Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Max Weber, Bürokrasi ve Türkiye

Prof. Dr. Cahit ASLAN / Hasan GÜNEŞ

Kategori: Siyaset Bilim - Tarih: 04 Ekim 2022 23:08 - Okunma sayısı: 2.355

Max Weber, Bürokrasi ve Türkiye

Hasan Güneş:

Hocam merhaba; ekim ayı söyleşilerimiz kapsamında size birkaç sorumuz olacak. İlk önce sayın Prof. Dr. Cahit Aslan, kısaca kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Cahit Aslan kimdir:

Medyada akademik, anı - anlatı - günlük - seyahatname, edebiyat kategorilerinde eserler yazmış popüler bir yazar olarak tanıtılan Cahit Aslan, Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’nde sosyoloji öğretim üyesi olup, aynı fakültede Felsefe Grubu Eğitimi Anabilim Dalı başkanlığını yapmaktadır.

Kafkas kökenli Cahit Aslan aslen Adanalıdır. İlkokul, Ortaokul ve Liseyi Adana’da okuyan Cahit Aslan üniversite eğitimlerini Ankara’da tamamlamıştır. Lisans ve Yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi’nde, Doktora eğitimini Ankara Üniversitesi’nde tamamlayan Cahit Aslan, Doçentliğini de sosyoloji alanında almıştır. Halen Çukurova Üniversitesi’nin farklı fakültelerinde (Eğitim, İİBF, Ziraat, Fen-Edebiyat ve İletişim Fakülteleri) ve bu fakültelerdeki değişik bölümlerinde sosyoloji dersleri vermektedir.

Soru 1- Sayın hocam; Weber’e göre modern toplumda güç rasyonel bir temele sahiptir- Weber’e göre, modern toplumun temelini hukuki otorite, insanlardan ziyade yasalar ve düzenlemeler tarafından yönetilme, gücün gelenek veya kişisel karizmadan ziyade rıza ve görevin gerektirdiği otorite aracılığıyla meşrulaştırılması oluşturur. Gerçekten Türkiye bu koşulları bir sosyolog olarak görüyor musunuz? Bu koşulları görmüyorsanız nedenleri ile çözüme ilişkin görüşlerinizi açıklar mısınız?

Bu sorunuza bütün yönleriyle yanıt verebilmemiz için ilk önce Weber’in bu konuda ne dediğine bakmamız lazım. Zihnimizin gerisinde de hep şu soru bir kenarda durmalı: “Bireyler ya da gruplar başkalarının amaçlarına rağmen nasıl oluyor da kendi amaçlarını gerçekleştirebiliyorlar?”

Weber’e göre güç, emir alanların bütün direnmelerine rağmen emri verenin, yani bir aktörün emirlerinin yerine getirilme ihtimalidir.[1] Aktör ne kadar güçlü ise o kadar verdiği emirlerin yerine getirilme ihtimali artar. Eşkıyalar, suç çeteleri böyle çalışır. Fakat otorite bir sosyal ilişki içinde gücün meşruiyet boyutunu oluşturur. Yani emri alanlar emri yerine getirirken o emri isteyerek, özümseyerek yerine getiriyorsa, yani “tabi ki bu emiri yerine getirmeliyim” diyorsa, bir şekilde rıza söz konusuysa o zaman verilen emir bir otoriteye dayanmış olur. İşte Weber sosyolojisinde emrin otorite dayanağı ya da kaynağı üç türlüdür. Bunlar, “Geleneksel”, “Yasal” ve “Karizmatik” otoritelerdir. Weber’i anlamamız için işte bu üç otorite tipini tanımamız lazım. Bunun için bir hikâyecik anlatmama müsaade ediniz:

Şöyle bir sahne düşünün. Orta cüsseli bir adam bir parkta tek başına bir bankta oturmuş dinleniyor. Karşısına hayli cüsseli bir adam geliyor bankta oturan bu adama “kalk o banktan, başka yere git, oraya ben oturacağım” diyerek emir veriyor. Sizce bu bankta eni sonu kim oturur? Güçlü olan, değil mi! Yani ilk başta emri veren cüsseli adam. Neden? Çünkü o daha güçlü… Fakat hikâyeyi tekrar başa alalım. Aynı orta cüsseli adam o bankta oturuyor karşısına eli bastonlu beli bükülmüş yaşlıca biri o banka oturmak üzere geliyor. Eminim o orta cüsseli adam yaş bu insanın bir şey demesine gerek bırakmadan kalkıp yerini ona verir. Neden? Karşısındakinden korktuğu için mi? Pek tabi ki yanıt hayırdır. Çünkü toplumumuzun geleneğinde yaşlıya, ataya saygı vardır, o yüzden… Şimdi hikâyeyi tekrar başa alalım. O orta cüsseli adam o bankta oturuyor. Karşısında üniformalı, göğsünde de güvenlik yazan kendi düzeyinde bir adam geliyor. Bu şahıs orta cüsseli adama “beyefendi kalkın buradan, başka yere oturun” diyor. Orta cüsseli adam o anda ya kalkacak ya da “neden” diye bir soru soracaktır. Alacağı cevap en yalın haliyle “emir böyle” şeklinde olacaktır. O şahıs da büyük ihtimalle oturduğu bankı terk edecektir. Peki, o banktan kalkmazsa ne olur? Bu sorunun yanıtını biraz sonra bulacağız.

Burada yaşlı adamın pozisyonuna “geleneksel otorite”, güvenlik görevlininkisine de “yasal otorite” diyebiliriz. Bu örneği tarihsel olarak şu şekilde okumalıyız: Kanuni Sultan Süleyman öldüğünde onun yerine kim tahta geçti? Yanıt II. Selim (Sarı Selim). Neden o? O zaman ülkede daha yetenekli kimse yok muydu? Tabi ki vardı, fakat gelenek, bir padişah öldüğünde yerine onun oğlu geçer şeklinde işlemektedir. Bu ara modern aynı zamanda rasyonel zamanın toplumunda gelenekçilerin siyasetini düşünmeyi de bir kenarda bekletelim! Şimdi de Osmanlı padişahlarının torunları var neden onlar artık iktidar değiller? Ya da mevcut cumhurbaşkanı vefat etse onun yerine en büyük oğlu mu geçecek? Eğer seçilirse neden olmasın, çünkü günümüzde rasyonel yasalar böyle olmasını gerekli kılıyor.

Aynı olgu üzerine yine bir senaryoyla devam edelim. Trafik aracımla seyir halindeyken kim beni durdurup ehliyet sorabilir ve biz sorgusuz sualsiz ehliyetimizi ona teslim ederiz? Yanıt, bir trafik polisidir. Peki, bunu bize yaptıran şey nedir? Yanıt, işte “otorite”dir. Trafik polisi de bu yetkisini yasalara dayandırır. İşte iktidarın bütün basamakları bu şekilde çalışır. Peki, o bankta oturmakta ısrar eden orta cüsseli adamın durumu ne olacaktı? Tekrar üzerine düşünelim. Herhangi bir konuda bir grup göstericiyi farz edelim. Şehrin en işlek caddesini işgal etmişler ve sürekli slogan atıyorlar. Karşılarında da başlarında bir polis şefi olan polis birliği var ve göstericilerin yürüyüşünü engelliyor. Polis şefi göstericilere megafonla sesleniyor: “Falanca yasaya muhalefet ediyorsunuz, lütfen dağılın”. Göstericiler polis şefinden gelen bu uyarıyı/emri dikkate alıp “sahi o yasaya muhalefet ediyormuşuz” deyip dağılıyorlarsa, ortada bir sorun yoktur, “otorite” işliyor demektir. Fakat göstericiler polis şefinden gelen bu emri (ki polis şefinin bu emiri verme yetkisi yasalara dayalıdır) ciddiye almaz ve dağılmazlarsa o zaman polis şefi başında bulunduğu polis birliklerine göstericileri zorla / “güç” kullanarak dağıtmalarını emreder. Gösterileri dağıtmak üzere güç kullanan polisler de bu davranışlarından dolaya herhangi bir ceza almayacaklarını bilirler. İşte o bankta oturmakta ısrar eden o orta cüsseli adamın yaşayacağı şey de tam budur. Fakat iri cüsseli adam bu cebirden dolayı ceza alacaktır. Yine bir başka bir örnek, Türkiye’de makul herhangi bir engeli olmayan yirmi yaşlarındaki her Türk vatandaşı seve seve, hatta düğün yaparak askere gider ve askerlik görevini yerine getirir. Gitmek istemeyenleri ise zorla askere götürürler. Görüleceği üzere Weberyen bir şekilde söylersek “güç” ile “otorite” ters orantılıdır. Otoritenin zayıfladığı yerde güç devreye girer. Otoritenin olduğu bir yerde de “güç”e gerek kalmamaktadır. Kısaca Weber için güç, yani iktidar otorite ile bağlantılı bir şeydir.

