Doç. Dr. Muhammet Özdemir Yazdı
Kategori: Felsefe-Mantık - Tarih: 29 Temmuz 2023 09:23 - Okunma sayısı: 1.213
Küresel kapitalizm 2000’li yıllarla birlikte tüm dünyada aşırı ve insanlığı dönüştürücü bir performans ortaya koymuştur. Etik ilke olarak daha başlangıçta belirtmek gerekir ki, bu performans iyi veya kötü değildir. Sadece vardır. Doğu Avrupa ülkeleri ve dünyanın genelinde eleştirellik, hayatın olağan gelişmelerinin yanlış gösterilmesi üzerine kuruludur. Bu tavrın kendisi nesnel ve adil değildir ve kimseye faydası bulunamaz. Bu nedenle küresel kapitalizmi nötr değerlendirmek gerekir. Tüm dünyada oluşan enflasyon Çin orta sınıfının büyümesi ve genişlemesinin dünyaya maliyeti gibi görünmektedir. Buna edilgen ve fazladan çalışan toplumlar açısından ileri yeni-sömürge dönemi denilip denilmeyeceğini zaman gösterecektir.
Söz konusu performans ve insani dönüşümde özellikle üç türlü toplumsal deneyim kendini göstermiştir. Birincisi, bireyselleşme ile birlikte modernitenin ihmal ettiği mutsuz çoğunluklara toplumsal merkezlerdeki maddi nimetlerle tanışma ve onları tatma olanağı sunulmuştur. Bunu mümkün kılabilmek için bir yandan gelişmekte olan dünya toplumlarına ekonomik yardımlar yapılmış, diğer yandan bu yardımların kazançlı bir şekilde asıl sahiplerine dönebilmesi için ilgili toplumlarda yaşayan insanların yaşamlarıyla oynamayı kolaylaştıracak mekân tasarımları yaygınlaştırılmıştır. Bu mekân tasarımlarından en önemlisi hiç kuşkusuz bir anda orta sınıfa evrilmiş ve kırsal alandaki mülklerini yeni-kentleşmiş alanlara taşımaya gayret eden insanların satın aldıkları dairelerde toplumsal alanların daraltılmasıdır. Örneğin mutfaklar ve salonlar iptal edilip sofalar ile mutfaklar birleştirilmiş; lavabo, alafrangalaştırılmış tuvalet ve banyolar bir odaya sıkıştırılmıştır. Böylece sözgelimi Türkiye örneğinde misafir kavramının ve çok nüfuslu büyük ailelerin ortadan kalkması sağlanmaya çalışılmıştır. Zaman veya vakit bilincini etkileyen ve insanları birbirlerinden koparan bu mekân tasarımlarına aşağıda değineceğim. İkincisi, bu insanlar toplumsal merkezde ilk kez deneyimledikleri tüketimi öğrenmeye çalışırlarken birbirlerine nasıl davranacaklarını bilemediklerinden birbirlerine zarar vermeye başlamışlardır. Böylece bir taraftan tüm dünyada gelişmekte olan toplumlar zenginleşmiş görünürken diğer taraftan 2010’ların ortalarıyla birlikte ABD uluslararası piyasalardaki dolarlarını geri çekmiş ve söz konusu insanlar yeni tüketimsel alışkanlıklarının meydana getirdiği gereksinimlerle öylece kalmışlardır. Üçüncüsü ise, yeni bir tüketim ve insani şekillendirme süreci niteliğinde dijitalleşme ve robotik teknolojinin söz konusu insanların meydana getirdikleri toplumsal ve ekonomik riskler üzerinden meşrulaştırılmasıdır. Bunun günlük yaşamdaki karşılığı şudur: Hayatın kolaylaştırılmasının maliyeti, kas kuvveti ve hafızaya dayalı işlerde çalışan insanların işsiz kalmalarıdır, ama zaten bu insanların bütün sorunların kaynakları olan az eğitimli ve kültürlü insanlar oldukları sürekli hatırlatılmaktadır. Yani yaşamın dijitalleşmesi ve robotik teknoloji aslında eğitimli ve kültürlü, zeki ve çalışkan insanları, eğitimsiz, kültürü az, deneyimi az ve pek üretken olmayan insanlardan kurtarmak için var kılınmaktadır. Bunun somut bedeli de gerekli ücretlerin ödenmesinin yanı sıra gerekli yaşamsal düzenlemelere adapte olunmasıdır. Buna da aşağıda değinmek istiyorum.
