Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Dijital Kimlikler: Yalanlar, Yaşanmamış Anılar ve Yıkıntı Yaşamlar

Doç. Dr. Ali Baltacı

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 08 Ağustos 2022 19:51 - Okunma sayısı: 1.656

Dijital Kimlikler: Yalanlar, Yaşanmamış Anılar ve Yıkıntı Yaşamlar

Dijital Kimlikler: Yalanlar, Yaşanmamış Anılar ve Yıkıntı Yaşamlar

Dataizm, içinde bulunduğumuz yeni döneme adını veren felsefi akım. Dataistler her şeyin verilerle açıklanabileceğine inanan bir topluluk. Onlara göre bir olay hakkında yeterli veri varsa, o olayın gelecekteki neye dönüşeceği bilinebilir. Bu elbette sınırlı bir tanımlama ancak dataizmin ya da içinde yaşadığımız dijitalleşmenin “ikinci Rönesans” olduğunu iddia edenler de var. Yani dijitalleşme hayatı, bilimi ve tüm bilme biçimlerimizi kökünden değiştirecektir. Buna şüphe yok, öyleyse dijital yaşamın insan benliğine nasıl etkileri olabilir? Ya da bizi nasıl değiştirir? gibi olgulara odaklanmak gerek sanırım.

Bu noktada yakın zamanda tanıklık ettiğim birkaç örnek üzerinden konuyu değerlendirmek isterim. Öncelikle dijitalleşmenin insanı yalnızlaştırdığı, sana sosyal alanlar oluşturduğu ve diğerlerini izleyerek ya da kendini şeffaflaştırarak ve yapıp yaşadıklarını, mahremiyetini tüm çıplaklığıyla sosyal medyada sergileyerek oluşturulan sanal benliklerden bahsetmek isterim. Sanal benlik, bizim yaşantımız boyunca oluşan tüm deneyimimizi dijital alana atarak orada var ettiğimiz yeni kimliklerdir. Her sosyal medyanın kendine özgü benlik geliştirme biçimi söz konusu. Mesela İnstagram daha çok gösteri toplumuna yönelik ve yaşanılan anıların diğerlerinin gözünün içine sokulduğu bir ortam. Twitter daha çok provokatif bir ortam, düşüncelerin çarpıştığı, insanın kendini ifade etme biçimine odaklanılan bir mecra. Tik Tok, Discord, Telegram, Facebook ve niceleri de kendine has ifade biçimleriyle insanı şeffaflığın bir parçası yapmaya kendini adamış uygulamalar.

Belki de dijital dünya içinde görünür olmak, burada kendimizi şeffaflaştırmak sandığımız kadar iyi bir şey değildir. Bu yazımda mahremiyetin kayboluşuna değil, dijital dünyadaki yalan, iftira, linç ve diğer girişimlerin neden ve sonuçlarına kısaca değinmek istiyorum…

Sosyal medya içinde yeni bir tür akım belirdi. Yaşanılmamış anıları sanki yaşanmış gibi insanlara lanse eden yeni ve lümpen bir karakter biçimi oluştu. Kendisine ait olmayan resimleri, şiirleri, hikayeleri sanki kendisininmiş gibi paylaşanlar… Bunun asıl nedeni değersizlik duygusu ve aşağılık kompleksi ki zaten bunun önceki bir yazımda ele almıştım. Ancak buradaki yaşanmamış anıları kullanarak bellek yanılgısı yaratanlar, aslında kendilerini kandırdıklarının farkında. Diğerlerini elde edebilmek, onlara yaklaşabilmek, daha çok beğeni almak, daha çok tanınmak için kendilerini öne çıkaracak sahte anıları kullanıyorlar. Böylelikle karşıdakileri etkileyip aslında ne kadar bohem, elistik, üst sınıf veya zengin, güzel ve imrenilesi bir hayatlarını olduğu imajını vermek istiyorlar.

Bunun bir örneğiyle geçtiğimiz aylarda karşılaştım. Kendime ait bir twitin alıntılanmasına alışığım, alan kişinin beni kaynak göstermemesine de alıştım. Ancak bana ait bir anının biraz çarpıtılarak alıntılanması ve benden bahsedilmeden anlatılması garip geldi. Bunu düşününce aslında bunu yapan kişinin ne derece yalnız bir hayat sürdüğünü fark ettim. Yalnızlıklar içinde kalmış ve değersizleşmiş yaşamına anlam katma çabası olarak bana ait bir anıyı kullanmak. Ya da bana ait olmasa da kendini daha güçlü göstermek için kendinde olmayan özellikleri sıralayarak karşıdakini etkilemeye çalışmak. Bu tam da dijital kimlik dediğimiz şeyin bir göstergesi. Yalanın dijital hali… Peki bu yalanı sürdürdüğünde eline ne geçecek, yani fark edilmediğini mi düşünüyor… Diğerlerinin paylaşımlarını çalarak aslında ne kadar bilgili olduğunu mu lanse etmeye çalışıyor bu kişi… Evet bunların hepsi ve daha fazlası…

