Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Unutulma Hakkı: Unutmak mı zor Hatırlanmak mı?

Dr. Ali Baltacı

Kategori: Psikoloji-Sosyal Psikoloji - Tarih: 30 Kasım 2022 20:59 - Okunma sayısı: 1.643

Unutulma Hakkı: Unutmak mı zor Hatırlanmak mı?

Unutulma Hakkı: Unutmak mı zor Hatırlanmak mı?

Lethe,Yunan Mitolojisinde yeraltı dünyasına hükmeden Hades’e ait olan nehirlerden biridir. Bu nehrin suyundan içenler, dünyada yaşamış oldukları geçmiş fâni hayatlarına dair her şeyi unuturlar…

Yaşama bağlılığımız bizi ister istemez sosyal etkileşim kurmaya iter; çünkü sosyalleşmeksizin yaşamı sürdürmemiz imkansızdır. İnzivaya çekilen veya sosyal yaşamı reddedenler dahi belirli dönemlerde sosyallik belirtisi gösterirler. Elbette sosyalliğin düzeyi insan psikolojisi üzerinde belirleyicidir. Bu yazıda kastımız uzak ilişkilere değil, vıcık vıcık olmuş ya da toksikleşmiş yakın ilişkilere ve bu ilişkilerden korunmak için başvurulan uç yöntemlerden biri olan unutulma hakkının temel psikolojik belirtileri üzerine olacak

Din tarihçisi Mircea Eliade, mitolojinin günümüzde uydurulmuş hikâye veya masal gibi düzmeceler bütünü olarak algılanmasına karşın zamanın gerçek hikayeleri veya yaşantısının izlerini taşıdığını savunur. Mitolojik hikayelerde amaç bir inanç geliştirmekten ziyade kendi yaşantımızı düzeltmek ve toplum içinde sergilediğimiz davranışlarımıza yön vermektir. Yazının girişinde kullandığım mitolojik hikâyede insanlar yaptıkları ve yaşadıkları hayatı unutmak için Lethe ırmağına girer ve onun suyunu içerler; benzer bir hikâyenin farklı dinlerde olduğu görülür, örneğin Talut ve Calut kıssasında ırmaktan içilen suyun kişiyi fiziksel ve psikolojik olarak etkilediğine yönelik anlatı söz konusudur. Nehir, su ve unutma üzerine kurulu hikayelerin odak noktası geçmişten pişmanlık duymak, utanmak veya utanılacak şeylerle anılmamak olarak kavramsallaştırılabilir. Kısaca yapıp ettiğimiz şeylerden kaçmak isteriz…

Unutmak ve unutulmanın başka bir anlamı da kişinin kendisini dijital yaşamdan yalıtma isteğidir. Dijital yaşamdan tamamen ayrı kalamayız, tuşlu telefon kullananlara karşı tutumumuz veya kredi kartı olmadığını söyleyenlere olan bakışımız aslında dijital yaşamı ne derece içselleştirdiğimizi gözler önüne serer. Oysa bundan 30 yıl önce bu tür bir yaşamımız yoktu. Cep telefonları yeni yeni hayatımıza giriyordu ve çoğumuz bu yeni teknolojiyi gereksiz buluyorduk. Gelinen noktada pek çok ülke hukukunda cep telefonu “kişiliğin ayrılmaz parçası” olarak tasdik edildi…

Unutma, psikolojik bir eylemdir. Farklı psikoloji ekollerine göre zihinsel ve duygusal bir tepki olarak açıklansa da özünde bilinçli bir seçimi yansıtır. Elbette yapıp ettiklerimizi hatırlamak her zaman mümkün ama unutmayı tercih edersek deneyimlerimizin sadece olumsuz yönlerine odaklanırız. Çünkü olumlu şeyleri hatırlamak zordur, zaten zamanla yaşadığımız olumlu deneyimler silinip gidecektir. Oysa her şeyi hatırlama imkânı olmadığından bazılarını unutmayı seçeriz, genellikle yaşadığımız iyi şeyleri hatırlamak da zorlanırız. Buna karşın olumsuz olan deneyimler daha kolay hatırlanır; olumsuzu unutmak ise özel bir çaba gerektirir. Olumsuz deneyimleri bellekten sildiğini savunan çok sayıda terapi olsa da zihnin bir yerinde bu anılar kalır ve bir anda bilince çıkarak tüm yaşantınızı etkiler.

