Peki, bilim bu kadar masum mu? Saf bir bilimden bahsedilebilir mi? Bugün düşünüldüğünde bilime kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda yön verildiği açık. Asıl olan insanlığın çıkarları çerçevesinde bir bilim pratiği geliştirmek, planlamak olsa gerek. Yani bir ölçüde çubuğu tersine bükmek. Örneğin, kamucu, toplum sağlığının esas alındığı bir politika yerine bu alanın ilaç tekellerine bırakılması bir tercihtir. Kâr güdüsünün geriye atıldığı bir gelişim çizgisini takip etmek olmazsa olmaz gibi gözüküyor. Anlaşılacağı gibi bilim sadece bilim değildir. İdeolojik bir yük de taşır.
Yeni Ortaçağ ve Safsata
Sovyet Birliğinin çöküşünü bir milat olarak alabiliriz bu noktada. Bu çöküşle büyük bir ideolojik boşluk açıldığını biliyoruz. Kapitalizmin zaferi bir yandan dinciliği ve milliyetçiliği azdırırken genel anlamda ise akıldışı anlayışların gelişip serpilmesinin önünü açtı. Her türlü safsata kendine alan buldu. Aydınlanma düşüncesi geriledi ve geriletildi. “Tek kutuplu” dünya türlü imkânlara kavuştu. Bu aynı zamanda daha kolay yönetilebilir bir dünya demekti. Başta ABD olmak üzere, dünya kapitalist merkezler açısından bir oyun alanına dönüştürüldü. Savaşlar, işgaller, ekonomik bağımlılık yaratma, toplum mühendisliği, kültürel hegemonya ve akademiye yön verme çalışmaları bu durumun çeşitli görünümleri oldu.
Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi ve bizdeki Cumhuriyet Devrimleri aydınlanmanın zirve noktalarıydı. Buralardan geriye düşüş kendini çok açık gösteriyor artık. Kamuculuk, ekonomik ve politik bağımsızlık, aydınlanma, seküler yaşam tarzı gibi başlıklarda ciddi kafa karışıklıkları yaratıldı. Bu değerler bir dayatma gibi gösterilmeye çalışıldı. Bu değerlerin bir arada yaşamanın temelleri olduğu gerçeği gözlerden uzak tutuldu. Var olan korunamadı. Bu durum hep böyle devam edemeyecek olsa da kitlelerin dönüşümü bir hayli zaman alacak gibi gözüküyor.
Bu geriye gidiş nedeniyle, anlaşılıyor ki, insanlık kendine yeni bir yol yaratana kadar safsatalar hayatımızın bir parçası olacak. Safsataların bilinçli satıcılarını bir kenara bırakırsak, insanların içindeki o manevi boşluğu neyle dolduracağını bilememesi bu insanları suistimale açık bir konumda bırakıyor. Dünyanın bir tarafında ortaya çıkan bir akım aniden başka bir coğrafyada acentelerini yaratabiliyor. Yeni inanışlar ortaya çıkabiliyor.
Bugünün ihtiyaçlarına çözüm sunamayan geleneksel dinlere inancı azalan ya da bunlara kayıtsız kalan insanlar başka arayışlara giriyor. Bir yandan da içinde yetiştikleri kültürel ortamdan tam olarak kopamayıp yeni sentezlerin peşinde koşturuyor. Örneğin, öğretisini tasavvuf ve Mevlana’dan başlayarak köklendirmeye çalışan, bunun yanında da “bilimsellik” adına kuantum teorisini çarpıtarak bir piramit inşa etmeye çalışanlar az değil. Burada bir uyanıklık seziliyor. Toplumda kabul edilebilir bir mevzi oluşturmak için tasavvufa sığınırken, bir yandan da bilimsel bir temel ihtiyacı da duyarak kuantumu buna alet edenler hayli ilginç bir görünüm sergiliyor. İnanma ihtiyacı içinde olanlar için bu “yumuşak geçiş inancı” kabul edilebilir bulunabiliyor.
Bunların yanında, vahiy aldığını iddia edenler; evrenle, uzaylılarla iletişim halinde olduğunu söyleyerek taraftar bulmaya çalışanlar da var. İnsanlık tarihinde benzer iddialar sergileyen başkaları da olmuştur elbette. Yalnız hiç bu kadar yaygın ve örgütlü olamamıştır. Buna yol veren de elbette sistemin kendisi. Bölerek ve çürüterek sistem ayakta duruyor. Tuhaf zamanlar hakikaten.