İnsan yaşamının riskten arındırılması, önce risk olacak insanların meydana getirilmesi ile yani insanların risk olacak alışkanlıklar edinmelerinin teminiyle başlamaktadır. Michel Foucault ve Peter Conrad’ın tedavilerden önce hastalıkların icat edilmesi ve toplumların medikalize edilmesi yoluyla gözetim ve kontrolün mümkün kılınıp böylece onların bütün üretimlerinin sömürüldüğünü haber verdikleri dünya toplumları gerçeği tam da buna karşılık gelmektedir. Önce kitleler konforlu yaşam ve hazların bulunduğu toplumsal merkezlere davet edilmekte, tüketim için onlara krediler sağlanmakta, buralarda birbirleriyle rekabete girişerek yerlerini tanımaya çalışan insanların hırs ve tutkuları aşırılıkçı gelişsin diye ekonomik krizlerin önü açılmakta ve eksik deneyimli insanların toplumsal merkezlerdeki durumları deşifre edilmektedir. Komplo izlenimi veren bu betimleme ve saptamada Foucault uzmanlarından bazılarının sandıkları üzere tek ve kötü bir küresel iktidar merkezi mevcut değildir. Sözgelimi Çin ile ABD arasındaki ekonomik mücadelelerle 2010’ların ortalarından itibaren gelişen piyasadaki Amerikan dolarlarının toplanması birbiriyle ilişkilidir. Amerikan rüyasının gerilemeye başlaması ile küreselliğin etkilerinin yüsek seviyelerde hissedilmesi birbiriyle ilişkilidir. Bu tabloda insanların risk oluşturacak kıvama getirilmeleri özellikle mekân tasarımları üzerinden onların zaman bilinçleriyle oynanarak yapılabilmektedir. Sözgelimi lavabo, tuvalet ve banyonun dar bir mekâna sıkıştırıldığı yeni orta sınıf daire formatında insanlar birbirlerini bekleyerek ihtiyaçlarını gidermek zorunda kalmaktadırlar. Böylece daha önce yeten zamanlar artık yetmemeye ve daha önce yeten lavabo, tuvalet ve banyo kavramları artık yetmemeye başlamaktadır. Bu nedenle insanlar önce misafir kavramına, sonra her türlü yardımlaşma, dayanışma ve yüksek ölçekli toplumsallaşmadan bunalmaya ve uzaklaşmaya başlayabilmektedirler. Bütün dairelerin aynı formatta olmadığı ve misafirsizleştirilmiş yeni toplumsal yaşam kültürünün söz konusu mekân tasarımına indirgenmemesi gerektiği söylenerek itirazda bulunulabilir. Ben birçok nedenin bulunabileceğini, ama mekân tasarımının günlük insan deneyimlerine etkisinin daha dikkat çeken bir neden olduğunu saptıyorum. Burada tüketen insanların piyasadaki birliktelikleri ile misafir ve ev sahibi insanların samimi birlikteliklerini birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Çünkü ilki gösterimsel yani tiyatrovari, ikincisi ise samimi yani insanidir. Misafir kavramını iptal eden mekân tasarımlarından para kazanan müteahhitlerin yerli sözgelimi Hindistanlı, Arjantinli, Nijeryalı vs. herhangi bir dünya kültürüne hizmet etmeleri beklenebilir mi? Bunun yarattığı çelişki birçok Doğu Avrupa ve dünya ülkesinde aşırı içe kapanma ve aşırı dışa açılma süreçlerinin birlikte yaşanıp da toplumlarda otoriterliğin artmasının temel nedeni niteliğindedir. Çünkü gelişmekte olan ekonomi toplumlarında hükûmetler, aydınlar ve karar alıcılar eldeki çelişkinin gelgitlerine ve yol açtığı çok yönlü tahribatlara yetişememektedirler.
Yaşamın insani risklerden arındırılması risk oluşturacak insanların yerlerine belirli iş gruplarında robotların tasarlanmasıyla gerçekleşmektedir. Dijitalleşme, merkezsizleşmiş finans, yapay zekâ ve robotik teknolojinin temel hedefi, hayatın insan faktörünün etki alanından kurtarılmasıdır. Yukarıda sözü edilen yeni-insanlar toplumsallık gerçekliğinden uzaklaştırılınca birbirleriyle iletişim kurmayı unutmaya başlamışlardır. Mükemmel seviyeye erişmiş az deneyimlilik ve ileri bencillik zamanlarında insan yerine, gereksinimine, görevine ve haklarına karar veremez. Böylece robotik teknoloji kas kuvvetine, depolamaya, hafızaya ve geri bulup getirmeye dayalı işlerde insanların yerlerini alabilecek standartlarda üretilecektir. Bunun belirgin neticesi, insan nüfusunun önemli bir kısmının işsiz kalmasıdır. İşsiz kalan insanların gereksinimleri ile onların hakları arasındaki ilişki bu insanlara olan muhtaçlıkla belirleneceğinden başka insanlar bunu önemsemekte zorlanacaklardır.
Burada bir çerçeveden söz etmek gerekir ki bu adalettir. Aristoteles'in dostluk ile birlikte en yüce erdem olarak gördüğü adalet bütünüyle insanların kendi aralarındaki eylemlerine ve kabullerine bağımlıdır. Bu nedenle Aristoteles evrendeki kötülük algısını da insana bağlar. Ne olursa olsun evrende düzen hâkimdir -kuantum bunu reddedebilir- ve insanlar aralarında adil değillerse adalet olmaz. Aslında risk oluşturan insanlardan en az gelişmiş olanlarının işsiz kalmaları ve kendi dertlerine düşmeleri ciddi bir adalet ve kötülük sorunudur. Son on yılda görünür hale gelen ve çokça tartışılan eksik deneyimlilik (stupidity) sorunu, bir yandan toplumların bireyselleşme ile neler kaybettiklerini göstermektedir, diğer yandan da toplumları işsiz kalacak insanların işsiz kalmalarının gerekli olduğuna hazırlamaktadır. İlginç olan duygu ile akıl arasında kalındığında duygunun -çelişki ve tutarsızlıkların- insaniliği sürdürüyor olmasıdır. Nebevî hadislerde dile getirilmiş olan günah işlenmediğinde toplumların değiştireleceğini anlatan hadis tam da bunu anlatmak istemektedir. Eksik deneyimli insanların da tabiatın dengesinde bir etkisi vardır. Şimdiki zamanda sorun olan nüfustaki aşırı artıştır. Burada dünya insanlarının geneli robotik teknolojiyi destekleyeceklerdir. Çünkü geçim ve statü derdi buna koşullayacaktır. Makine-insan savaşı tam da bu bağlamda söz konusu olacaktır. Yani makineleri üretip onlara hükmeden, onlardan yararlanan güçlü insanlar ile makinesiz insanlar arasındaki savaş. Tarihi araçlar üzerinden anlatmak, tıpkı medeniyetler çatışması tezi örneğinde olduğu gibi, insanlığın genel bir adetidir. Burada da makineleri veya robotları kullananlar ile sadece insanları kullananlar arasındaki bir çatışmadan söz ediyoruz. Bu savaşı hiç kuşkusuz makineleri kullananlar kazanacak ve insanlara dayananlar birbirlerine düşeceklerdir. Hesap biraz böyle görünüyor. Yaşamın risksizleştirilmesi ve makineleşmenin desteklenmesi dünya tarihindeki ilk olay değildir. Şöyle sorulabilirdi: Demokratikleşme ile makineleşme arasında bazı insanları gereksiz gösterip ayıklamak bakımından bir fark var mıdır? Alain Deneault bu soruyu her sorduğunda muhtemelen şaşırtıcı cevaplara ulaşırdı.
Sonuç: Dünya düzeni kendini güncellerken insanlar daha fazla deneyime sahip olacaklar. Yaşamın riskten arındırılması krizler ve fırsatlar kadar etik olarak bu sorunları benimsemek istemeyen grupları gündeme getirecektir. Bu gruplar da fırsatçıların lehine çalışmak isteyebilecekleri için makine ile insan arasındaki savaşın kazananı makine olacaktır. Mutlaka etik bir değerlendirme yapmak gerektiğinde Avrupalı insanın –toplumsal düşünen insanın- ölümü gerçekleşmiştir. Bireysel ve kendi hikâyesini düşünen Amerika tipindeki insan da krizdedir. Çinli insan için henüz etik bir analize sahip değiliz. Türkiye’deki insanlar bütün bu çeşitliliğinin tamamını birlikte deneyimlemektedirler. Dünya nüfusunun fazla olduğundan bahsedenlerin kastettikleri, öncelikle toplumcu insanlar, ikinci olarak kas kuvveti ve hafıza alışkanlıklarıyla yaşayan insanlardır. İnsanlık kendi tarihinde uzun zamandır ilk kez pek düşünüp plan yapmaksızın kararsız ve tereddütlü deneyimlerle yaşamaya devam etmektedir. Bu görünüm Foucaultcu anlamda uluslararası iktidarların işine yaramaktadır.
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
03 Kasım 2024 20:23
18 Kasım 2024 20:06