Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Carpe Diem veya “Anı Yaşa!” Sözü Gerçekçi midir?

Doç. Dr. Muhammed ÖZDEMİR Yazdı

Kategori: Sosyoloji - Tarih: 10 Ocak 2023 21:54 - Okunma sayısı: 2.204

Carpe Diem veya “Anı Yaşa!” Sözü Gerçekçi midir?

Son zamanlarda Avrupa ülkelerinde insanların birbirlerine en önemli tavsiyesi günü yaşamak olmaya başladı. Aslı Latince “carpe diem” olan bu cümlenin sahibi Romalıların ünlü şairi Quintus Horatius Flaccus’tur (M.Ö. 65-8). Günümüzde özellikle kişisel gelişim uzmanları, psikologlar, yaşam koçları, pedagoglar ve kişisel gelişim filozofları tarafından sürekli tekrarlanan bu cümlenin gereği, yaşama karşı kayıtsız olmaktır. Tasavvuf erbabının da sevdiği bir anlama sahip olan bu cümlenin ve Stoik felsefenin arka planına yoğunlaşmakta fayda vardır. Böylece günümüzde bu cümlenin anlamı daha da iyi değerlendirilebilir.

Roma İmparatorluğu’nda önce Stoik felsefenin sonra da Hıristiyanlığın resmi seviyelerde kabul gördüğü bilinmektedir. Fakat hem bu iki düşüncenin neden kabul gördüğü, hem de iki inancı ortaya koyan ünlü insanların yaşamöykülerinin nasıl olduğu biraz ihmal edilmiş gibi görünmektedir. Bunu çözebilmek için Roma’ya daha yakından bakmakta fayda var. Roma İmparatorluğu görece evrensel etkilere sahip diğer imparatorluklar gibi popülizm veya halkçılığa açıktı. Popülizm veya halkçılık denildiğinde akla gelmesi gereken, soy ve mülkiyet itibariyle herhangi bir kazanımı doğuştan getirmeyen sıradan insanların emek vererek bir başarı öyküsü oluşturabilmeleridir. Roma’da yoksul ailelerin çocukları, köleler, engelliler, çiftçiler ve hatta suçlu olup hüküm giymiş olanlar kendilerini ispat ettiklerinde özgür, zengin ve nüfuzlu olabiliyorlardı. Elbette kendini ispat kendiyle aynı sınıftan olan insanlara karşı yapılmış işlerde ve yukarıdakilere doğru gerçekleşiyordu. Bunu başarabilen insanlar toplumda karizmatik bulunuyorlardı ve onların varlığı Roma’nın üstün olmayan vatandaşlarının bağlılıklarını pekiştiriyordu. Bu genel vakıaya sahip bütün toplumlarda bürokrasi, orta ekonomik toplumsal kesim, şairler, sanatçılar ve filozoflar büyük ölçüde başarı öyküsü bulunan insanlardan meydana gelir. Başarı öyküsü bulunan her insanın hayatı mutlaka mahrumiyet, gelişmemişlik ve olanaksızlıklarla başlar. Aslında hikâyesi böyle olup da benzer tecrübelere sahip olan bazı filozoflar Roma’dan önce Atina’da yaşamışlardı. Bunlar sofistlerdi. Francis Bacon’ın betimlemesinden anlayabildiğim kadarıyla yoksul ailelerin çocukları olarak dünyaya gelen ve çok başarılı olan sofistler kendi deneyimlerini de insanlığın kapsamına ekleyebilmek için özdeşliği, nedenselliği ve insanı tartışmaya başlamış ilk filozoflardı.