İkinci örneği yine yakın bir zamanda tanık olduğum bir olaydan seçtim. Evli bir erkeğin bekar bir kadını kandırıp onunla birlikte olmak için başkalarının anılarını, belleklerini, deneyimlerini çaldığı ve bunları mesajlarla o kadına ilettiği bilgisi ilk başta saçma geldi. Eşini aldatan hemen her erkek zaten yalana başvurmak zorunda. Çünkü yalan onlar için sanal bir dünya kurmalarını ve aslında güç istencini besleyerek diğerleri üzerinde tahakküm kurma durumunu da sağlamakta. Bu şu deme: diğerlerini elde etmek ve onları elde tutmak için yalan meşrudur. Bu elbette insanları aldatanlar için söylenir. Çünkü sahtelik yalanla mümkün kılınır.

Dijital dünyada sahte bir ben oluşturmak için yalanı kullanan kişiler giderek kendilerine av bulmaya çalışırlar. Narsisistik bireylerin kendilerine bağlanacak insanları aramalarına benzer şekilde çeşitli sosyal medya platformlarında gezinerek av ararlar. Elbette bu medyalarda aleni benlikleri ve günlük yaşamdaki kişilikleri ile değil “gölge benlik” ve çoğu kez karanlık yönlerini öne çıkarırlar. Burada Freud’a başvurmakta fayda var. Cinselliği anahtar kavram olarak alırsanız, insanların hemen tüm motifleri cinsellikle bağdaşır ki zaten sosyal medyada bunun türlü örneklerini görürüz. Avını elde etmek için yalanlara başvurmak sıradanlaşır, çünkü av onun için bir nesneye dönüşür ve mutlaka elde edilmelidir. Zamanla bir av bulan avcı, artık amacını gerçekleştirmek için yalanları inşa etmeye başlar. Hiç yaşamadığı anıları sıralar, avına güzel bir yaşam teklif eder. Avına ilgi gösterir ve giderek ortamı kendi amacına uygun bir hale getirir. Bu aşamada tutarsızlıklarını, yalanlarını veya ortaya çıkan diğer yaşanmamışlıkları örtmek için de yalanlara başvurur. Çünkü bir ilişkide bir kez yalan söylenildi mi artık ilişki çatlamıştır ve asla güçlü bir zeminde sürdürülemez. Av ve avcı ilişkisinde hesaba katılmayan şey avında bir avcı olabileceğidir…

Dijital yaşamda kendini ifşa eden her av, bir şekilde başka birinin kurbanı olmuştur. Kurban olma durumu banalleşir ve Arendt’in ifadesiyle kuzu postuna bürünmüş kurtlar, diğer kurtları avlamaya başlar. Yukarıdaki hikâyede ava giderken avlanan ama acemi olduğunu asla kabul etmeyen insanların varlığını dijital veya gerçek yaşamda görürüz. Aşk ilişkisi olarak değil, iş yaşamında birbirinin ayağını kaydırmak için sanal profil açanlar, sanal dünyayı gerçek yaşamda ifşa edenler, diğerlerinin sosyal medya hesaplarını didikleyip onun hakkında garip bilgiler üretip dedikodu yapanlar her yerde var.

Böylesi bir av-avcı döngüsü ifşa olduğunda yıkım yaşanır. Evlilikler bozulur, işten ayrılmalar yaşanır. Yılarca emek vererek kurduğunuz dünya başınıza yıkılır. Tek suçunuz başka bir insana üstünlük sağlama veya cinsel dürtülerinizi gidermek için meşru olmayan ilişkiler aramadır… Bu elbette toplumun “ahlaki” yapısında derin yarıklar açar. Bellekler unutmaz sizi, adınız hep aldatan eş, zampara veya sapık olarak anılır. Oysa Siyah Kuğu isimli kitapta bir kez yıkım yaşayanların bir daha aynı hatayı yapmamak için marjinal yollara baş vuracağı bildirilir. Oysa bir kez aldatan, bir daha yapacaktır. Çünkü bu insanın benliğine işleyen bir karanlık iz bırakır.