Sahte bilim diye adlandırabileceğimiz astroloji, şifacılık, alternatif tıp adı altında modern tıbbın reddi ve insanların çaresizliğini sömürme, özellikle salgın döneminde yaşadığımız aşı karşıtlığı ve komplo teorileri… Tüm bu yönelimler arayış içindeki insanlarda bir kimlik arayışına, ihtiyacına denk düşebiliyor. Bir yanıyla da bir avuntu işlevi görüyor. Bu “yeni gerçeklik” ile tanışan kişiler, radikalleşme, savunularında anlamsız bir özgüven, kendini özel ve farklı hissetme gibi durumlar yaşayabiliyor.
Kanser hastası bir yakını için “şifalı taş” kullanan birine denk gelmiştim. Hastasının sürekli iyiye gittiğini iddia ediyordu, hatta kanseri yenecekti. Bu modern tıp sayesinde değil taşlar yoluyla olacaktı elbette! Bu bir sığınma haliydi belki de; çünkü tedavisi olmayan bir hastalıktı. Modern tıbbın şu an için dolduramadığı boşluktan sızan bu anlayış bir çıkış kapısı olarak görülebiliyordu.
Çağın ihtiyaçlarına hitap edemeyen dinler ve aklı esas aldığını belirtmekle birlikte bugünü yorumlamakta eksik kalan ideolojiler insanlarda var olan boşluğu doldurmakta zorlanıyor. Geçmişte yaşayan, tarihe çakılı kalmış bu anlayışlar bir kimlik inşasına yol açamıyor. Yenilenmeye direniyor, bugüne çözüm olamıyor. Katılığını aşma gereksinimi duymayabiliyor. Bu nedenle ya kabuğuna çekiliyor ya da köktenci bir yaklaşıma evrilebiliyor. Bunu daha çok dinler özelinde görmek mümkün.
Köktenci, şiddet içeren dinsel yaklaşımlar emperyalizm açısından daha kullanışlı bir işlev görüyor. Bunun yanında, genel anlamda dinsel yaklaşımların törpülenmesi, kontrol edilmesi, ehlileştirilmesi mümkün olabiliyor. Sistem açısından kullanışlı bir araç işlevi görebiliyorlar.
Safsatalar için bir geçiş çağının eğilimleri diyebiliriz belki de. Bu çağın nereye evrileceğini bugünden kestirmek de çok zor. Bu eğilimler gerçeklikte yansımasını göremeyen, yabancılaşmış, manevi tatmin arayan insanların bir süre daha sığınağı olacak gibi gözüküyor. Bir yandan da her türden safsata kapitalist sistemle sorunu olmadığı ölçüde var olmaya devam edecektir.
Bitirirken
Toplumun atomize edildiği bir dönemden geçiyoruz. Bencillik özendiriliyor, birey oluş giderek zorlaşıyor. Aklın iğdiş edildiği bu dönemde toplumlar çözülüyor. Aydınlanma düşüncesi bir tür zorlama ve zamanı geçmiş bir düşünce olarak ele alınıyor. Sistemin ihtiyaçları doğrultusunda gerici yapılanmalar “sivil toplum kuruluşu” olarak pazarlanabiliyor, kamusal alanda boy gösterebiliyor. Geleneksel dinler ve “modern öğretiler” sistemi beslediği ölçüde kullanışlı bir işlev görüyor. Büyük anlatıların bittiği ve kapitalizmin mutlak iktidarının hâkim olduğu düşüncesi yayılıp insanlar çaresiz bırakılmaya çalışılıyor. Bunu bir yozlaşma ve çürüme de takip ediyor elbette.
İnsanlığın muazzam bir birikimi var. Nasıl Ortaçağ aşıldıysa Yeni Ortaçağ da aşılacak elbette. Safsatalar bir çözüm olmaktan çıkacak, aydınlanma düşüncesinin ve toplum için bilimin egemen olduğu günler elbette yeniden dönecektir. Bu ancak kapitalist sistemi sorgulayan; insana, insanlığa yabancılaşmamış; kapitalizmin aşılmasını sağlayacak bireylerle mümkün. Belki bugün sonuç almak hemen mümkün olmayabilir; ancak bizden sonraki kuşaklara gerçekliğin çarpıtılmadığı bir gelecek pekâlâ bırakılabilir. Umut filizlendirilebilir. Şu an asıl olan aydınlanmayı ve toplum için bilimi rehber edinenlerin bir araya gelişleri. Biraz nefeslenebilmek ve geleceğin inşasına bugünden başlayabilmek için.
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
20 Kasım 2024 20:01
03 Kasım 2024 20:23