Antik Yunan'dan bu yana insanız, öncesinde arkeolojik birer malzeme. Kemiklerimiz, toprak; tozuksak da tozutmasak da toprak olacağız. Kendimizi tozuksak da mı saklasak, tozutmasak da mı saklasak?
Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 29 Haziran 2019 23:49 - Okunma sayısı: 2.069
Antik Yunan'dan bu yana insanız, öncesinde arkeolojik birer malzeme. Kemiklerimiz, toprak; tozuksak da tozutmasak da toprak olacağız. Kendimizi tozuksak da mı saklasak, tozutmasak da mı saklasak?
Antik Yunan'la insanı biliyoruz. Dertleri ilahi, yapıp ettikleri ilahi. İnsan mitolojik bir varlık. Prometheus, ateşi çaldı, oysa çalan -bulan- insan ama öyle anlatılmış.Ateş, Tanrı'yla var, Tanrısız yok. Orta Çağ'a kadar böyle. Aydınlanma'dan sonra kahraman, şimdi insanız. Kaç bin yıl geçmiş bu evreye gelene kadar, dile kolay. Neyse ki şimdi hava durumları, rüzgâr dahi meteorolojinin işi. Tanrı’yla açıklamaya gerek yok bunları, bilimin ışığında neden-sonuç ilişkisi. Bu da eğitimin eseri.
Aydınlanma'da insan doğaya aklını soktu, metafizik sizin olsun diyerek. O günden beri, gelenek ve yenilik (biat) birbirine düşman. İkisi de birbirini kolluyor, ikisi de birbirinin zaaflarından yararlanmasını biliyor. Bizde hangisi önde? Bir o, bir bu ama daha çok metafizik. Elimize bakarsak, akıl önde; hepimizde teknolojik ürünler...
Genel görünüş peki, Pierre Loti'nin gösterdiğinden uzakta mı? Sanmam, tam bir Şark. Bedenimiz kafes arkasında değil ama düşüncemiz fazlasıyla kafes arkasında. Cemil Meriç, âmâ iken görüyordu, biz gözümüz açıkken görmüyoruz. Çünkü kendimize inanmıyoruz, gördüğümüze de inanacak değiliz ya! Tabii ki inanmayacağız, geçiştireceğiz çünkü biz söğüt- çınar altında dinlenmeyi seven ve yeniliklerin bize yavaş yavaş gelmesini isteyen bir toplumuz. Osmanlı'da Galata'dan bu tarafa yeniliklerin geçmesi bazen yüzyıllar bazen, yıllar sürmüştür (Edmondo de Amicis, İstanbul). Ortaya çıkan sonuç: çöküş.
Şimdilik çöküş denen olguyla karşı karşıya değiliz ama ondan uzaklaşıyor da değiliz. Çağdaşlığa bakış açımız Tanzimat'la aynı. Hâlâ alafranga - alaturka arasında gidip geliyoruz. Her şeyde bocalamamız bu yüzden. Oysa çağdaş hayat, her anlamda kesinlik istiyor. Dünyanın entegre olduğu sistem matematik ve algoritma, metafiziğe burada yer yok. Ama metafizik, gelenekten beslenerek hükmünü sürdürüyor. Hem de hayatımızın her alanında.
***
Bugünün Türkiye'si gelenekten, metafizikten kurtulmuş; modern eğitim verilen okulların yetiştirdiği kuşağın eseri. O kuşak, modern eğitim verilen tıbbiyede, mühendishane ve yine askeri okullarda yetişmiş. O kuşak 1880-1890 kuşağıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Kurtuluş Savaşı'nın komutanları hep bu kuşaktandır.
Her biri iyi bir şekilde bir yabancı dil bilmektedir (Fransızca-Almanca). Okuryazarlıkları edebi eserler verecek kadar iyidir. Sonrasında Atatürk (Nutuk başta olmak üzere) hepsi de özellikle anı türünde kalem oynatmışlardır. Yetiştikleri okullar, ulemanın en az etkili olduğu okullardır. Dünyayı bu okullarda tanımışlardır. Geleneği aileden, çevreden almışlardır.
Şimdi şöyle bir soru sorulabilir? Atatürk ve silah arkadaşları, Fransız modernistleri, ansiklopedistlerini okuma imkanına erişmeselerdi (Osmanlı'da diğer okullarda bu ve benzeri yazarların eserleri yasaktır.), sadece medreseden mezun olsalardı, acaba yedi düvele karşı koyabilirler miydi? Zannetmem. Bazı eylemlerin karşı tarafın eylemlerine galebe çalması için eğitim ve aydınlanmanın, diğer tarafın eğitim ve aydınlanmasından üstün olması gerekmektedir. Atatürk de Balkan Savaşlarında Bulgarların galip gelmesini, modernleşmeye (sanat - opera) bağlar. Atatürk ve Yunan komutanlar aynı dönemin ürünleridir. Birbirlerine galebe çalmaları aldıkları eğitimin kalitesi ile ilgilidir.
80-90 kuşağına bu açıdan bakacak olursak eğitim sistemimizin "kendini bil!" desturuyla hareket ettiği zaman başarıya ulaştığını görürüz. Bu destur, kendini bilmek, kendini gerçekleştirmek bağlamından koparılıp cemaat tarzına indirgendiğinde ise Lale Devri'nden başlayıp Tanzimat'la ayyuka çıkan çatışmaya varacağımız kesindir. Bu durumda da her eğitim uzmanı veya eğitimle uzaktan yakından ilgisi olan her kişi, Cevdet Paşa gibi yapının temelini (modernliği - fenni) ihmal edip tavan süslemesine giriştiğimizi söyleyip duracaktır (Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s. 133).
Bugün eğitim üzerine düşünenlerin cevaplaması gereken en büyük sorun bence budur. İnsanı metafiziğe giden (bireyselliği öldüren) bilgilerle mi donatacağız yoksa bir çağ kapatan aydınlanma ile mi?
Finlandiya, Japonya eğitim sistemi acaba ne kadar metafiziktir, bu sorunun bu ülkelerin eğitim sistemiyle de değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
03 Kasım 2024 20:23
20 Kasım 2024 20:01