Unutulma hakkı günümüzde dijital yaşamla eşleştirilir. Arama motorlarında hakkımızda çıkan haber, fotoğraf, video, bilgi vb. gibi verilerden rahatsız olduğumuzu veya bizi yanlış şekilde tanıttığını düşündüğümüzü ya da yanlı veya hatalı içerikler olduğu gerekçesiyle internet arama sonuçlarında bu tür bilgilerin artık yer almamasını istememe hakkıdır. Unutulma hakkını kişilik haklarının korunmasına ilişkin olarak temel talep hakkından ayıran nokta; unutulma hakkının yöneldiği içeriğin internet ortamında bulunmasının hukuki ve meşru bir sebebe dayanıyor olmasıdır. Unutulma hakkının kullanılması ile internet ortamında hukuki olarak meşru şekilde yer alan içeriğe artık arama motorlarında ulaşılamıyor olması sonucu ortaya çıkacaktır. Bu tür hukuki durumlar için öncelikle internet sitesi yöneticilerine başvururuz; sorun çözülmediğinde mahkemeye başvurma hakkımız doğar.

Peki neden unutmak isteriz? Ya da Hayata yeniden başlamak için geçmişi unutmak gerekli midir?

Yaşam içinde hatasızlık diye bir şey yoktur. Hepimiz hatalar yaparız. Hatalarımızdan öğrenip bunları tekrarlama sıklığımızı düşürürüz veya yinelememek için mekân değiştiririz. Mekân, çoğu kez işimiz, eşimiz veya yaşadığımız yer gibi radikal çözümleri de içeren terk edişleri içerebilir. Mekândan koptuğumuzda yaşadıklarımızın çoğundan da uzaklaşırız. Yeniden başlamak bizi psikolojik olarak rahatlattığı için hayatta birkaç kez yeniden başlama girişimi yaparız. İşi değiştirmek, yaşadığımız evi değiştirmek veya kısa süreli tatile çıkmak bile yaşamımızdaki stresleri azaltarak olumsuzlukları unutmamızı kolaylaştırır.

Unutmak, erdemli bir eylemdir der Epiktetus; bu erdem ise yaşantımızda karşılaştığımız haksızlıkları görmezden gelmemizle eşleştirilir. Haksızlığa uğradığımızda savaşma ve kaçma arasında git gel yaşarız. Savaşmak zordur; herkes zorluk yaşadığı mekânda kalarak savaşmayı tercih etmez. Kaçmak ise kaçınmak ile geri çekilmek arasında değişen çok sayıda psikolojik sürece vurgu yapar. Zorluklarla savaşmayı seçtiğimizde olumsuz durumlar zihnimizde diri kalır. Her geçen gün olumsuzluklarla mücadele etmek, ayrıca stres kaynağı oluşturur. Buna karşın kaçındığımız olumsuzlukların yarattığı stres her geçen gün azalacaktır.

Unutma kişisel bir eylem iken unutulmak, sosyal bir eylemdir. Unutulmak istememize neden olan şeyler gelecekteki yaşamımızı etkileyecek denli önemli ise genellikle çevreden ayrılmak bile işe yaramayabilir. Bu durumda geçmişi silmek önemli bir eylem olarak karşımıza çıkar. Geçmişi silmek ise zihni temizlemekten ziyade bizimle ilgili olduğunu düşündüğümüz hemen her dış olguya odaklanmamızı gerektirir. İnternet siteleri, arama motorları ve sosyal medya gibi dijital ortamlardaki bilgilerin peşine düşeriz. Aslında dijital geçmişimizi silen çok sayıda şirket var; bunlardan birisine ulaştığımızda tüm sosyal medya hesapları veya arama motorlarından kimliğimizi veya hakkımızdaki haberleri vs. kaldırtabiliyoruz. Ancak unutulmak, insanların zihinlerinden de silinmeyi gerektiriyor.

Bir Japon deyişine göre, insanlar sizi 75 gün hatırlar, 76. Gün sizi unutmasalar da yaptıklarınızı unutmaya başlarlar. Suç işleyen veya hata yapan arkadaşlarımızı unutmayız, onların yaptıkları veya yaşadıkları suçları da hatırlarız ama onları geçmişleriyle yargılayıp durursak ortada bir arkadaşlığın kalmadığını görürüz.