Yıkıntı hayatlara diğer örneği aslında kendini sosyal adalet savaşçısı olarak göstermeye çalışan etik, ahlaki işgüzarlardan vermek isterim. Bu da yaşanmış bir hikâye, yakın zamanda tanık olduğum bir ifşa girişimi…

Bu örnekte bir insanın kariyerini, yaşamını yıkmak için didinip duran ve kendini etik savaşçı olarak lanse eden bir avcıyı anlatmak istiyorum. Akademide yaşanan mobingler malumunuz bilinen bir gerçek. Bir insanı işinde edebilmek için onun tüm geçmişi araştırılıp herhangi bir kanıt bulunamayınca kanıt üretilir. Bu Makyevelist anlayış sadece akademide değil hemen her yerde var. Bu avcı sahte bir e-posta adresi ile kendini avı gibi tanıtıp sahte yayınlar yapmakta, evlilik ve arkadaşlık sitelerinde profiller oluşturmakta ve uzun bir süre tüm işini gücünü bırakıp avının yaşamını yıkmak için mesai harcamaktadır. Bir şekilde bu girişimleri ifşa olup niyeti ortaya çıkınca misilleme yapılacağından korkup kendine yandaş yaratmak için dedikodu ve söylentilerle avını imha etmeye çalışmıştır. Oysa garip bir tesadüf ki avı her şeyin farkındadır ve her şeyi akışına bırakmıştır. Çünkü bu durumda yapılabilecek en kötü iş kendini savunmaktır, çirkefe karşı savunmaya geçmek sizi yorar. Anonim bir Rus deyişi var: “Domuz ile güreşmek, domuza bir şey katmaz; oysa sen hem kirlenir hem yorulursun”. Oysa misilleme bakidir ve bazen ilahi adalet yerini bulur ve aslında masum olan ile suçlu olan birbirinden ayrılır. Hikayedeki avcı, başarısız oldukça daha da sertleşir. Her yolu dener, her şeyi yapar; amaç avının işinden atılmasını, zarar görmesini sağlamak ve etrafındakilere “bunu ben yaptım” diyebilmektir. Bu değersizlik, tabiri caizse lümpenliği veya köylülüğü hemen her yerde görürüz. Diğerine zarar vermek için yapılan sahte anı yaratma çabaları… Peki buradaki avcı böyle davranarak bir kişinin işine engel olup onu işsiz bıraktığında diğerlerinin onu “aferin ne iyi yaptın” diyerek öveceğini mi düşünüyor. Yoksa kendinden uzaklaşıp daha da dikkatli davranacaklarının farkında değil mi… Yani ifşacı, her durumda yalnızlaşır. Bu konuda doktora tezi yazan biri olarak söylüyorum: bir kişi hakkında bir şeyleri ifşa etmeden önce iyi düşünün çünkü ifşa ettiğiniz, dedikodusunu yaptığınız şey sizin başınıza da gelebilir ya da en kötü ihtimalle misilleme muhtemeldir…

Peki avın hiç mi suçu yok!

Hayır elbette av da avcı kadar suçlu aslında. Öncelikle av olmasını gerektiren bir yaşantı içinde olması, muhtemelen değer görmek istemesi veya kendini ifade etmek, sevilmek istemesi buna neden olmuş olabilir. Öte yandan, yaşamına renk katmak, risk almak, macera yaşamak için de böylesi bir resmin parçası olmayı gönüllüce kabul etmiş olabilir. Ayrıca av konumunda olan çıkar ilişkilerini de gözeterek sessiz kalmış da olabilir. Yani kaz geleceğini anladığı anda tavuğu feda ederek kendini öne atmış da olabilir.

Bunların hepsi aslında yalan ve itibarın ne derece hayati kavramlar olduğunu bilmemekle ilintili…

Yalanlarla bezeli bir hayat, yıkıntılar içinde yaşamak gibi. Bir kere yalan söylediğinizde bu yalanı unutmamak için harcadığınız çabayı düşünün… Oysa gerçek fazla emek istemez…

Yıkıntı yaşamlarımızı renklendirmek için sosyal medyaya giriyoruz. Temiz bir sayfa açmak, her şeye yeniden başlamak istiyoruz. Ama yalanlarla bezeli yaşamımızı bu temiz sayfaya taşıdığımızda hayatın geri kalanından ayrışmayan bir sosyal medyada buluyoruz kendimizi. Yani belleği temizlemeden yeni bir hayat kurmak imkânsız. Hele yalanlarla bezeli bir yaşam, bir de sosyal medya üzerinde ifşa ediliyorsa mutlaka birileri için yeni av alanları sunacaktır. Zaten yalana başvuran kişi, öyle veya böyle bu yalanların ifşa olacağını bilir. Bir şekilde gözden kaçıp sonsuza kadar süren yalanlar olsa da aslında hepimiz kocaman bir akvaryumun içinde yaşıyoruz ve aslında diğerlerinin bizi izlemediğini düşünüyoruz. Oysa herkes her şeyin farkında….

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları