Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Descartes'ten Günümüze: 'Düşünüyorum, öyleyse varım' mı? 'Hissediyorum, öyleyse yaşıyorum' mu?

Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak yazdı

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 12 Ekim 2022 16:50 - Okunma sayısı: 2.266

Descartes'ten Günümüze: 'Düşünüyorum, öyleyse varım' mı? 'Hissediyorum, öyleyse yaşıyorum' mu?

Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak

Descartes’ten Günümüze:

“Düşünüyorum, öyleyse varım” mı?

“Hissediyorum, öyleyse yaşıyorum” mu?..

“Rene Descartes (1596-1650)’ı nasıl bilirsiniz?” diye sorsam kuşkusuz ki ilk aklınıza gelecek olan yanıt “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözüdür. 17.yüzyılda yaşamış olan Descartes; Fransız filozof, matematikçi ve bilim insanı olarak insan aklına ve mantığına vurgu yapan, insanın ancak düşünce gücüyle varlığını sürdüreceğine inanan bir ‘düşünür’dü. Analitik geometriyi icat eden, modern felsefenin kurucusu kabul edilen, görüşleri ile kendinden önceki filozoflara karşı çıkarak felsefe ve bilimde yeni akımları başlatan Descartes “rasyonalizm”in de temellerini atmıştı.

Psikolojik Danışma alanında 43 yılı geride bırakmış bir akademisyen olarak (inanılmaz ama gerçek!) insanın rasyonel/akılcı bir varlık olup olmadığını sorgulama niyetiyle böyle bir yazı yazmayı planlamıştım ki onunla ilgili yeni okumalar ve incelemeler yaparken insanı tanıma konusundaki şu yanılgımızı gördüm: Bir kişi hakkında öne çıkan bir özelliğini ‘genelleyerek’ onun hakkında ahkam kesiyoruz! Bir bakıma önyargı oluşturuyoruz. Bu durumu açacağım ama önce niyet ettiğim yolda ilerlemek istiyorum. Ne yapayım, hata bende değil(!). Herkes onu “Düşünüyorum, öyleyse varım!” önermesi ile tanıyor ve onu bir rasyonalist olarak kabul ediyor. Zaten kendisi de hayatı hakkında şu ifadeleri kullanıyor:

“..talihin bana sunduğu durumlarda kendimi sınayarak ve her zaman bazı şeyleri elde etmek için yoluma ne çıktıysa üzerinde düşünerek ondan fayda elde ederek geçirdim.”

Descartes, tek şüphe götürmez bilginin, kendisinin "düşünen bir şey" olduğu konusunda kararlıdır. Düşünmek onun yaptığı şeydir ve gücü özünden gelmelidir. Descartes, "düşünce"yi; "içimde olup bitenler ve bunun bilincinde olmak" olarak tanımlar.

‘Düşünme yetisi’ yetiyor mu?

Tüm doğruların birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünen ve temel bir doğru bulmak için mantıkla ilerlemek gerektiğini savunan Descartes, insanın “düşünme” yetisi ile diğer canlılardan üstün olduğunu savunur. Hayvanların akıl veya zekaya sahip olduğunu reddetmiş; üstün olma ihtiyacı içindeki insanoğlu da bu önermeyi memnuniyetle kabul etmiştir!.

Böylece yeryüzündeki bireysel, toplumsal, evrensel her olayı, her durumu akıl yürütme ile, neden-sonuç ilişkisi ile, mantıklı gerekçeler bularak açıklama yaklaşımları genel bir kabul görmüştür Descartes’ten çağımıza dek.

Elbette bilimsel gelişmeler için bu yaklaşım kaçınılmaz olsa da, ‘insan’ denilen karmaşık ve dinamik organizmayı anlamada, yine, insanların oluşturduğu toplumsal yapıları açıklamada ‘akıl ve mantığa uymayan’ durumlar ile karşılaştıkça Descartes sorgulanır olmuştur.