İnsanlar hata yapabilir; suç işleyebilir, bir nedenle suç işlese bile bundan sıyrılabilir. Ancak bu durum onları sürekli suçlu olarak etiketlemeyi gerektirmez. Dinlerde yer alan tövbe makamı tam da bunu sağlar; suç veya hata işlese de insanlar tövbe edip yeniden yapmayacaklarına karşıdakileri inandırırlarsa masumiyet makamına eriştikleri düşünülür. Oysa gerçekte masumiyete inanmayız, hata işleyen kişi bunu yapmayacağına bizi inandırsa ve yeniden bir kusur işlemese bile aklımızın bir yanında ondaki geçmişi saklarız. Potansiyel suç isnat etme denilen bu durum, beynin önyargılı doğasıyla veya bir şeyleri gruplayarak hatırlama gibi zihinsel süreçlerle açıklanır. Buna karşın insanın suç işlememe iradesini gösterip gerçekten güvenilir biri olduğunu kanıtladığı durumlarda dahi suça yönelik potansiyeli olduğu varsayımını yıkmamız zordur. Şöyle açıklayalım: bir arkadaşınız küçük yaşta çocukları taciz suçundan ceza aldı; cezasını tamamlayarak aklandı. Siz bu tür birisiyle kendi çocuğunuzun aynı ortamda kalmasına izin verir misiniz? Muhtemelen hayır cevabını vereceksiniz.

Peki tacizle suçlanan ve ceza alan kişi siz olsanız ve bu suçu yeniden işlemekten kendinizi alıkoysanız ve gerçekten de bu suça yeniden tenezzül etmeseniz. Birilerinin çocuklarını sizinle aynı ortamda bulundurmak istememelerinden ne şekilde etkilenirdiniz? Cevabı vermek zor olmasa gerek…

İşte unutulma hakkı tam olarak budur: insanın kendisine yönelmiş gözlerden kaçma ve etiketlerden sıyrılma isteği. Bu damgaları kırmak ise neredeyse imkânsız. Çünkü hepimiz biliriz ki bir kez damgalanınca insanlar sizi (siz ne yaparsanız yapın) hep o şekilde hatırlayacaklar…

Buna birkaç örnek vermek isterim. Yakın zamanda etik ihlal yaptığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan ancak soruşturmadan aklanan bir akademisyenle görüşme imkânım oldu. Ben yaptığı işin ihlal olmadığını bilsem de çevresi ve özellikle çalıştığı kurum tarafından “hırsız” olarak damgalandı. Bu kişi yaşadığı yeri değiştirmesine rağmen, damgalamanın etkisi devam etti ve uzun bir süre (hırsız olmamasına rağmen) hırsız diye damgalanacak… Bu akademisyenin unutulma hakkı yok mu sizce? Yani birileri intihal yaptığını söyledi ve hırsız olarak etiketlendi diye bu kişi (aklanmasına rağmen) hırsız olarak damgalanmaya devam mı etmeli.

Unutulma hakkı ile ikinci örneği uzun yıllar çalıştığım Millî Eğitim Bakanlığında vermek isterim. Bakanlık merkez teşkilatı farklı birimlerden oluşur. Birkaç kampüse yayılan bu birimler içinde çok sayıda bürokrat, memur ve görevli öğretmen vs. çalışır. İş yerinde gönül ilişkileri yaygındır hem okullarda hem merkez ve taşra teşkilatlarında birilerinin aşk dedikodularını çokça duyarsınız. Biraz bakımlı ve iyi giyinen bir kadın memur için üretilen “eşini aldattığı dedikodusu” gerçekten de dillere pelesenk olmuştu; hemen herkes bu kişinin eşini aldattığına inanıyordu. Zamanla dedikoduyu duyan memure hanım, kendini aklamak için odalarda dolaşıp bu dedikodunun kaynağını bulmaya çalıştı. Ama bunu bulamayacağını biliyordu. Zamanla teslim oldu bu dedikodulara… Eşinden ayrıldı, kendine yeni bir hayat kurdu; bu kez dedikodular bu kadının aslında akşamları toplumca hoş görülmeyen bir yaşantısı olduğu ve çeşitli erkeklerle para karşılığı birlikte olduğu gibi asılsız iddialara dönüştü. Memure bu dedikodular nedeniyle defalarca soruşturma geçirdi, cezalar aldı ve sonunda başka bir ile tayin isteyerek gitti. Gittiği yerde de benzer bir durumla karşılaşmamak için adını değiştirdi, unutulma hakkını kullandı, kendi bilgilerini sonuna kadar gizledi. Onun bu girişimleri sonuç verdi, belli bir süre sonra gerçekten de unutuldu… Ancak memure hanımın yaşadıkları gerçekten sistematik bir yıldırmanın ne kadar yaygın olduğunu ve toplumda iftira atma veya dedikodunun ne derece yaygın olduğunu gözler önüne sermektedir…

Unutulma bir kaçış isteği aslında. Biz birilerinin bizi daha fazla incitmemesinden kaçarız. Adımızı değiştiririz, yaşadığımızı yeri veya işimizi değiştiririz. Çünkü birilerinin sürekli bizim yapıp ettiklerimizi yargılamasını istemeyiz. Hiçbir yere kaçamayacak durumdaysanız yaşadığınız olumsuzluklar sizde stres birikimi yaratır. Bu stres iki tür etkiye neden olur ya diğerlerinden kendinizi izole ederek kendinizi işinize verir ve özel hayatınızda rahatlamayı tercih edersiniz ya da kendinize alternatif bir alan oluşturursunuz, yaşadıklarınızı yansıtarak bu alan içine hapsolursunuz. Bunun dışında yaşadığınız olumsuzluğu hiçe sayma, teslim olma veya bahaneler üretme gibi tepkilerin de olduğu görülür. Ancak ne yaparsak yapalım yeni bir hayata başlamak için yaşamda denge kurmamız gerektiğini bilmeliyiz.

Peki unutulmak için ne tür denge mekanizmaları geliştirmeliyiz?

Yaşadığımız olumsuzluğu derecelendirmek önemli. Biri için önemli olan diğerleri için önemsiz olabilir. Cezaevinde gönüllü olarak çalıştığım bir dönemde karşılaştığım kişilerin neredeyse tamamı suçsuz, masum veya kader kurbanı olduğunu iddia ediyordu. Suçların ağırlığına göre “o da bir şey mi ben bunu yaptım” diyerek kendi suçlarını yüceltme, diğerlerini küçümseme durumu oldukça yaygındı. Ceza sürelerini tamamlayanların çoğu yeniden suç işleyerek cezaevine dönüyordu; onların unutma veya unutulma kaygısı içinde olmadığını görmek üzüyordu beni. Oysa unutmanın bir seçim, unutulmanın ise çevresel bir etkileşim olduğunu anladığımda cezaevindeki habitusun aslında ne denli gerçek olduğunu anladım. Bu kişiler hayata yeniden başlama gücünü kendilerinde bulamıyordu. Yeniden başlamak ciddi bir maliyet gerektirir. Yeni beceriler, bir miktar sermaye veya yaşama arzusu gerekli. Bunları karşılamak ise çoğu damgalanmış suçluların kolaylıkla edinemeyeceği lüksler olarak kalmaya devam ediyor. Şimdilerde cezaevinde meslek eğitimleri veriliyor veya hükümlüleri istihdam etme politikaları destekleniyor ancak tüm bunlar unutulmanın vereceği huzur kadar etkili olamıyor.

Unutulma hakkı dijital yaşamdan sıyrılmakla ilgili evet ama bu hakkı gündelik hayata taşımanın farklı yolları da var. Öncelikle hatalarımızdan ders çıkarmalıyız. Hatayı yinelesek de bir noktada hata yapmayacağımız bir öğrenme durumu oluşacaktır. Hatalarda ustalaşmak, başarısızlık olarak görülmemeli… Sürekli gol yiyen kaleci aslında bir öğrenme sürecindedir; günün birinde öğrendiklerini sergileyecek şansa erişebilir. Başarısızlığa odaklanmak gerçekten de unutulmamamızı sağlar, bunun yerine başarı güdüsünü yaşamımıza zerk etmenin yollarını aramalıyız. Motivasyon bu noktada önemlidir; zihnimizi inandırırsak, irademiz de başarısızlığı ortadan kaldırmak için devreye girecektir.

Unutulmak isteğimizi karşımızdakilere beyan etmek aslında hatırlanmak istediğimizi gösterir. Gerçekten de unutulmak isteyen kişi tüm sosyal etkileşimlerden uzaklaşır. Bir süre kendi içine kapanır. Oysa unutulmak istediğimizi sürekli başkalarına söylersek aslında onların zihinlerinde yer kapmak istediğimizi bildiririz.

Gerçekten unutulmak için önce kendi yaptıklarımızı unutmalı, anılarımızı değersizleştirmeli sonrasında diğerlerinin bu anılara ulaşmasını engellemeliyiz.

Tamamen unutmak veya unutulmak diye bir şey yok. Hafıza kayıplarının çoğu belirli bir süre sonra belli biçimlerde geri dönüyor. Oysa zihne yönelik dış müdahalelerle sizi tüm geçmişinizden kurtarma girişimleri: zihin formatlama, bilinç silme vs. aslında dolandırıcılığın farklı yolları. Bunlardan başarı elde etmek, uzun dönemde neredeyse imkânsız. Zihni formatlasınız dahi bir sokaktan geçerken karşılaştığınız eski bir arkadaşınız sizin unutmak için para, emek ve zaman harcadığınız tüm geçmişinizi size anımsatabilir… Bu açıdan unutulmak istiyorsak öncelikle diğerleri için hatırlanır olmamayı başarmamız gerekiyor.

Hatırlanır olmamak ise genellikle silik bir yaşam sürmek demek. Etkisiz, nötr, kimseye bulaşmayan, kimseyle muhatap olmayan bir yaşantı… Bunu yapanlar var… Her iş yerinde birileri herkese bulaşırken birileri daima sessiz kalır, kimseyle muhatap olmaz, sorulmayınca konuşmaz… Bu tür içe kapanık tiplerin adlarını bile hatırlamayız, onların yapıp ettikleriyle ilgilenmeyiz. Bu onların gizemli olduğunu göstermez, sadece ilgimize değecek bir yaşam sergilemediklerini düşünürüz. Zamanla onların varlığını umursamayız, yolda görsek tanımayız… İşte unutulmak diğerleri için değersizleşmektir. Değerimizi düşürürsek unutuluruz. Bayramlarda veya özel günlerde kimler sizi arayıp tebrik eder, kimler aramaz bir düşünün… Elbette bayram tebriği yapmak değersizleşme anlamına gelmez; ama bir fikir verir aslında. Sizi önemseyen kişiler yaşamınızda kalırken, size değer vermeyen kişiler yaşamınızdan silinecektir.

Yakın geçmişte yaşamını çevresine göre ayarlayan bir tanıdığımın başına garip bir olay geldi. Değersizleşti, itibarsızlaştırıldı… İş yeri değiştirildi, soruşturma açıldı, ceza verildi. Bu kişi iş yerinde sevilen, hareketli ve neşeli bir karakterdi. Aslında bir anda yaşadığı yıkım tam da psikoloji bölümlerinde okutulur cinsten örneklik arz ediyor. Çünkü bu kişi diğerleri önemseyen, onların özel günlerini hatırlayan, patronlarına karşı saygılı ve hatta yaşamını diğerlerini memnun etmek üzerine kuran birisiydi. Elbette yaşadığı bir durum, tüm geçmişinin ve geçmişte diğerlerine yaşattığı olumlu anıların bir anda silinmesini sağladı. Amerikan rüyası sona erdi de diyebiliriz, yani diğerlerini yücelterek onların gözünde itibar sahibi olma üzerine kurulu materyalist dünya görüşü… Çevresi tarafından aforoz edilen bu kişi, kendisi gibi aforoz edilen diğerlerini buldu; oysa o işyerinde daha önce dışlanan, ötekileştirilen veya şeytanlaştırılan kişiler olduğunda bunlara karşı reddedici muameleyi kendisi de yapmıştı. Şimdi reddedilen kendisi olduğunda patronu veya iş arkadaşlarını aşırı övmenin, onlar için yaşamı güzelleştirmenin aslında ne derece boş bir şey olduğunu anladı… Çünkü insanlar sizi en güvendiğiniz anda en güvendiğiniz yerden vurmaya isteklidirler…

Unutulmak için diğerleriyle aranıza bariyerler, duvarlar örmeli sınırlar inşa etmelisiniz. Bunu yapabilmek için öncelikle kendi hatalarınıza odaklanmalı, hata yaptığınızı kabul etmelisiniz. Hatayı kabul edince bunu yineleme ihtimaliniz de düşüyor. Ayrıca unutulduktan sonra geri dönerek size yaşamı zorlaştıran kişilerin yaşamını zorlaştırma hakkını da kendinizde görebilirsiniz. Misilleme hakkı denen bu durum, ölümsüz bir intikam duygusuyla beslenir. Herkesin intikam almak istediği kişi veya şeyler vardır: bu şans elimize geçtiğinde çoğumuz intikam yerine merhameti tercih eder. Oysa intikam, hiç de beklemediğimiz anda beklemediğimiz kişilerce bize kötülük yapanlardan alınır. Misilleme yapmadan önce yeterince unutulduğunuzdan emin olmak önemli. Çünkü bir kere sizin intikam hakkınız meşru olduğunda bunu gerçekleştirmek için harekete geçmenize gerek olup olmadığını da belirlemeniz gerekiyor. Yine de intikam fikri yerine unutmayı tercih edebilirsiniz…

Unutmak ve unutulmak zor süreçler. Umarım bu zorluklarla yaşamınız boyunca karşılaşmazsınız.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Psikoloji-Sosyal Psikoloji Yazıları