Son bir olgu, “Karizmatik otorite”! Padişah soyundan gelmeyen, bütün rütbelerinden vazgeçmiş ve bütün yetkileri elinden alınmış ve hatta hakkında idam fermanı çıkartılmış bir Mustafa Kemal’i düşünelim. Ülkesi işgal altında olan Mustafa Kemal’in “ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” diye verdiği emrin yerine getirilmesini sağlayan şey nedir? Yanıt “karizmatik otorite”dir. Aynı olguyu İran İslam Devrimi sürecinde Ayetullah Humeyni’de, Küba Devrimi’nde Fidel Castro’da ya da Hitler’in iktidara yürüme ve iktidarda kalma sürecinde görebiliriz.

Burada “karizma” kavramı, bireysel olarak bir şahsı sıradan insanlardan ayıran ve onun doğaüstü, insanüstü ya da en azından bazı özel istisnai güçlere ya da niteliklere sahip sayılmasına yol açan belli bir niteliği tarif eder. Bunlar sıradan insanların ulaşamadığı ancak kutsal, ilahi kökenleri olan ya da örnek oluşturan özelliklerdir ve bir kişi, bu özellikler temelinde lider sayılır. İlkel şartlarda bu özel saygı biçimi peygamberlere, tedavi edici ya da hukuki bilgelik sahibi olmakla meşhur kişilere, avda liderlik edenlere ve savaş kahramanlarına gösterilir. Çoğunlukla karizmatik kişinin sihirli bir güce sahip olduğu düşünülür. Söz konusu bireyin karizmatik güce konu olanlarca ve “izleyicilerce” ya da “taraftarlarınca” gerçekte o şekilde görülmesi önemlidir.[2] Yani bireyler doğuştan karizmatik değil koşullar açısından etrafındakiler onu karizmalaştırır. Hoca uçmaz cemaat uçurur misali…

Özellikle toplumların buhranlı dönemlerinde, bir kurtarıcıya ihtiyaç hissettiklerinde, bu ihtiyacı gidermek üzere doğaüstü kudretleri olduğuna, en azından istisnai özellikler taşıdığına inanılan kişiler ortaya çıkar ve topluma liderlik yapar. İşte o liderler emir verme yetkilerini bu karizmalarından alırlar. Belli dönemler için geçerli olup, toplumalar normalleşme sürecine girdikçe karizma yerini yasal otoriteye bırakır.

Kısaca Weber için geleneksel toplumdan modern topluma geçildikçe temelini rasyonel hukukun, yasaların oluşturduğu otorite kaynağı “geleneksel otorite” değil artık “yasal-rasyonel otorite” olur.

Weber’in bu sosyolojik çözümlemesini Türkiye açısından değerlendirirsek, yani toplumun temelini hukuki otoritenin oluşturduğu, insanlardan ziyade yasaların ve düzenlemelerin geçerli olduğu, gücün gelenek veya kişisel karizmadan ziyade rıza ve görevin gerektirdiği otorite aracılığıyla meşrulaştırıldığı ideal bir modern toplum açısından değerlendirirsek, birkaç düzlemde size yanıt vermem lazım. İlki Mustafa Kemal sonrası cumhuriyet rejimi dönemi ve daha sonra yürürlükteki parlamenter sistemin kaldırılarak yerine başkanlık sisteminin getirilmesini sağlayan 16 Nisan 2017 tarihli referandum sonrası meydana gelen gelişmeler.

Birinci düzlemin yanıtını en kapsamlı bir şekilde yine tarafımdan yazılan ve Karahan Kitapevi’nin 2016 yılında yayınladığı “Toplumsal Fay Hatlarının Anatomisi” adlı kitabımda bulabilirsiniz. Bu eserin ana teması protestolardan reformlara oradan ciddi çatışmalara kadar toplumsal hareketleri meydana getiren ve toplumsal faylanmaya neden olan bir nevi toplumsal meşruiyet sorgulamasına dayanır. Bu meşruiyet tüm toplumsal sisteme yönelik olduğu gibi kısmi toplumsal değişmeye yönelik de olmaktadır. Toplumsal hareket katılımcıları en azından bu şekilde şikâyetlerini dile getirmektedir. Kürt hareketi, İslamcı hareketler, Alevi hareketi, Ulusalcılık, İşçi hareketi, Kadın hareketleri vs. bu minvalde değerlendirilmelidir. Yoğunluğu ve yaygınlığı farklı olsa da bu hareketlerin ortak özelliği meşruiyeti dolayısıyla otoriteyi tartışmalarıdır.

İkinci düzlemde ise, yani 16 Nisan 2017 tarihli referandum sonrası meydana gelen gelişmeler ise henüz olgunlaşmasını tamamlamadığı için tartışmaya açıktır. Toplumun önemli biri kesimi ta en başından beri durumu “baskıcı hiper-başkanlık rejimi” olarak görüp bu dönüşüme mesafeli durmakta ve hatta yasal yollarla tekrar değiştirmeyi arzulamaktadır. Fakat yine de bu yeni başkanlık sistemi yasal işleyişini sürdürmektedir. Gelecek için bir şey söylemek henüz erken olmakla beraber birinci düzlemdeki faylanmalar da varlığını sürdürdüğünü unutmamalı.

Ayrıca bir “cemaate” bağlılığın güçlü bir şekilde devam etmesini, “tarikatlar”ın varlığını, “Aşiretler”in gücünün etkilerini, hele ki “FETÖ” gibi yapıları göz önünde bulundurursak yasal-rasyonel otoritenin ne kadar zayıf olduğunu tahayyül edebiliriz. Bu şekilde meydana gelen sosyal patolojilerin kaynağını da görmüş oluruz.

Kısaca meydana gelen her türlü sosyal patolojilerin en yalın çözümü şudur: “Türkiye bireysel özgürlükleri dikkate alan bir eğitim sürecine paralel olarak demokratik hukuk devletini ne kadar pratiğe aktarabilirse yasal-rasyonel otorite o kadar inşa edilmiş olacaktır.”

Soru 2- Weber’e göre “bürokrasi” bütün işlemlerin tutarlı bir soyut kurallar sistemine tabii olduğu ve bu kuralların özel durumlara uygulanmasıyla sağlandığı bir düzenlemeler yöntemidir. Gerçekten, bu düzenlemeler Türkiye gerçeğine uymakta mıdır? Uymuyorsa nedenleriyle birlikte çözümünü belirtir misiniz?

Bu sorunuzu bir önceki sorunuzun uzantısı olarak değerlendiriyorum. Çünkü Weber’in ideal tip olarak klasikleşmiş bürokrasi analizi, gelişmiş sanayi toplumlarının karakteri ve sosyolojik araştırmanın doğası hakkındaki (sosyal eylemler) yukarıdaki üç temel görüşünün somut uygulamasıdır. Örneğin sanayi toplumlarının temel özelliği olarak rasyonelleşme eğilimi, eylem ve planlama biçiminin değişimi aynı zamanda yasal otorite biçimi olup somut olarak bürokraside karşılığını bulur. Yani bürokratikleşme sanayileşmiş gücün, örgütlü bir topluma doğru genel gelişme eğiliminin klasik bir örneğidir. Mesela modern toplumda biz örgütler içine doğmaktayız, örgütler içinde eğitilmekteyiz ve çoğumuz hayatımızın büyük bir kısmını örgütler için çalışarak geçirmekteyiz. Boş zamanlarımızın çoğunu örgütlere ödeme yaparak, onlar içinde oynayarak ve dua ederek geçirmekteyiz. Çoğumuz bir örgüt içinde ölmekteyiz ve gömülme zamanı geldiğinde de bütün bu örgütlerin en büyüğünün (yani devletin) resmî iznini almak zorundayız.[3] İşte burada yetkili idareciler topluluğu ve belirli idare sisteminde (örneğin devlet ya da resmi örgütte) geçerli prosedürler ve işler meydana gelir ki buna bürokrasi diyebiliriz. Bir makamlar hiyerarşisi ile hiyerarşik düzeyler arasındaki iletişimi sağlayan kanallar, dosyalar, gizlilik, genel kurullarla belirlenip yönetmeliklerle düzenlenen, açıkça tanımlanmış yetki alanları, resmi işlerin özel işlerden idari biçimde ayrılması ve bürokrasiyi oluşturan insanların seçimle gelmekten ziyade yukarıdan atanmış görevlilerden oluşması nedeniyle bürokrasi diğer örgütlenme tiplerinden ayrılır. Bürokrasi idareyi yerine getiren insanları; bu insanların girdikleri ilişkiler ağını, bir topluluk olarak kullandıkları gücün miktarını, idari mekanizmayı anlatmaktadır.[4]

Kısaca Weber için ‘bürokrasi, büyük çapta idari görevler ve örgütsel hedeflere ulaşmak için, çok sayıda bireyin çalışmasını rasyonel bir biçimde koordine etmek amacıyla tasarlanmış hiyerarşik örgütsel bir yapıdır. Diğer bir değişle bürokrasi bütün işlemlerin 'tutarlı bir soyut kurallar sistemine tabi olduğu ve bu kuralların özel durumlara uygulanmasıyla sağlanan bir düzenlemeler bütünüdür. Bu kurallar memurların eylemlerini düzenler ve onların güçlerinin sınırlarını kesin olarak çizer. Onlar çalışanlarını sıkı disipline zorlar ve merkezi bir denetimi dayatır, kişisel inisiyatif veya sağduyuya çok az yer verirler.[5] Yani bürokrasi büyük işleri yerine getirmek için kullanılan akılcı/rasyonel olarak meydana gelmiş biçimsel örgütlenmenin bir türüdür. Modern toplumların daha rasyonel hâle gelmesiyle bürokratik oluşum ortaya çıkmıştır. Toplumların endüstrileşmelerine paralel olarak daha çok ve daha karmaşık hale gelmiş olan işler nedeniyle daha da genişlemiştir. Bu yüzden toplumların sanayileşmesine paralel olarak bürokrasilerin modern hayatın içinde artarak güç kazanacağı, çok geçmeden, toplumun hemen her yönünün bürokratik kurallara ve düzenlemelere tabi olacağı beklentisi oluştu. İşte Weber’e göre bu beklenti ya da süreç toplumun bir tür rasyonelleşmesidir. Ancak Weber'e göre[6] bir bürokrasinin diğer resmi kuruluşlardan ayıran bazı özellikleri vardır. Bunlar; 1. Bir bürokrasi iş bölümü tarafından tanımlanır; 2. Bir bürokraside, işlerin nasıl yapılacağına ilişkin kesin kurallar vardır; 3. İşler bir hiyerarşi içinde düzenlenmiştir; 4. Karışıklığı en aza indirmek, kayıtları kolaylaştırmak ve organize etmek için iletişim resmi ve yazılıdır; 5. Çalışanların kuruluş ile kişisel olmayan bir ilişkisi vardır.

Fakat bürokrasi bazı sorunlarını da beraber getirmiştir. Her toplum, sosyal sınıf, kişisel çıkar ya da ortak hedefler üzerine inşa edilmiş daha küçük gruplar ve kuruluşlardan oluşur. Örneğin sosyolog Wright Mills[7], Amerika Birleşik Devletleri’nin aslında en güçlü, zengin ve nüfuzlu iş adamları, hükümeti ve askeri temsil eden küçük bir grup tarafından yönetildiğini ifade etmek için “İktidar Seçkinleri” terimini kullandı. Mills göre, bu ülkenin politikalarına oy kullanan kamuoyundan daha çok onların kararları dikte etmektedir. Aynı zamanda Mills pek çok farklı alanlarda belirttiği iktidar seçkinlerinin etkisinin örtüştüğünü ileri sürmektedir. Örneğin, zengin bir işadamı, belirli bir politik adaya büyük katkılar sağlayabilir. Belki de bu bizde son moda terim olan derin devlettir.

Sosyolog Robert Michels de bürokrasilerin ilk olarak kendi çıkarları dışında hareket ettiğini, gücü ve kaynakları dışarıdakilere bağlanmasını dikkatli bir şekilde kontrol eden tepedeki küçük bir grup insan tarafından yürütülme eğiliminde olduğunu kuramsallaştırdı. O, bu olguya “Oligarşinin Tunç Yasası” adını verdi. Burada oligarşi terimi, azınlığın uyguladığı çoğunluk kuralı anlamına gelir. “Oligarşinin Tunç Yasası göre, karar vericiler, onaylanmak ihtiyacı içinde olduklarından dolayı, destek elde etmek için bilgiyi manipüle etmektedir. Liderin etrafındaki insanlar doğru bilgiyi (nüfus sayımları, istatistiki veriler, propaganda vs. gibi) engellemektedir. Yani iktidar gücü, gerçekleri görmeyi engellemektedir. Meselâ, bir kişi sadece hâlihazırda iktidarda olması sebebiyle seçilebilmektedir. Başarısızlığına rağmen sırf kendi temsilcileri olduğu için, kendi seçim bölgesinde takdir edilmektedir. Gerçek halkın gerçek ihtiyaçları rol oynamamaktadır.”[8] Ne ilginçtir son günlerde şahit olduk ki bizde yerel bir din adamı bu duruma serzenişte de bulanarak “Yellehçi” adını vermiştir.[9]

Michels’e göre, üst düzey bürokratların, en önemlisi onlara yardım edenlerin statükoyu korumak gibi bir çıkarları vardır. Para gibi kaynaklara erişmek kadar güç pozisyonlarının grup üyeleri arasında dağıtıldığını, yabancıları dışarıda bıraktığını söylemektedir. Örneğin büyük ihaleler belli kişi ya da şirketler arasında dağıtılır. Bir başkan göreve başladığında, genellikle belirli kişilere veya geçmişte kendisine sadık olanlara üst kabinede yer verir.

Kısaca bugün çok fazla eleştirilen ancak yerine konabilecek başka bir sistem bulunmayan bürokrasi, gelecekte de en çok üzerinde çalışılan ve ele alınan konuların başında gelecektir. [10]

Fakat bir zamanlar Weber modern toplumları bürokratikleşmiş toplumlar olarak görürken günümüzde bu fikir terk edilmiş durumdadır. “Günümüzde çok sayıda örgüt bırakın bürokrasiyi arttırmayı az hiyerarşik olmak için kendilerini kontrol ediyorlar.”[11]

Ayrıca, Weber, bürokrasiyi olumlu bir biçimde ve en üst organizasyon biçimi olarak tasvir etse de, bürokratik bir toplumda bireysel özgürlüğün ortadan kalkma ihtimali de vardır.

Sonuç olarak bürokrasi, toplumsal hayatın düzenlenmesi ve yürütülmesinde şimdiye kadar alternatifi geliştirilemeyen en etkin, yaygın ve egemen bir örgütlenme ve yönetim şekli olduğundan, vazgeçilmez bir olgu ve sürekli bir süreç olarak üzerinde çalışılması, geliştirilmesi ve düzenlenmesi gereken önemli bir alan olarak her zaman karşımıza çıkmaktadır ve çıkacaktır.[12]

Şimdi bu kısa izahı Türkiye gerçeğine yöneltelim. Bürokrasiye ihtiyaç olması gerçeğiyle beraber olumsuz işlevleri de görülmektedir. Bu durum özellikle bürokratların kurallara ve düzenlemelere kölece bağlı oluşları, tutucu olmaları (ben bilmem merkez bilir mantığı gibi), el çektirilme korkuları ve vatandaşlara karşı remi tutumlarına işaret eder.

Yine bürokratlar ve memurlar arasında informal teknikler resmi yönetmeliktekilerden çok daha fazla etkili durumdadır. Çalışanlar kuralları çoğu kez göz ardı etmekte ve esnetmekte, malumatları çarpıtmaktadır. “Dayısı olanın işlerinin yürüdüğü” geleneksel örgütlenmenin pençesindeki bir kültürde bir de cemaat, tarikat örgütlenmelerinin son zamanda kazandıkları pozisyonları düşününce sorunun ne kadar derin olduğu anlaşılacaktır. Hatta bu durumu yüksek perdeden dahi duymuşuzdur: “Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz”; “benim memurum işini bilir”; “mahkemelerin aldığı kararı tanımıyorum” vs…

Bazen de “kuralcılık ve sorumluluktan kaçma, "yönetimde siyasallaşma", "aracılar yoluyla işlemleri yürütme" ve "yolsuzluk"[13] gibi işlevsel problemleri bünyesinde barındıran Türk kamu bürokrasisi; bu özellikleriyle kaliteli, hızlı, rasyonel, etkili ve verimli hizmet sunmaktan uzak bir görüntü sergilemektedir.[14]

Bütün bunların üstesinden mutlak gelmek mümkün değilse de büyük çoğunlukla geriletebilir. Eğer, toplum gerçekten “Demokratik Hesap Verilebilir” şiarıyla reformlarını yaparsa çözüm domino taşı etkisi gibi gelecektir. Aksi takdirde süreç yeni tür bir faşizme doğru evrilecektir.

Soru 3- Weber’in vurguladığı liyakat ilkesi Türkiye gerçekleriyle ne ölçüde uyuşmaktadır. Uyuşmuyorsa ülkemizdeki sosyal ekonomik kayıplara değinir misiniz?

Özet olarak bürokrasi, iş bölümü; resmî yetki alanı; otorite hiyerarşisi; yazılı kurallar; yazışmaların ve faaliyetlerin dosyalanması; gayri şahsilik ve disipline olmuş yapı; “liyakate” dayalı resmi pozisyonlardan oluşan bir örgüt biçimiydi.[15]

İşte bürokrasi kuramının babası Max Weber’in bu kuramına göre, kapitalizmin ortaya çıkışıyla sadakate ve feodal/patronaj ilişkilere dayanan geleneksel patrimonyal bürokrasiden liyakate ve iş ahlâkına dayanan modern yasal-rasyonel bürokrasiye geçiş yapılmıştır. Üretim ilişkilerinin karmaşıklaşmasıyla, geleneksel otoritenin şekillendirdiği bürokrasi modeli de yerini, daha karmaşık bir bütünlük içinde rekabet ve verimlilik/üretkenlik üzerine kurulu piyasa mekanizmalarının gereklerini yerine getirebilecek şekilde hem bilimsel bilgiye dayalı olacak şekilde rasyonel hem de düzenin, nizamın egemen olabilmesi için yasal bir niteliğe sahip bürokrasiye bırakır. Bu dönüşüm aynı zamanda lidere ya da otoriteye karşı gösterilen sadakat sistemi de yerini, aklın, bilimin, verimliliğin/üretkenliğin lehine olacak şekilde liyakat sistemine bırakır.[16] Aslında Weber’in bu izahı bir tür modelleme diyebileceğimiz “ideal tipleştirme”dir. Gerçeklik çok daha farklı olabilmektedir.

Weber’in tarif ettiği bu rasyonelleşme yönetime yansırken orada meydana gelecek olan “belirli dairenin davranışlarını düzenleyen kurallara, teknik kurallara ya da normlara”[17] dayalı bir tür inanç (otorite) ortaya çıkar. Böylece de “ahlaki bir üst yapı” oluşur. Bu da yönetim prensiplerini ve bundan ortaya çıkacak olan yönetim davranışını belirler.[18] Bu prensipler şahsi kaygılardan bağımsız olarak doğrulukla görevini yapma anlayışıdır. Herkese, başka bir deyişle somut olarak aynı durumda bulunan herkese, resmi olarak eşit muamele yapılması şarttır.[19] İşte Weberyan bürokrasi içinde atanma ve yükselme eğitim, uzmanlık ve idari ehliyet gibi profesyonel kriterlere dayanmaktadır.[20] Bu da özünde “liyakat”tır.

Ne var ki siyasetçiler yetenekli bürokratların uzmanlık bilgisini iktidarlarını zayıflatan bir unsur olarak görebilirler. Bunun için de onları zayıflatmak isterler, tıpkı Türkiye’de örnekleri görüldüğü gibi… Mesela en son Merkez Bankası’nda yaşanan üst üste başkan değişimleri! Gerçi ilk defa olan bir şey değildir. Geçmişten beri çeşitli şekillerde yaşanmaktadır. Öyle ki Türkiye’nin çok partili hayata geçiş yıllarında siyasal elitlerin bürokratları zayıflatmak için kullandıkları üç çeşit strateji geliştirmişledir. Birinci strateji, yetenekli insanların bürokrasiye katılmalarını caydırmak için memurların ekonomik durumlarını zayıflatmak oldu. Nitekim 1950 ile 1965 yılları arasında memurların satın alma gücü yarı yarıya düşmüştü. İkinci strateji, üst düzey bürokratlardan gelen önerileri göz ardı etmek ve üçüncü strateji ise siyasilerin kolayca kontrol edebilecekleri, kamu iktisadi teşebbüsleri gibi alternatif bürokratik yapılar meydana getirmektir.[21] Başkanlık rejimi ile beraber buna da gerek kalmamaktadır. Sadakatinden memnun olunmadığı zaman (“söylüyoruz laf dinlemiyor” sözünde olduğu gibi) derhal işten el çektirilir.

Soru 4- Bir sosyolog olarak Weber’in Bürokrasi ilkesine bugünün gerçeklerini de göz önünde bulundurarak ekleyeceğiniz düşünceler, ilkeler nelerdir?

Demin söylediğim gibi bürokrasi ortadan kaldırılması mümkün olmayan bir yapıdır. Fakat “onun işleyişinden sosyalistler, liberaller, siyasetçiler, vatandaşlar ve hatta memurların kendileri dahi şikâyetçidir. Şikâyetlerin bir kısmı teorik düzeyde bürokrasinin ontolojisine yönelik iken bir kısmı da pratik olarak işleyiş şekline yöneliktir. Özellikle siyasi iktidar bir taraftan kamu bürokrasisinin iyi işlemesini isterken, diğer taraftan bürokrasinin hiyerarşik yapısına müdahaleleri ile bu işleyişi bozmaktadır. Bu bir ironidir. Oysa kamu bürokrasisi içinde hiyerarşik basamaklarda Weberyen anlamda liyakate göre bir yükselme olması halinde, bürokrasinin işleyişi önemli oranda iyileşebilir.”[22]

İdareye, personelin değerlendirilmesi konusunda takdir yetkisi tanınması doğaldır. Zira bir kişinin nesnel standartlar doğrultusunda ölçülebilen teknik bilgisi, görevin gerektirdiği yegâne nitelik değildir. Fakat takdir yetkisi tanınan durumlarda idarenin liyakat ilkesine uygun hareket edip etmediğini kontrol edecek etkin bir yargı denetimine tabi olması gerekir.[23]

[1] Weber, M. (2006). “Bürokrasi ve Otorite”. Çev. Akın, H. B. (2. Baskı). Ankara: Adres Yayınları.

[2] https://www.sosyalbilimler.org/karizmatik-otoritenin-temel-ozellikleri/ (28.09.2022)

[3] Slattery, M. (2007). “Sosyolojide Temel Fikirler”. Çev. Ümit Tatlıcan, Bursa: Sentez Yay.; ETZIONI, A. (1964). “Modem Organizations”. Prentice-Hall Kellner, P. and Crovvther-Hunt, Lord.

[4] Marshall, G. (1999). “Sosyoloji Sözlüğü”. Çev.: O Akınhay-D. Kömürcü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

[5] Göktürk, İ. (2020). “Bürokratik Kültür ve Kişilik”. Ankara: İKSAD yayınları.

[6] Weber, M. (2006). Adı geçen eser.

[7] Mills, W. (1974). “İktidar Seçkinleri”. Çev.: Ünsal Oskay, Ankara: Bilgi Yayınevi.

[8] http://www.calismatoplum.org/sayi19/michels.pdf; 11.02.2013.

[9] https://www.malumatfurus.org/yellehci-yalaka/ (30.09.2022).

[10] Akçakaya, M. (2016). “Weber'in Bürokrasi Kuramının Bugünü ve Geleceği”. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık Özel Sayı, 275-295.

[11] Giddens, A. (2000). “Sosyoloji”. Çev.: H. Özel-C. Güzel, Ankara: Ayraç Yayınevi, s. 313.

[12] Akçakaya, M. (2016). Adı geçen eser.

[13] 2021 verilerine göre Türkiye 180 ülke arasında 73. sırada; https://seffaflik.org/wp-content/uploads/2022/02/CPI2021_Mapindex_TR1024_1.jpg (30.09.2022).

[14] Akçakaya, M. (2016). “Bürokrasi Kuramları Ve Türk Kamu Yönetiminde Bürokratik Sorunlar”. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 18 (3) , 669-694.

[15] http://web.hitit.edu.tr/dosyalar/duyurular/ugurozer@hititedutr060320177Z3K6U6W.pdf

[16] https://birikimdergisi.com/guncel/8859/devlette-liyakatten-sadakate, (30.09.2022)

[17] Weber, M. (2006). Adı geçen eser.

[18] Okay, A. (2000). “Kurum Kimliği”. Ankara: MediaCat Yayınları, s. 126.

[19] Weber, M. (2006). Adı geçen eser.

[20] Heywood, A. (2010). “Siyaset”. Ankara: Adres Yayınları, s. 453.

[21] Aydın, N. (2012). “Weberyen Bürokraside Liyakat ve Türk Kamu Bürokrasisinden Bir Kesit: ‘Siyasetin Bürokrasi İronisi’”. Sayıştay Dergisi , (85) , 51-67.

[22] Aydın, N. (2012). Adı geçen eser.

[23] Diler, K. İ. (2018). “Kamu Personel Hukukunda Liyakat İlkesi”. Yayınlanmamış YL Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku (İdare Hukuku) Anabilim Dalı.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Siyaset Bilim Yazıları