Roma İmparatorluğu’ndaki Stoik düşünürler, sanatçılar, bilim insanları ve şairler kölelikten veya çoğunlukla olanaksızlıklardan başarıya erişebilmiş insanlardır. Hayat hikâyesi bu şekilde olan insanlar yaşama dair birçok şeyi ancak yaşadıkları anda öğrenebilmektedirler. Başarıya endeksli yaşadıkları için kayıpları daha öğretici ve keskin olabilmektedir. Bunlar başarılı olunca bir dönem bürokraside veya tabiri caizse sanat dünyasında ya da düşünce plarformlarında keyifli bir yaşam geçirmeye başlarlar. Fakat bir gün vadelerinin dolacağını bilmezler ve tahmin de edemezler. Çünkü bunu daha önce görmemişlerdir. Bütün görebildikleri dünyada başarılı insanların ve başarısız insanların var olduklarıdır. Başarısızlığın öğrenmek anlamına geldiğini ancak yeni bir başarı mümkün olabilirse anlayabilirler. Robert Kyosaki’nin eleştirdiği bir zihniyetten izler taşırlar. Bu arada yaşamın anlamı onlar için bir taraftan kendilerini daha fazla kanıtlamak iken diğer taraftan da dünyevi hazlardan nasiplenmektir. Genellikle kendilerini güç mücadelelerinin içerisinde bulurlar. Çünkü alttan yukarı doğru tırmanan insanlar başlangıçta her ne kadar seçkinciliği eleştirseler de aslında dünya sosyolojisinde insanların dağılımının bir piramidi andırdığını; başka türlü işlerin dönmeyeceğini kabul ederler. Herkes en üstte olmak ister. Platform filmi aslında bu arka planı anlatmaya çalışmaktaydı. Güç mücadeleleri hiçbir zaman bitmez ve her geride kalarak ayıklanan eski-başarılı insan kendi yaşamı üzerine yeniden düşünmeye başlar. Bu düşünme insan yaşamının genellikle sonbaharına rastlarsa burada aynı zamanda Stoik olan bu insanlar –yani hayatın gerçeklerini kendi kültürlerindeki cümlelerle kabul eden bu insanlar- yaşamın anlamının onu yaşamakta bulunabileceğini, geçmişe takılmamak ve geleceğe de dalmamak gerektiğini söylerler. Bu öğüt gerçekten de doğru ve işlevseldir. Ama sadece öyküsü bu tarzda olanlarda! Sofistler ve Stoikler kadar bazı İslâm kelâmcılarının ve mutasavvıflarının da öyküleri böyledir. Bu değerli insanların en iyi yaptıkları şey aslında iktisattır ve muhtemelen ekonomi bilimi onların tarihsel mirasıdır.

Peki, bugün günü yaşamak veya kavramak neden öğütlenmektedir ve ne anlama gelmektedir? Günümüzde Amerikan rüyası vadesinin sonuna yaklaşıyor. Bu rüya, Mısırlıların, Mezopotamyalıların, Perslerin, Yunanlıların, Romalıların, Sasanilerin, Dört Halife döneminin, Emevilerin, Abbasilerin, Selçukluların, Osmanlıların ve İngilizlerin güzel günlerine çok benziyordu. Başarılı ülkeler, insanlar, toplumlar ve kültürler oldu. Şimdi artık rüyanın sonunda bir bilinmezlik mevcut. Bu bilinmezlik de insanları ürkütüyor. Çünkü çalışarak ve emek vererek yukarı çıkma ve başarılı olma denklemi sonuç vermiyor artık. Dünyada herkesin İngilizce öğrenmeye başlaması ancak böyle açıklanabilir. İngilizce bilenlerin sayısı çok fazla. Mevcut bilinmezliğe bir de hep gizlenmiş olan çaresizlik eklenince insanlar yaşamaktan korkmaya başlıyorlar. Bu korkuyu bertaraf edebilmek için de “anını yaşa” veya “günü kavra” gibi sözgelimi İngiltere’de Julian Baggini ile 22 yıldır kitleselleşmiş cümlelere sığınılabilmektedir. İnsanlar yaşamanın içeriğiyle ilgili kararsızlar. Çünkü tüm dünyada özellikle de göçle birlikte kurallı toplumsal düzenler bozulmaya başladı. Peru da aynı, Güney Kore, Mısır, Nepal ve Yunanistan da! Bu ülkelere Çekya veya İspanya’yı da ekleyebilirsiniz. Her yerde sadece göçmenler daha az mutsuz. Bu sözün anlamı da şudur ki, gücünün ve iradenin yetersiz kaldığı bir dünyada elinin altındaki olanaklarla yetin.

Peki, bu cümle gerçekçi midir? Bence kesinlikle değildir. Çünkü bu cümlenin en önemli sonucu sorumluluk ve emekten kaçmaktır. Başarı öyküsüne meraklı insanlar ölçütü bir ömürle sınırlı tutarlar. Oysa Aristoteles bunun yanlış olduğunu; İbn Haldûn ve G. W. F. Hegel de başarının emek biriktirmiş kuşakların ortak neticesi olabileceğini özellikle belirtmektedirler. Başkasının mutlu olabileceği bir dünyayı hazırlamak istemeyenler elbette “günü yaşa” diyeceklerdir. Bu nedenle söz konusu cümle herkese genellenebilecek bir öğüt değildir. Ama bütün iyi niyetli emekleri, denemeleri sonuçsuz kalmış insanlar için en doğru ve gerçekçi öğüt bu cümleden başkası değildir. Bu gerçekçilik de çoğunlukla bir kişiyle veya ilgili kişilerle sınırlı kalacaktır. Ben örneğin Amerikalıların bu cümleyi kurmasını anlayabiliyorum, çünkü bir rüya eski cazibesini kaybetmeye yakın, ama diğer milletlerin bu cümleyi birbirlerine tekrarlamalarını gerekçelendirmekte zorlanıyorum. Muhtemelen vermek istedikleri mesaj şu: Yaşamaktan korkuyorum!

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sosyoloji Yazıları