Önce S.Freud, 20.yüzyılda insan davranışlarını sadece bilinçle açıklamanın ve anlamanın mümkün olmadığını savunmuş ve ‘bilinçdışı’ denilen ve düşünerek hatırlayamadığımız, bilinçli olarak farkında olmadığımız bir yapının varlığını savunmuştur. Öyle ki insanın hiç de aklıyla davranmadığı, mantıklı olarak yanlış olduğunu kabul ettiği pek çok şeyi yapmakta ısrar ettiği gözlendikçe; Descartes’ın savunduğu gibi temel bir ‘doğru’ olmadığı, herkesin kendi ‘doğrusu’ olduğu anlaşılmıştır. İnsan davranışının da ‘göreceli’ olduğu, bireyin kendine özgü biricikliği kabul edildikçe, akıl ve düşünceyi etkileyenin ne olduğu ve davranışın nasıl bir oluşumla ortaya çıktığı sorgulanmaya devam edilmiştir.

Descartes yanıldı mı? Peki ya duygular?

Düşünen ve aklına güvenen; davranışlarının bilinçli olduğuna inanan ve mantıklı gerekçelerle varlığını savunan insanın aslında bir bakıma “duyguları” ile var olduğunu anlamak; yaşasaydı kuşkusuz, Descartes için sarsıcı bir iddia olabilirdi!

1994 yılında “Descartes’ın Yanılgısı” kitabını yazan nöroloji ve psikoloji profesörü Antonio Damasio; duygu, akıl ve insan beyni ilişkilerini inceleyerek şu soruyu gündeme getirmiştir:

Biz, hissedebilen düşünen makineler mıyız, yoksa düşünebilen hisseden makineler mıyız?”

Son 20-30 yılda nöro-psikoloji konusunda yapılan pek çok araştırma ve yazılan kitaplar, bizi yönetenin ‘duygular’ olduğunu ortaya koymuştur. Öyle ki; mantık (düşünce) çıkarımlara/yargılara; duygular ise eylemlere yol açar. Bir diğer ifade ile insan olarak, duygularımıza göre davranırız! Çünkü bir ‘makine’ değiliz!

Üstelik temel duyguların (sevinç-üzüntü-öfke-korku-tiksinme-şaşırma) doğuştan var olduğu; beynin düşünen parçasının, beynin duygusal parçasından ürediği (sonradan geliştiği) anlaşılınca; insanın önce hisseden, sonra düşünen bir varlık olduğu kabul edilmektedir günümüzde. O halde yeni bir önerme olarak;

“Hissediyorum, öyleyse yaşıyorum!” diyebiliriz.

Bu gelişmeler; davranışların nedenlerini bilinç ile değil, bilinçaltı ile açıklayan Freud’un görüşlerini bir kez daha haklı çıkarmış; akıllıca fikirler ileri sürerken neden akıllıca davranamadığımızı yeniden ve yeni bir yaklaşımla ele almayı gerektirmiştir.

Zihin ve Beden

Descartes’ın bir diğer önemli görüşü (imza doktrini), zihin ve beden ikiliği üzerine olan “düalizm” ile, insanın, zihin ve bedenden oluşan bileşik bir varlık olduğuydu. Bu görüşünde, Descartes önceliği zihne vermiş ve zihnin, beden olmadan var olabileceğini, ancak bedenin zihin olmadan var olamayacağını savunmuştur.

Düşünen bir varlık olarak zihne verdiği başat önem, duyguları ve bedeni geri plana itmeye neden olurken, dahası, insanı bütünsel olarak, ancak ‘etkileşimsel bağlantısallık’ içinde anlamayı geciktirmiştir. Descartes, aklı ile var olan bir varlık olarak insanı açıklamada, zihnin tümüyle yeterli olduğu görüşünü savunur;

"zihni ya da yalnızca düşünen bir şey olduğum için kendimi düşündüğümde, içimdeki hiçbir parçayı ayırt edemiyorum; kendimi oldukça tek ve eksiksiz bir şey olarak anlıyorum”.

17.yüzyılda Descartes tarafından vurgulanan zihin-beden düalizminin doğurduğu sorunlara yönelik olarak 20.yüzyılda gelişen pek çok psikoloji kuramının temel ilkesi,“beden ve zihnin ayrılmaz bir bütün olduğu" dur. BEDEN ve ZİHİN bütünsel bir döngüyü tamamlar. İnsan tüm parçaları ile birbiriyle bağlantılı ve dinamik bir yapı içinde birbirini etkileyen bir sistemdir.

Öyle ki beden, duygusal hayatımızın esas kaynağı ve arşividir. Bedenlerimiz; ‘Kinestetik Kütüphanelerimiz’dir; içlerinde çeşitli bellekleri ve kültürel mirasları barındırır. Bedenimiz, kişisel tarihçemizi barındırır; bugüne dek tüm yaşadıklarımız, hissettiklerimiz, tüm duygular bedenimizde yazılıdır.

Descartes’ın tutkuları

Her ne kadar “Düşünüyorum, öyleyse varım” dese de; ‘duygusuz’ bir insan olduğunu söyleyerek ona haksızlık etmek istemem elbette! Üstelik 21.yüzyılda bilgisayar başında oturup, internet ile ulaştığım pek çok bilgiye dayanarak onu “yargılamak” hiç mi hiç haddim değil! Olsa olsa geçmişten günümüze değişen görüşlere “tanık olmak” benim çabam.

Descartes, düşünme gücüyle insanı anlamaya çalışırken tutkuları küçümsemedi, aksine onları savundu. Bohemya prensesi Elisabeth’e adadığı “Ruhun Tutkuları (The Passions of the Soul)” adlı eserinde altı temel tutkuyu ayırt etti: merak, aşk, nefret, arzu, neşe ve üzüntü. Tüm bu tutkuların orijinal ruhun farklı bileşenlerini temsil ettiğini ve ruhu belirli eylemleri isteme veya istememe konusunda etkilediğini savundu.

Her şeyden önce ruhun bilimsel araştırmaya tabi tutulması gerektiğine inanan ilk bilim adamlarından biridir Descartes. Çağdaşlarının ruhunilahiolduğuna dair görüşlerine meydan okudu, bu nedenle dini otoriteler onun kitaplarını tehlikeli olarak gördüler. Descartes, beynin çalışan bir makineye benzediğini savunuyor ve birçok çağdaşının aksine matematik ve mekaniğin zihnin en karmaşık süreçlerini açıklayabileceğine inanıyordu.

Son olarak, bir psikolojik danışman olarak onun bir sözüne hayran olduğumu belirtmek ve bu sözün 17.yüzyıldan günümüze dek geçerliğini koruduğunu ifade etmek istiyorum:

Descartes, “İnsanın kendine adam olduğunu kanıtlamak için gözyaşlarından kaçınması gerektiğine inanmadığını” söyler.

Bence bu sözü ile de duyguların önemini kabul etmiştir Descartes..

Doğru söze ne denir!

Saygıyla, B.Y.

07 Ekim 2022, Gazipaşa

Yararlanılan Kaynaklar

Brady, M. (2022). Meraklısına Duygular, Nova kitap.

Damasio, A. (2021). Descates’in Yanılgısı. Ankara: ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık.

Rene Descartes (2020),Ruhun Tutkuları, Hasan Ali Yücel Klasikler (1. bas.), İş Bankası Kültür Yayınları,

Rene Descartes, vikipedi (özgür ansiklopediden alınan bilgiler; 02.10. 2022).

Yorumlar (3)
İlhan Akar - 26 Ocak 2023 16:53
Düşünce ve duygu üzerine çok güzel analitik bir yazı. Teşekkürler Binnur Hocam.
hülya kandemir yavuz - 16 Ekim 2022 09:20
Emeğinize sağlık hocam.
Binnur Yeşilyaprak - 13 Ekim 2022 15:58
Descartesin bu sözü erkeklere ithaf olunur: İnsanın kendine, adam olduğunu kanıtlamak için gözyaşlarından kaçınması gerekmez!
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları