NAZMİYE HAZAR
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 08 Mart 2022 19:21 - Okunma sayısı: 1.106
AHLÂK EĞİTİMİ İLE BİRLİKTE TOPLUMA YANSIYAN YAĞMACI SİSTEMLERİN ETKİLERİ
Fransız bir şair, düşünür ve yazar olan Paul Valery hak kavramını kuvvetler arasındaki aralık olarak tanımlamaktadır. Joseph Roux ise insanların nerede kuvvet görürlerse orayı hak sanmalarının yanlış olduğunu, hak ile gücün pek az birleşebildiğini belirtmektedir. Sanırım bugün dünyada yaşanılan birçok haksızlığa susturulma sebebimize ile ilişkin bugünkü makalenin güzel örnekler içerdiği düşüncesindeyim.
Kıbrıs’ın kuzeyinde Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na bağlı devlet okullarında Öğretmenler Yasası kapsamında en çok üye sayısına sahip eğitim sendikaları ile ilgili izinler ve bazı istişare durumları hakkında bilgiler yer almaktadır. Bu çerçevede devlet okullarında çalışan öğretmenleri yasa kapsamında ilkokul öğretmenlerini temsil eden Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS) , ortaokul öğretmenlerini temsil eden Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) profesyonel iki sendika olarak eğitim işlevleri ve öğretmen hakları ile ilgili de etki gücü olan iki sendikadır. Bu sendikalar dışında farklı sendikalara üye olan öğretmenler olduğu gibi herhangi bir sendikaya üye olmayan öğretmenler de bulunmaktadır. Bu bağlamda 25/85 olarak bilinen “Öğretmenler Yasası” olmadan önce adada sendika varlığının olması elbette öğretmen haklarına ilişkin bugün güncellenmesi gereken birçok ihtiyaçlar olsa da bu yasada detaylı bir biçimde öğretmenlerin kendi yasalarının olmasına da katkısı olmuştur. Öğretmenlerin haklarına ilişkin sendikaları da ilgilendiren bazı maddeler yer almaktadır. Bu maddeleri şu şekilde gruplandırabiliriz ( 25/85, Öğretmenler Yasası) :
Öğretmenler Yasası’nın Dördüncü Bölümü’nde Öğretmenlerin Çalışma Saatleri ve İzinleri adlı başlık altında 77. Maddesi olarak bilinen “ Okul Etkinlikleri, Süreleri, Öğretmenin Mesai Saatleri ve Resmi Tatiller”, 79. Maddesi olarak bilinen “ Yaz Tatili” ve 80. Madde olarak bilinen “ Mazaret İzinleri” başlığında sendikalarla ilgili açıklamalar yer almaktadır. Bunlar dışında Beşinci Bölüm olarak bilinen Disiplin Kuralları başlığı altında yer alan 87. Madde olarak bilinen “ Görevden Uzaklaştırma” ile ilgili açıklamalar ile 90. Madde olarak bilinen “ Disiplin İşlemlerinde Uyulması Gerekli İlkeler” de yer alan açıklamalar önemlidir. Bunlar dışında Öğretmenler Yasası’nın Yedinci Bölümü’nde Çeşitli Kurallar başlığı altında bulunan 92. Madde olarak bilinen “Teknik ve Yüksek Danışma Kurulu” ile ilgili maddeler dikkat çekicidir. Bununla birlikte tüm bu maddelerde yer alan özellikle sendikaları ilgilendiren kuralların temelini de oluşturan Dokuzuncu Bölüm olarak bilinen “Son Kurallar” başlığı altında yer alan 101. Madde olarak bilinen “Yetkili Sendikalar İle Protokol İmzalama” adlı maddelerde öğretmenlerin sendikal haklarını içinde barındıran önemli ifadeler yer almaktadır ( 25/1985, Öğretmenler Yasası).
Yukarıda yazılanlar ışığında eğitim işlerinden sorumlu bakanlık ile istişare eden ilköğretim kadrosunda yer alan öğretmenlerin en çok üye sayısına sahip sendikası olarak bilinen KTÖS Yüksek Öğretim Denetleme ve Akreditasyon Kurulu ( YÖDAK) binası önünde 2 Mart 2022 tarihinde akademik anlamda tüm bilim araştırmalarının adeta tehdidi hâline gelen yağmacı/ sahte/ şaibeli dergiler hakkında oldukça önemli bir basın açıklaması yapmıştır. Birçok gazete haberinde “Tanınmamışlığın bir başka yüzü: Şaibeli/yağmacı dergilerde makale yayınlatma” başlığı ile konu edinilen haber başlığı yükseköğretim kademelerindeki tüm kurum ve hocaları da ilgilendirmektedir.
Bu açıklamaya ilişkin KKTC’nin tanınmaması ile ilgili yağmacı dergi şirketlerinin isimlerini ve bilimsel olduğu iddia edilen; fakat şaibeli (prodetor) listesinde yer alan dergi listelerinin içinde yer alan ve “ https://beallslist.weebly.com/” adresinde Türkiye devleti adına YÖK (Yükseköğretim Kurulu) tarafından akademik ilerleme içinde kabul edilemez dergi listeleri için denetim sağlamakta iken yağmacı dergi listesinde yer alan (KTÖS, 2022) dergilerle ilgili çok önemli bir suç duyurusunda bulunmuştur. Sosyal medyada haber sitelerinde paylaşılan bu habere ilişkin yapılan yorumlara bakıldığında ise; adanın kuzeyinde fırsatçıların ve yağmacıların anayasa ve hukuk kurallarının var olmasına rağmen; alnının akı ile kendi emeklerinin sonucu olarak başarı kazanan insanlarla aynı kefeye konulan emek hırsızlarının ve bu emek hırsızlığına çanak tutanların denetim, takip ve ceza almaları ile ilgili istenilen bu talebin nasıl sonuçlanacağı merak uyandırmaktadır. Sendikaya karşıt olanların “ Tanınmamış devlet olma ” açıklamasına alınıp ortada ülkenin geleceğini olumsuz etkileyen bu önemli soruna sahip çıkanlara hakaret içeren yorumlar yapmak yerine tarafsız düşünebilmeleri gerekmektedir. Çünkü KKTC’ yi diğer dünya ülkelerinin tanımıyor olma sorunun nedeni aslında bu şekilde var olan sorunları örtpas edenlerin bir türlü ceza almamasına bağlı olarak toplumda aidiyet kıran, kazanılmış çaresizliği besleyen, devletine güven duyamayan insanların güven kırgınlıklarının yanı sıra ülkede beyin göçüne sebep olan sorunların su yüzüne çıkartılıp toplumsal toparlanmaya destek olmaları daha yararlı olacaktır. Bu linç kültürüne ilişkin cesaretin nedeni ise; elbette bilişim suçlarına ilişkin herhangi bir yasal yaptırım olmaması diye düşünsek de toplum olarak ahlak gelişimine ne kadar önem verdiğimiz sorusuna bu tür örneklerin çoğalması nedeniyle cevap bulabilmeliyiz artık. Toplumda sendikaların eğitim, sağlık ve ekonomik sorunlarla birlikte toplum sorunlara yönelik yapmakta oldukları açıklamalar demokrasi ile yönetilmenin getirmiş olduğu bir güç olarak değerlendirilmezse bu güçlerde yaşanılacak kayıpların toplumda kalıcı tahribatlara sebep olabileceğinin farkında mıyız? Gazete haberlerinin doğru olup olmamasına bakılmaksızın herhangi bir paylaşımı kişiye olan yakınlık sebebiyle beğenmek, sahip çıkmak ne kadar yanlışsa, toplumda var olan sorunlara sahip çıkanların bizden biri olmadığı düşüncesi ile taraf tutmak bakış açımızda sübjektif değerlendirmelerin ve objektif değerlendirmelerin de topluma yansımasıdır kim bilir? Kıbrıs’taki eğitim sendikalarının özellikle pandemi sürecinde (KTÖS) Kıbrıs Türk öğretmenler Sendikası’nın ilköğretim kademesinde yer alan öğrenci, öğretmen veli haklarına ilişkin toplum yararına olan çalışmalarının bu ön yargılı tutumları hemen silemediği gibi yapılan açıklamalara objektif bakılamama sorunun da toplumda etik, liyakat, tarafsızlık, eşitlik gibi ilkeleri de zedeler bir zemin oluşturabilir.
Bugün Türkiye’de ve dünyada da bilim insanlarını ve bilimi tehdit eden yağmacı/sahte dergi yayınlarının teknolojinin gelişmesi ile birlikte daha da arttığını belirtebiliriz. Bu sorunla ilgili Türkiye Devletinin yapmakta olduğu denetimler ve kısıtlamalar YÖK tarafından kontrol edilmesi bile zorlaşmışken; KKTC’yi bir fırsat olarak değerlendirmeleri oldukça normal gibi görünmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin birçok dünya ülkesi tarafından tanınmayan bir ülke olmasını fırsat bilenlere fırsat vermemek için yapılan bu basın açıklamasının yetkililerce gereken araştırma ve incelemelerle yapılması gerekenin en iyi şekilde yapmalarını umut etmeliyiz. Sosyal medyada bu basın açıklamasına verilen olumsuz tepkilerin temelinin de normalleştirilen ve herhangi bir ceza yaptırımı uygulanmayan liyakat ilkesine aykırı sorunların sebep olduğunu düşünebiliriz. Denetimle ilgili görevli kişilerin ya da yetkililerin duyarsız davranmasına bağlı olarak halkın da duyarsızlaştırılmış olması yağmacılara fırsat veriyordur kim bilir? Bu duruma bağlı olarak yukarıda belirtilen sorunlara bağlı olarak hak etmeden akademik ünvan sahibi olmuş kişilerin yanı sıra farklı sorunlara da soru sordurtmaktadır. 2019 yılında yenilenen terfi sınav tüzüğü kapsamında KKTC MEKB Yükselme sınavlarında terfi alanlar da dahil olmak üzere “ Terfi sınavlarına katılanların Kriter Puanlamaları ile ilgili Bilimsel yayınlardan yağmacı dergiler vasıtası ile puan almış olabilirler mi?” sorusunun cevabı nasıl düzeltilebilir? Sorusunun cevabını da merak etmeliyiz bence. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında bilimsel yayın bölümünden tam puan alan yönetici adaylarının tümünün etik açıdan bilimsel yayın kurallarına uyup uymaması dışında liyakat ilkesi açısından almış oldukları puanlara laik olarak mı bu puanları aldıkları sorusunu soran kaç eğitimcimiz olmuştur acaba? İşte bu sorunlara bağlı olarak belki de tüm sorunların cevabı etik ve liyakati bozan, ganimet kültürünü iyi bir kültürmüş gibi topluma kazandıran, yağmacıların çoğalmasının nedeni ahlak gelişimi ve ahlak eğitimi ile ilgili eğitim felsefemizle de ilişkilidir.
Eğitimle ilgili Yunanlı filozoflar olarak bilinen Sokrates, Eflatun ve Aristo’nun ahlâk ve ahlâk eğitimi adına verdikleri çaba bugün dünyanın birçok ülkesinde eğitim bilimleri alanına hâlâ daha ışık olmaktadır. Ölçülü insan modelini öne atan Sokrates’in tesiri altında kalarak Eflatun’un da tıpkı Sokrates gibi aynı yolu izleyerek iyilik bilenin iyi eylemde bulunduğuna inanılması ve kimsenin isteyerek kötülük yapmadığına inancı vardı. Bugün eğitim kurumlarında insan yetiştirmeye ilişkin dünyanın tüm ülkelerinde büyük bir servet yatırımını gerçekleştiğini hepimiz kabul etmekteyiz. Nitekim eğitim aracılığı ile bireye istendik yönde kazandırılması amaç edinilen ders planları bireyin gelecekte nasıl bir insan olacağı yönünde de bir planlamayı barındırmaktadır. Çocuğun karakter gelişimine ilişkin anne ve baba dışında öğretmenini de rol model edindiğini düşündüğümüzde bugün Aristotales’in karakter eğitimine önem veren bakış şekline tüm dünyanın daha da bir ihtiyaç duyduğunu kabul etmeliyiz. Dünyada var olan savaşlar ve suçların gelişen dünya ve teknolojik kaynakların etkisi ile karakter eğitiminin önemi ile ilgili çocuklarımız için daha da gerekli bir ihtiyaç olduğunu bizlere sergilemektedir.
Aristotales’in karakter eğitimi ile ilgili bugün eğitim kurumlarında en büyük temel ihtiyaçların temelde bir devletin kurulması ve varlığını yürütebilmesine ilişkin etik ve liyakatın temellerini sağlamlaştırıcı bir görüşü barındırdığını belirtebiliriz. Nitekim bir ülkede devleti temsil eden tüm kamu kurum ve kuruluşların temsilcileri o ülkede yaşamakta olan bireyler olup; her devleti temsil eden yurttaşların yaşadığı toplumun toplumsal değerleri kurumsal çerçevenin oluşturulmasına da etki etmektedir. Aristotales’in “Nikomakhos’a Etik” adı verilen kitabı belki de Aristotales’in etik hakkında görüşlerini en güzel anlatan bir kaynak olmaktadır. Etik kavramını âdeta politikaya giriş olarak nitelendiren Aristotales’e göre devletler iyi amaçlar için kurulmuştur ve her devletin en yüksek derecede iyiyi hedef edinmesi gerekmektedir( Aristotales, 2018). Nitekim etik de bu anlamda amaçlarında “en yüksek iyi” nin bilgisine ulaşmaya gayret eder.
Aristotales ‘in etiğinde iki değer vardır. Bunlar karakter erdemleri ve düşünce erdemleri olarak ikiye ayrılırlar. Bu iki etik değeri ayrı başlıklar altında inceleyecek olduğumuzda her birinin de kendi içinde birçok kavramı içinde barındırdığını belirtebiliriz:
1. Karakter Erdemleri: Karaker erdemleri kişinin kendi vicdanıyla ya da kendi kararları ile yapmakta olduğu davranışlar ya da alışkanlıklarının yanı sıra huylarının etkisi oluşmaktadır. Kişinin davranışlarını ya da alışkanlıklarını önemli derecede etkilemekte olan isteklerini ve tercihlerini ayırt edebilmesi kişinin neyi neden yaptığını bilmesi ve anlamlandırabilmesi bakımından çok önemlidir. İnsanın karakter erdemlerine ilişkin her tek durumda aşırılıktan kaçınma gibi bir durum söz konusu olup; ortayı bulma çabası dikkat çekicidir. Yani Aristotales’e göre iki farklı uç olan “aşırı uç korkaklık” ve “aşırı uç gözü kara” olmanın ortasını bulmak karakter erdemidir ( Molacı, 2020).
İnsanlar zaman zaman tercih ve isteklerin aynı şeyler olduğunu sanabilmektedirler. Elbette ideal olan tercih edilebilir isteklerimizin olmasıdır. Fakat yaşamda bunun her zaman mümkün olmadığına tanıklık edebilmekteyiz. Dolayısıyla tercih ve isteklerin aynı şeyleri içermediğini de belirtmekte fayda var. Çünkü tercihler isteme eylemi kadar sınırsız değildir. Yani birey kendi ile ilgili birçok şeyi isteyebilme durumunu yaşayabilirken; tercihlerinde istemenin aksine sınırlılıklara tabi olabilmektedir. Ana abaların bu iki kavramı çocuklarına sözel olarak anlatmak yerine hissettirebilir karakteristik duruşlarının olması elbette eğitime büyük katkı sağlayacak bir değerdir. Çünkü ana baba tutumlarını sosyal bir çevre olarak ilk okul ortamında yansıtan çocuk, büyüdükçe bu sosyal çevrelerin artmasına bağlı olarak rol model edindiği kişilere tercihleri ve istekleri ile birlikte kararlarında yansıtacaktır.
İnsanı eyleme iten istekleri ve tercihleridir. İnsan isteklerini yerine getirmek için gayret göstermektedir. Fakat bu isteklerin bazen bir kısmı tercihleri nedeni ile eyleme geçmeyebilir. Toplumlarda kabul edilebilir değerler çerçevesinde bazen istekler, arzular ve tercihler ile ilgili bireye baskı oluşturan durumlar istekleri eyleme dönüştürmeye engel olabilir. Ama kişinin isteme ile ilgili isteğinin varlığına engel olunmaz. Yani istekler kişinin iradesine bağlı olabilir. Bazen istek ve arzu birbirine karıştırılabilmektedir. Oysa bu iki kavram da birbirinden aslında farklı kavramlardır. İstek ile ilgili sınırlılıklar ve kısıtlamalar söz konusu iken arzu için böyle bir durum söz konusu değildir. Yani arzu duyulan şeye ilişkin sınırsızlık söz konusu olabilmektedir. Çünkü arzunun temelinde “haz”cılık yatmaktadır. İnsanoğlunun isteklerinin gerçekleşebilir istekler olması bu anlamda değerlidir. Bunlar dışında insanın kendine ilişkin yaşamında tercihleri de vardır. Nitekim tercihler ve istekler arasındaki farklılıklar hayatın her anında karşımıza çıkmaktadır. Arzu, istek ve tercih ile ilgili daha somut olması adına örnek verecekler verelim. Yaşantınızda var olan ve hoşlandığınız birisine karşı hisleriniz etkisi ile arzulama durumu ile karşı karşıya olabilirsiniz. Arzuladığınız şey zaman zaman ulaşılmaz bir istek olabilir. Bazen gerçekleşebilir bir istek de olabilir. şöyle ki; arzuladığınız kişi ile birlikte olmayı istemenize bağlı olarak o kişi ile birleşmeniz bir isteğe bağlı değil tercihe bağlıdır. Yani sizin isteğinize ilişkin bu isteği yerine getirmek için eyleme geçirdiğiniz kararınız yani tercihiniz olumlu olsa da karşı tarafın da tercihine bağlısınızdır. Nitekim insanın tercihleri her zaman istekleri ile uyumlu olmayabilir. Tercihler eylemlerimizle ilişkilidir ve tercihlerimiz de kendi içinde istekle yapılan eylemler ve istemeden yapılan eylemler olarak ikiye ayrılabilir. İnsanın istemeyerek yapmakta olduğu eylemlerini incelediğimizde bu eylemleri de iki grupta sınıflandırabiliriz ( Aristotales, 2014):
1. Zorla Yapılan Eylemler: Zorla yapılan eylemlerde kişinin bu eylemi gerçekleştirmesine sebep olan yani bu kararın başlatıcısı kendisi dışında bir başkası ya da durumdur. Kısaca yapanın bir payı olmadan gerçekleşen eylemdir.
2. Bilgisizlikten Yapılan Eylemler: Bir şeye ilişkin bilgisizlikten kaynaklanan eylemlerdir. Trafik kazası sonucu mide kanaması geçiren birinin sizden su istemesi üzerine ona su içirmeniz nedeniyle ölmesi sizin bilgisizliğinizden kaynaklanan bir eylemin sonucu olarak düşünülebilir. Bilgisizlikten ötürü yapılan eylemlerde ise iki farklı durum söz konusu olmaktadır. Bunlardan biri istemeyerek yapılan eylemler, diğeri ise isteyerek yapılmayan eylemlerdir. İstemeyerek yapılan eylem sonrasında kişi pişmanlık ile yüzleşirken, isteyerek yapılmayan eylemlerden sonra kişide herhangi bir pişmanlık söz konusu olmamaktadır.
Bir başka örnek vermek gerekirse bugün bütün dünya pandemi nedeniyle salgın bir hastalık ile mücadele etmektedir. İnsanlar Covid -19 virüsü ile ilgili yaşamış oldukları olumsuz süreçlerden ötürü bu sürecin bitmesini özellikle kendi yaşamlarını tehdit eden bir virüs olmasından ötürü isteyebilirler. Fakat bunu tercih edemezler. Aristotales bu duruma ilişkin “Ev yapa yapa mimar, kitara çala çala kitaracı oluruz; tıpkı böyle, adil eylemler yaparak adil oluruz, hazda ölçülü eylemler yaparak hazda ölçülü oluruz. ”diyerek karakter erdemline örnek vermiştir.
Aristotales karakter erdemine ilişkin orta yolu bulmanın karakter erdemi olabileceğinden bahsetmektedir. Aristotales’in düşüncesine göre kişinin her durumda davranışlarına neden olan yukarıda da belirttiğimiz üzere iki farklı aşırı uç durumu vardır. Dolayısıyla kişinin her durumda bu iki uçtan ayrı orta yolu bulması gerekmektedir. Kişinin herhangi bir duruma ilişkin aşırı bir uç özelliği olan “korkaklık” veya bir başka uç olarak “gözü kara olmak” durumunun aksine bu iki uç durumun ortası olan “cesaret” inin olması daha makuldür. Nitekim Aristoteles’e göre “korkaklık” veya “gözü kara olmak” durumu “ahmaklık” olarak da değerlendirilmektedir ( Aristotales, 2014).
2. Düşünce Erdemleri: Düşünce erdemleri karakter eylemlerinden ayıran temel özellik başta alışkanlık ve huyların aksine kişiye eğitim yoluyla kazandırılan eylemleri ifade ediyor olmasıdır. Nitekim karakter erdemlerinde orta yol bulma gibi bir durum söz konusu olurken; düşünce erdemlerinde uç olma durumu söz konusudur. Örnek vermek gerekirse; herhangi bir konuya ilişkin bilgili olunması bir düşünce erdemidir. Nitekim bir konuya ilişkin ne kadar çok bilgili olursanız o kadar çok düşünce erdeminiz gelişmektedir. Yani bilgili olmakla ilgili orta noktada olmanız değil de; uç noktada ya da uç noktaya yakın olmanız gereklidir. Düşünce erdemi ile ilgili iki ana yeti ön plana çıkmaktadır. Bunlar akıl ve aklıbaşındalıktır. Her birini konu başlığı atarak tanımladığımızda ise aşağıdaki şekilde tanımlamalar yapabiliriz ( Aristotales, 2014):
1. Akıl ( nous): Kişinin yapacak olduğu eylemelerle ilgili ilkleri ona gösteren özelliklerdir.
2. Aklıbaşındalık ( phronesis): kişinin kendisi için neleri iyi yapması gerektiği hususundan doğru düşünebilmesi demektir. Aklıbaşında kişiler neleri doğru yapması gerektiğini bildiği gibi bu yapmak istediklerini nasıl gerçekleştireceğini de doğru bilen kişiler olup erdemli kişiler olarak yaşam sürerler.
İnsanın aklıbaşında olup iyi bir erdemde olması ya da aklı başında olup; karakter erdeminden bağımsız olarak aklıbaşında olması mümkün değildir. Nitekim kişinin tercih yapmakla ilgili aklıbaşındalığının yerinde olması oldukça önemlidir ( Aristotales, 2014). Bu çerçevede ahlak eğitiminin okul çatısı ile sınırlandırılmaması ve meninin bir toplumun uyumlu bir biçimde bir arada yaşamasına önemli derecede etki ettiğini yetişkinler ve çocuklar farklı biçimde anlamlandırmaktadırlar. Ahlak eğitimi temelleri yukarıdakideğerler bütününde aile ve eğitim kurumları aracılığı ile gelişmiş bir birey toplumda yaşanılan ahlak dışı olaylara farklı bir bakış açısı ile bakarken; bu bakış açısı ile toplumda süreçleri henüz anlamlandırmayanlara da rol model olabilmektedirler. Bu rol model alanının içinde en yoğun çocuklar ve gençler yer almaktadır. bu nedenle ahlak gelişimin bir esinti gibi herkesi etkileyebilir bir gücü olduğunu bilmemizde fayda vardır. Dolayısıyla bu değerlerin özellikle devleti temsil eden kurum ve kuruluşlarca profesyonel biçimde yansıtması eğitimin informal boyutu ile ele alındığında oldukça önemlidir.
Dini değerler ve insani değerler ile beslenen etik ve liyakat farklı milletlere ve farklı dinlere mensup olan toplumların bir araya gelme sürecinde de toplumu huzur ve bütünlük içinde birbirine bağlayabilir bir güce sahiptir. Kamu yönetimi ile ilgili adanın kuzeyinde de Türkiye’de olduğu gibi yağma sistemlerin artışına ilişkin sosyal medyada şikayet ve rahatsızlıkların dile getirilmesine tanıklık edebilmekteyiz. Bu çerçevede Türkiye’de şikayet birimlerinin olması ile ilgili özellikle denetim ile ilgili Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi ( CİMER)’in önemli bir merkez olduğunu belirtebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası tarafından güvence altına alınan kişinin dilekçe hakkı ve bilgi edinme hakkının kullanımını kolaylaştırmak amacıyla oluşturulan bir halkla ilişkiler hizmeti olan CİMER; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığının sorumluluğunda yürütülmektedir. Nitekim CİMER’e yapılan başvurular yalnızca yetkilendirilmiş kamu personeli tarafından erişim sağlamaktadır. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti devleti adına özellikle yağma hizmetlere bir denetim mekanizması da sağlayabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde CİMER’in kapsamına girmeyen kurumları olduğu gibi CİMER’in kapsamında olan kurum ve kuruluşlar aşağıdaki gibidir ( Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkanlığı, 2022):
* Cumhurbaşkanlığı Merkez Teşkilatı
*Cumhurbaşkanlığı Ofisleri, Kurullar ve Bağlı Başkanlıklar
* Bakanlıklar
* Valilikler ve Kaymakamlıklar
* Cumhuriyet Başsavcılıkları
* Üniversiteler
*Bağlı İlgili ve İlişkili Kurum ve Kuruluşlar
*Belediyeler (Büyükşehir, İl ve İlçe Belediyeleri)
* İl Özel İdareleri
Görüldüğü üzere birçok kurum ve kuruluşa ilişkin Türkiye’de kurumlardan bağımsız bir merkezin olması kurum içi denetlemeyi sürekli disiplin içinde olmaya iten bir baskı unsuru olmanın yanı sıra iç denetim ve dış denetim organlarının disiplinler arası bir işleyişte olduğunu da bizlere yansıtmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nde ise vatandaş olarak hizmet almakta olduğunuz birçok devlet kamu ve kuruluşunda herhangi bir şikayet, sorun ya da herhangi bir talep, öneri gibi bir dilekçeyi ilgili kurum ve kuruluşa iletmenizle ilgili işletme yönetimi, kamu yönetimi veya eğitim yönetimi alanında Klasik Yönetim Teorilerinde sıklıkla duyduğumuz 20. Yy’ın başlarında ortaya çıkan Karl Emil Maximillian Weber’in Bürokrasi Modeli’nin 21. Yy.’da mevcut olan örneğini canlı canlı hayatta yaşatan örneklerini görebilirsiniz. Yasal anlamda haklarınız yazılı olarak var olmaktadır fakat bu kurallara ilişkin vatandaşın özellikle haksızlık, itiraz, şikayet, ya da talepleri ile ilgili bürokratik yapının vatandaşı en son canınızdan bezdiren örneklerini defalarca yaşayabilirsiniz. İşler hem ağır ilerlemektedir hem de 21.yy’da insanlığın zamanla yarıştığı bir çağda 20.yy. hizmetleri ile çatışma sorunu kişiyi huzursuz edebilmektedir. Kişiye göre muameleler, adam kayırma, ayrımcılık, ihmal, ayrıcalık gibi konular personele kendi alanı ve hizmet sağladığı görev yasası ile belirtilse de halk dilinde adeta kamu kurum ve kuruluşlarına etiket olmuş lekeler kimi zaman sosyal medyaya, kimi zaman gazete gündemlerine ve çoğunlukla halk iletişiminde kulaktan kulağa aktarımlarla ne yazık ki KKTC devletini temsil eden kurum ve kuruluşların vatandaşa güvensizlik algısı deneyim, tecrübe ve en tehlikeli boyutuyla önyargıyı besleyen algı tutumları ile yurttaşların vatandaşlık aidiyeti ile ilgili bütünlük ve güven duygusunu zedeleyen bir sorun olarak hayatımızla var olan bir sorundur. Bu sorunların aşılması ile ilgili zaman zaman kamu çalışanlarının haksız yere itibar sarsıcı durumlarla da karşılaşma sorunlarının personel için iş yerinde yabancılaşma ve aidiyet sorunun beslenmesine de yol açmaktadır. Bu bağlamda hem hizmet eden hem de hizmet alan iki tarafta da temelde temsil ettiği devlete güven, inanç, ve sahip çıkma- koruma gibi aidiyet yoksunluklarının yanı sıra motivasyonu olumsuz etkileyen başarısızlık, mutsuzluk, motivasyon düşüklüğü, güven kırıklığı ve yalnızlaşmayı da beraberinde yaşayabilmektedir. Günün sonunda hakların korunması ile ilgili vatandaşa güven vermeyen, vatandaşın serzenişlerine tatminkâr cevaplar üretmeyen, vatandaşın dikkate alındığını vatandaşa hissettirmeyen kurumlar ile ilgili kişi demokratik bir devlet olma gücüyle yasal haklar çerçevesinde mahkeme koridorlarında hak mücadelesi vermek zorunda kalabilmektedir. Bu bağlamda son yıllarda mahkeme masraflarının yüksek meblağlar içermesi, vatandaşların ekonomik kriz nedeni ile avukat ve mahkeme masraflarını karşılayamaz durumda olmaları var olan haksızlığa ilişkin geri çekilme sorununu da beraberinde getirebilmektedir. Bunlar dışında ise terfi ya da önemli münhallerle ilgili sınavlar olmadan önce kimlerin nereye yerleşeceği halk dilinde siyasi partilerce bilinip parti temsicilerince dillendirilirken, günün sonunda formalite icabı işe göre adam değil de; adama göre iş imkânlarının sağlanması sonucu onur ve gururları kırılan başarılı insanların günün “Tükenmişlik Sendromu” ile mesleklerini yürütme ile çaresizleşmesi belki de bu haksızlıklardır. Elbette bunlarla da sınırlı kalmayıp; haksızlığa uğrayan değerli insanların devleti temsil edecek donanım ve becerileri hiçe sayılırcasına tehdit ya da mobbinge maruz kaldıklarına da şahitlik edebilirsiniz. Hatta bir takım kitlelerce görmezden gelme, ısrarcı ihmâllere tabi tutulma, bir takım görev ve ortamların kişinin elinden alınarak mahrum bırakılması, başarısının engellenmesi adına ortam kısıtlamaları gibi durumlar haksızlığa maruz kalanın hak talebinin ardından iş yerindeki arkadaşları, sosyal çevresi, komşuları, ailesinin de tanık ettiği süreçlerdir. Bu süreçlerde toplumda bu olaylara tanık olanlara “korku”, “sindirme”, “ güç”, “demokrasi” ve “adalet” politikaları farklı şekillerde yaşam bulur. Bu bağlamda devlet kurumlarında siyasi atamalar yapılırken; özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında yağmacılıktan uzak durulmalıdır. Yağmacılığın hakim olduğu kurum ya da kuruluşlarda kişiye özel muamelerle hak etmediği hâlde makam koltuğu laik görülürse; bu makamlara yerleştirilen özellikle yöneticilerin kurumu tüm işlevlerini olumsuz yönde etkileyebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Hak etmeden siyasi atamalarla görev almayı kabul eden kişiler bu göreve kendilerini laik görseler de yönetici olarak temsili oldukları kuruma ilişkin konumlarında etkili lider ya da yönetici pozisyonunda olamadıkları hâlde kurum içerisinde çatışmalar, krizler ve işlevlerin akışında aksaklıklara neden olan kaynak konumunda olabilmektedirler. Bu nedenle mesleki deneyim, tecrübe, eğitim durumları dışında alan uzmanlığının yanı sıra ilgili yere talip olan kişiler arasında çağdaş dünyaya uyumlu nitelikleri barındıran bir sınav sisteminin tarafsız bir kurumca değerlendirilmesi sonucu kurumlara daha yararlı olacaktır. Ancak bu tarafsız kurumun da temsilcilerinin aynı nitelikte görevlerini yürütmekte olduklarından da emin olmak önelidir. Bunun aksi bir durum olması hâlinde yağmacılık engellenmediği gibi, kurumları temsil eden bu kişilerin kurumsal anlamda kurumun nitelikleri, amaçları ve hedeflerini gerçekleştirme boyutunda yeterli olmaması hem devlet adına hem de kurumlar adına itibar sarsıcı olabilmektedir. Bu çerçevede asırlar önce Yunanlı filozof Aristotales’in devlet ile ilgili verdiği tanımlar ve beklentiler sanırım bizim hangi yüzyılda olduğumuzu değil; hangi yüzyılda yaşadığımızı da sorgulamamıza bir kaynak olabilir. İşte bu yüzden neden ahlâk eğitimi, karakter eğitimi ve yağma kamu sektörünü yok edebilecek güçlere ihtiyacımız vardır.
Tarihsel anlamda kamu sektöründe yağmacılığın başlangıcı Amerika Birleşik Devletleri ( ABD ) olarak görülmektedir ( Karaca, 2012). ABD’nde siyasi anlamda politikacı olarak Jackson döneminde “Ganimetler muzaffer olanlara” sloganı ile 19. yy.’da ABD’nin siyasete önemli bir etki eden bu sloganın kamusal alanlara etkisi de birçok soruna neden oluşturacak biçimde süregelmiştir. Ganimetler Sistemi ilk olarak Amerika’da Andrew Jackson’ın seçimleri kazanmasıyla ortaya çıkmıştır. 1828 Yılında başkan olarak seçilen General Andrew Jakson başkanlığı kazandığı gün dostlarını ödüllendireceği ve düşmanlarını cezalandıracağı yönünde yağmış olduğu açıklaması üzerine ülkede ilginç kargaşalar ortaya çıkmıştır. Nitekim Jackson’ın başkan seçilmesinin hemen ardından bu açıklamayı fırsat bilen fırsatçılar yetenek ve eğitim düzeylerine bakılmaksızın Washington’e gelmişler ve hak etmedikleri özelliklere rağmen görev almışlardır. Bu durum sebebi ile birçok memur görevden alınmış ve işlerinden de olmuştur. Ganimetler Sistemi’nin kamuda yarattığı olumsuzluklar nedeni ile zamanla bu olumsuzlukların giderilmesi için 1883 yılında George H. Pendleton tarafından “ Pendlaton Kanunu” adlı bir kanun kamu görevlileri kanunu olarak kabul edilmiştir ( Karaca, 2012). Böylelikle 50 yıldan fazla bir ülkede etkisini zararları ile gösteren “Ganimetler Sistemi” yerine “Liyakat Sistemi” ne geçilebilmiştir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde başladığını sandığımız yağma kamu sektörüne ilişkin Türk tarihine bakacak olduğumuzda Türk Tarihinde Osmanlı Devleti’nin yedinci padişahı olarak da bilinen Fatih Sultan Mehmet’in Gebze’de 1481 yılında ölümü ile birlikte Osmanlı Devleti adına fırsatçılara gün doğmuştur. Nitekim konu ile ilişkili olarak toplumda olumsuz izleri ile bilinmekte olan “ Yağmacı Hasan böreği” diye kullanılan deyimin hikâyesini dinlediğimizde bizim de toplum yaralarımızda bazı olumsuz izlerin olduğunu görmekteyiz.
Halk dilinde “Yağmacı Hasan böreği” deyimi “hakkı olan ya da olmayanın kaynağı” olarak tanımlanmaktadır. Nitekim bu deyim “bir hakkın kazanımına ilişkin hakkı olanın da hakkı olmayanın da o haktan faydalandığı yani istifade ettiği sahipsiz ve hiç kimsenin korumadığı olan mal mülk kaynağı” olarak da tanımlanabilmektedir. Bu deyimin hikâyesine baktığımızda ise; Fatih Sultan Mehmet’in 1481 yılında ölümünden hemen sonra İstanbul’da özelikle fırsatçı asi yeniçerilerin dağılması ile birlikte kimsenin kendi canından ve malından emin olamamaları nedeniyle birçok sıkıntının ortaya çıkması ile yüzleşilmiştir. Yani az önce ABD ile ilgili Başkan Andrew Jackson’ın “ Ganimetler muzaffer olanlarındır” sloganından bir asırdan fazla bir zaman geçmiş derken bizim kendi tarihimizde de Türk kamu yönetimine önemli etkileri olan toplum içinde olumsuz izler ile anılan sözlerimizin ve hikâyelerimizin asırlar öncesinden bugünlere taşınabildiğini bilmekteyiz. Yağmacı Hasan böreği ile ilgili hikâyede özellikle Sadrazam Karamani Mehmet Paşa’yı Yağmacı yeniçerilerin parçalayıp konağını yağmalamaları ve daha sonra da şehirdeki zenginlerin konaklarına saldırıp bu konakları talan etmeleri tarihi anlamda önemli bir hadisedir. Şöyle ki; yağmacıların halkın içinde zengin azınlıkların oturdukları semtlere akın ederek orada da zorbaca bölgeleri yağmalamışlardır. Bu esnada içlerinde yeniçeri olan yeniçeri Hasan’ın işletmekte olduğu börekçi dükkanı da yağmacı yeniçerilerce yağmalanmıştır. Bu esnada yeniçerilerin işin aslını öğrenmesi üzerine “ Oldu bir kere, Yağma Hasan’ın böreğidir” diyerek börekleri yemeye devam ederler. Nitekim bu deyime konu olan ünlü börekçi olan Yağma Hasan İkinci Dünya Harbi’nin gerçekleştiği yıllarda ekmeğin artık karne ile satılmasının gerekli olması şartından ötürü fırıncıları zora sokması ve birçok fırıncının işini bırakmasına sebep olan bu şartla ilgili halk tarafından yeniden anılmıştır. Karaköy’de işini bırakmayan börekçi Hasan adında bir fırıncı beğenmediği börekleri sokağa döküverir. Nitekim orada böreklerin kapış kapış vatandaş tarafından sokaktan alındığı esnada Börekçi Hasan “Yağmacı Hasan” olarak anılıverir. Bu deyimin “Kızını dövmeyen dizini döver” , “ “Saçı uzun aklı kısa”, “ Kız evde olsa da elden sayılır”, “ Kızı kendi gönlüne bırakırsak ya davulcuya kaçar ya zurnacıya”, “ Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” gibi toplumda kadın algısı ile ilgili hâlâ daha dil kültüründe kadının değerine ilişkin geçmişteki durumunu ve bugüne etkilerini yazılı kaynaklardan silinmiş olan ifadeleri de olsa kültür aktarımı nesilden nesle aktarılmaya devam etmektedir. Bu nedenle toplumda muhafazakar ve tutucu düşünceler gibi yanlış olan değerlerin silinmesi de kısa bir zaman alamayacaktır. Kuşaktan kuşağa aktarımlar ile ilgili bir hikâyenin anlatımından daha etkin olan özlü sözlerin seçimi bu bakımdan çok önemlidir. Tarihten bugüne taşınan özlü sözler, atasözleri ve deyimlerin toplum değerlerini nasıl yansıttığını hissetmek ve hissetmemek de bir kültürdür.
Aynı durumu iş ilişkilerinde ve kurum işlevlerinde akraba ve adam kayırma olarak tanımlanan nepotizmin neredeyse tüm kamu işletmelerinde kültür edinildiğine tanıklık edebilmekteyiz. Yaşanılan onca sorun ve olayı da ne yazık ki işimize geldiği gibi çözmeye çalışma çabamız bile yasaların varlığı ile ilgili toplumu huzursuz ettiğini görmezden bile gelebilmekteyiz. Bir bakıma toplumsal yozlaşıyı besleyen bu sorunlar kurumların işlevlerini de olumsuz etkilediği için kurumların işlevselliği de değer kaybetmektedir. Yozlaşma kültürünün hakim olduğu kurumlarda dürüst kişiliği olan personellere itibar edilmediğini, bu sorundan ötürü dürüst kişilerin de zamanla sadece kendi kariyer menfaat ve çıkarlarını düşündüğü görülebilmektedir. Hatta yozlaşma kültürünün hakim olduğu kurumlarda etik değerler yerine kişisel başarı ve kişisel menfaatlerin hakim olması, liyakat ilkesinin çiğnenmesi, çıkarcı ve fırsatçı insanların ilkesiz bir biçimde hakimiyet kurma gücünün artması gibi sorunların olabildiğini de belirtebiliriz. Etik ve liyakati hiçe saymanın cesareti sadece kültür müdür? Elbette yasal çerçevede kurumsal işlevlerin başarı durumuna ilişkin denetim mercilerinin gereken görevlerini yerine getirmemeleri ya da gereken donanıma sahip olamaması da denetim boşluğuna sebep olmaktadır. Toplumun ahlak gelişimi ile ilgili olarak deta ayna görevini üstlenen kurum işlevleri bizlere çok ciddi uyarılar vermektedirler. Ahlak eğitimi ihtiyaçlarının aslında toplum içinde yansıyan her olay ve durumda tanıkları olmaktayız. Ancak bu sorunlara ilişkin caydırıcı cezaların olmaması ve birtakım yanlışların normalleştirilmesi bu bozuklukların artması yönünde hem kurumsal başarıya hem de toplum kültürüne zarar vermektedir. Eğitim sisteminde hâlâ daha çağdaşlaşma ile ilgili insanın beşeri değerlerini dile getiren ve bu beşeri değerleri yazıya döken araştırmacılar çok sayıda olsa da bu araştırmaların hayata geçirilme durumunu sorgulamamamızda fayda vardır. Oysa sosyal hayat ve sosyal öğrenme sürecinde çocuğun aile ve toplumun yanı sıra ekranların gücüne teslim edilmesi yağmacı hasan böreğinin hikâyelerine benzer hikâyelerin artmasına sebep olabilmektedir. Nitekim Aristotales’in etik değerlerinde yer alan karakter tehditleri ihmâl etmemiz anlamında iken hâlâ daha eğitimde eleştirel düşünce ve felsefe ile ilgili sorunlar yaşıyoruz. Eğitimde felsefe derslerinin arttırılması ile ilgili birçok eğitimci Türkiye’de değişen eğitimi eleştirirken eğitimin felsefe kazandıran boyutlarının daha önemli olduğunu ihmâl etmektedir. Yani çocuklara felsefik düşünce kazandırabilme becerilerinin aslında tüm derslerin işleyiş ve içeriğinde hatta toplum yaşantısında yer alması gerekmektedir. Bu da aslında öncelikle bireyden başlayan ve bireyden topluma yansıyan bir değerdir.
Toplumun içinde yer alan toplum değerlerinde toplumlar acı veren bir değeri bile yüceltebilirler. “ Yağmacı Hasan Böreği” gibi hakkı olmadığı yere talip olduğu gibi hakkı olanın hakkına el uzatmaya cesaret bulanların olabileceğine tanıklık etmemizin bir diğer nedeni bazen kültürle de ilişkilendirilebilir. Devletler bürokratik anlamda devlet çıkarlarını esas edinmeyen kendi kişisel menfaatleri ile devleti temsil eden bürokratlar, siyasiler ve yöneticilerin temsiliyetlerinin ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz. Nitekim Kıbrıs Türk halkı kendi kurmuş olduğu devleti kendi değerleri ile yaşatma çabasında iken; birçok yanlış öğrenilen deneyimlerin ya da tecrübesizliklerin sonuçları ile de yüzleşmektedir zaman zaman. Nitekim bu sorunları ifade şekline bakıldığında ise toplumun büyük bir yoğunluğunun sadece şikayet ederek yol amaya çabalamakta olduğunu da gözlemleyebilmektesiniz. Peki, insanların bireysel sorunlarında sorunu tanımlama becerileri kadar toplum sorunlarında sorunu tanımlamak görevi kime düşmektedir? Kıbrıslı Türkler yönetim becerisi kazanımına ilişkin kurumsal anlamda personellerine ne şekilde çözümler üretmektedirler? Birçok farklı demokrasi tutumu, farklı devlet politikası ve farklı medeniyetlerin yanı sıra farklı milletlere de konukevi olan Kıbrıs ile ilgili siyasi sorunlar hâlâ daha devam ederken; diğer taraftan da kendi kendini yönetmeye çabalayan ve tüm dünyaya var olduklarını göstermeye çabalayan Kıbrıs Türk toplumunu görebilmekteyiz. Ancak özgeçmişinde farklı milletlerle bir arada yaşamının yanı sıra farklı demokrasi ve devlet yönetimlerinin izlerini kuşaktan kuşağa kültürel değerleri ile hâlâ daha barındırmakta olduğunu bazen unutur gibiyiz. Nitekim bugün aynı coğrafyada farklı iki devletin ve farklı iki siyasi idarenin varlığı bir gerçek olmasına rağmen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilgili uluslararası anlamda dünya ülkelerinin birçoğu tarafından tanınmamama sorununun ülkeye daha farklı sorunları da kattığını kabul etmeliyiz. Özellikle dünyanın bugün suçlu olarak kabul ettiği yağmacılara ve yağmacı sektörlere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin fırsat kapısı olması ada huzurunun yanı sıra tanınmaya ilişkin de büyük bir tehdit unsuru yaratmaktadır. Böyle bir tehdidin var olduğu bir yapıda başta devletin tüm kamu kurum ve kuruluşlarının liyakata önem vermesi daha da bir önem arz etmektedir. Bugün özel mülkiyet haklarına ilişkin 1974 sonrası yaşanılan savaş sonucunda adanın kuzeyinde Rum halkına ait birçok konut ve binanın asıl sahibin kim olduğu sorusuna uluslararası cevap verebilir bir pozisyonda olamama sebeplerimiz içinde Kıbrıs Türk toplumu olarak güneyden kuzeye göç eden halk arasında hak etmeden mal varlığı edinip övünenlerin yanı sıra Adaya 1974 sonrası Türkiye’den gelen göçmenlerin de kendilerine verilen toprak ve arsaları ile birlikte evlerini satarak adayı terk etmelerine tanık olan halkın tüm bu yanlışlara KKTC Devletinin hiçbir yaptırım yapmaması durumunun bir getirisidir. Her ne olursa olsun adaya çalışma amacıyla ve ülkeyi kalkındırmak amacı ile gelen Türkiye göçmenleri ile ilgili herhangi bir entegrasyon politikası ya da ada iklimine ve yaşam biçimine uygun olan kişilerin belirlenip gelmesine ilişkin dönemin koşulları savaş ardından plansız olarak karar vermiş olsa da devlet kurulduktan sonra bir kısmı adada yaşama uyum sağlayamayıp yeniden Türkiye’ye gideceklerinde KKTC devleti tarafından kendilerine verilen her şeyi satıp adayı terk ettikleri yönünde halk dilinde söylenti haline gelen bu söylemler aradan oldukça fazla zaman geçmesine rağmen hala daha kulaktan kulağa ifade edilmektedir. Belki de eğitimde Mimar Sinan olmak ile ilgili Mimar Sinan’ın “Eğri Minare” adlı hikâyesindeki tavrını öğretmenlerin eğitimde Mimar Sinan gibi davranmaları ile güçlendirebilir. Hatta her eğitimcinin Osmanlı Döneminde İslam Medeniyeti’nin yetiştirdiği aklı ve zikrinin yanı sıra ölümcül hastalıklara bulduğu şifalardan ötürü kendini hayran bırakan İbn-i Sina’nın “Uçan Adam Deneyi” gibi “Kuzu Deneyi” ni bir ilke edinmeleri gerekmektedir. Toplumsal ahlakta insan toplumun bedeni gibidir, ahlak ise o insanların tarihe değer kattıkları yaşam izleridir. Bu anlamda bu benzeşim çerçevesi içinde toplumda sindirmeye sebep olan sorunların eğitimciler başta olmak üzere mesleklerinin fıtratlarında yaşatmaları çok önemlidir. Sivil toplum örgütlerinin kamu kurum ve kuruluşlarını harekete geçirmekle ilgili sürükleyici etkisi olabilmektedir. Bu bağlamda derneklerin de kişisel menfaatlerden arınarak toplum menfaatlerini düşünerek organizasyonlar düzenlemesi çok önemlidir. Teknolojinin hızına yetişmekte zorlandığımız 21.yy.’da öğretmen öğretmeyi bilmezse, pilot pilotluğunu yapamzsa, şoför arabasını süremezse, cerrah cerrahlığını yapamasa kazalar olmaz mı? Bu nedenle İnsan yetiştirme işi kazaya mahâl veremeyecek kadar hassasiyet yüklü bir görevdir. Yani insan yetiştirme düzeninde bu yatırım için oluşturulan politikalar ve değerler bir neslin kaderini belirleyen önemli bir unsurdur. Bu nedenle eğitim felsefemizde biz yetişkinlerin kurduğu düzenlemeler nedeniyle kalıntılarını düzeltmelerini umduğumuz çocuklarımıza onların hiç etkilenmeden henüz bazı değerleri kaybetmeden toplumda bozulan değerleri eleştirme, düzeltme, sorgulama ve yanlış olanı nasıl düzeltebiliriz?” sorularına yanıt verebilmelerine fırsatlar sunmalıyız. Eğitim kurumlarında artık çocuk merkezli ARGE birimlerinin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Böylelikle devlet politikalarında devleti temsil eden siyasetçiler gelecekte bu nitelikleri özümsemiş kişiler olarak halka öncülük edecektirler. Bugün bu sorunları ortadan kaldırabilmek için sorunları açık sözlü bir biçimde ifade eden insanların susturulmasına ilişkin yaşanılanların nedeni de ahlâk gelişimi ile ilgili hedeflenilen değerleri bozan yağmacıların kültürümüzde var olan değerleri yozlaştırması değil midir? Dolayısıyla “Toplumun yanlışları dile getiren serzenişlerine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti olarak yasal mevzuata bağlı ne gibi yaptırım ve cezalarla toplumu yatıştırdık?” Sorusu kadar bugün adada Kıbrıslı Türklerin garantörlüğünü yürütmekte olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de bu sorunlara ilişkin destek politikalarının var olup olmadığı sorusunun cevabını da merak etmemiz gerekmektedir. Çünkü adada yıllardır dil ve ifade kültürü ile ilgili anadili ortak olan farklı mizaçları kendinde barındıran dil kültürü ve kavram ve kodların farklılığı nedeniyle algısal çatışmalar devam etmektedir. Bu çerçevede Türkiye halkının Kıbrıslı Türklerin arasında anlaşılma sorununun temelinde yatan sorunları toplumbilimciler doğru gözlem ve eylem araştırmaları ile çözebilmesi için de açık ve net ifadelerle bilimsel araştırmalarda sorunların dile getirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde her geçen gün artan nüfus ve kültür farklılıklarının ortak dil içinde farklı algılama sorunun da üzerinde anlaşılmama sorunlarını arttırır ise toplumda farklı huzursuzluklar olabilir.
Kamu sektörü içinde etik ve liyakat ile ilgili gerek Türkiye’de gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bir takım sorunların kaos etkisi yarattığının farkında olmalıyız. Tarihin her döneminde devletler etik ve liyakata önem vermiştirler. ABD, Fransa, İngiltere, İtalya ve daha pekçok ülkede kişinin mal varlığı ya da serveti ile ilgili artış durumu olması hâlinde devlete vergi verip vermediği devlet tarafından sorgulanmaktadır. “Nerden buldun yasası” günümüz şartlarında özellikle kara para aklama ve çeşitli şebeklerin uluslararası anlamda bazı ülkeleri hedef alması bugün Türkiye’de bu konuya ilişkin sorunlar topluma olumsuz şekilde yansıtırken; aynı yasanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletinde olmaması ne gibi sorunlara neden olabilir? Birçok ülke tarafından tanınmayan ve korsan bir ülke olarak değerlendirilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti ne yazık ki denetim eksiklikleri ve yasal boşluklar nedeniyle fırsatçılara kapı açan bir merkez olarak hedef alınma sorunu ile farklı suçların her geçen gün artışı ile yüzleşmektedir. Bu bağlamda adanın kuzeyinde seçim dönemlerinde gündem yaratan “ Nerden buldun yasası” her dönem politikacıların bu yasayı yürürlüğe geçirme konusunu ele alsa da bu yasanın yürürlüğe girmesi ile ilgili herhangi bir şey yapılamaması aslında sorun olarak tanımladığımız sorunların nedenlerinden biri oluveriyor. Oysa başta toplumsal yapıya sorumluluk bilincini destekleyecek olan bu tür yasalar toplumdaki bireylerinin çalışmakta oldukları iş yerleri ve kamu sektörünü de içine alabilecek bir değişimi beraberinde getirebilir. Adanın kuzeyinde her geçen gün değişmekte olan demografik yapıya bakıldığında bir taraftan ekonomik anlamda daha refah bir hayat için adaya göç eden bir nüfus akımı hızla artmaktadır. Diğer taraftan resmi anlamda öğrenci olarak görülen farklı dünya ülkelerinden adaya eğitim almak amacıyla üniversitelerimiz aracılığı ile giriş yaptıklarını bilmekteyiz. Ancak öğrenci olarak gelen ve kaçak olarak çalışan bu gençlerin üniversiteye başlama yaş ortalamasının normalin üzerinde olduğunu görebilirsiniz. Hatta bu gençlerin fakir Afrika ülkelerinden gelmelerine rağmen; altlarında son model spor arabaların olması toplumda “Fakir ama nasıl zengin?” sorusunu düşündüren bir başka sorun olarak değerlendirilebilir. Kamusal anlamda yasal boşlukların yanı sıra uluslararası diplomasi bakımından tanınmayan bir cumhuriyet olmamıza rağmen dünyanın birçok ülkesinden yabancı uyruklu gençler Kıbrıs’a geliyor. Bu gençlerin her geçen gün artış gösteren bir oranda neden geldikleri sorusunun altında sadece eğitim olmadığını sadece bu gençlerin kaçak çalıştırıldığı iş yerlerindeki hallerini görerek neden burada olduklarını yorumlayabilirsiniz. Öğrenci sıfatıyla birçoğunun orta yaş düzeyinde anne- baba olarak lisans eğitimi almak amacıyla Kıbrıs’a geliyor olmalarının sebepleri de araştırılmalıdır. Kıbrıs’ın kuzeyindeki üniversitelerin çıkarcı kesimlerce ve burada kaçak işçi çalıştıran işletme sahiplerince istismar edilme gibi bir durumla karşı karşıya kalması sanırım sadece üniversiteleri ilgilendiren bir sorun olarak değerlendirilmemelidir. Bu gençlerin bir kısmının adaya giriş yapmalarının sadece öğrenim amacı içermediğini yaşadıkları yoksulluk, mağdur olduklarına dair haberler, hırsızlık, fuhuş, uyuşturucu, kumar, dolandırıcılık, cinayet vb. haber başlıklarında konu edinilmeleri Kıbrıs Türk toplumunu huzursuz etmektedir. Bu gençlerin ani ölüm haberleri toplumu ürperten yanları yabancı uyruklu öğrencilere karşı şüphe uyandırıcı ve güven kaybına sebep olan bir sorun olarak da değerlendirilmelidir. Bu bağlamda KKTC devletinin başta kendi içinde vatandaşların uyması gereken yasaları hayata geçirebilme durumunu değerlendirmesi gerekmektedir. Hatta hukuksal anlamda ülkeye giriş kuralları ve kararları ile ilgili ülke menfaatlerini esas alarak toplum huzuru ve toplum değerlerini bozmayacak ilkeleri yeniden dönüştürmesi gerekmektedir. Etik, liyakat ve ahlaki değerlerle birlikte toplumsal değerler ve kültürel değerleri de dikkate alarak yeniden yapılandırmayla birlikte bazı kuralların değişim ve dönüşümünün yenilemeye de ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçları Edward Lorenz’in Kaos Teorisi ile esas aldığımızda öngöremediğimiz ve beklemediğimiz sistemlere hazırlıklı olmaya ilişkin bir kaosun oluşmasına mahâl vermemek açısından tedbir olarak değerlendirmekte fayda vardır. Çünkü dünya internet ve elektronik kaynakların gücü ile insan avcuna sığacak biçimde küçültülmüş bir durumdur. Bu bağlamda gazetelerden ve haberlerden aşina olduğumuz dolandırıcı şebekelerin, kara para, borsa, kumar ve kolay para kazanma ile ilgili uyuşturucu şirketleri, fuhuş sektörünün dışında çocuk hırsızlıklarını gerçekleştirenlerin ya da terör örgütlerinin cesaret buldukları ortamların yasal boşluğu olan ülkelerde daha sık olduğunu bizlere göstermektedir. Bugün bizlere inanılmaz gelse de çok kısa bir süre önce ülkemizde Halil Falyalı cinayetinin Teksas'ı aratmayan örneğini yaşadık. Bugün inanmasak da “Organ mafyaları, insan kaçakçılığı ile ilgili akıllara gelebilecek tüm kaçakçılık türleri gibi birçok kolaycının açık kapı ya da boşlukları fırsat görebileceği riskleri taşıyor muyuz?” sorusunu bizlere sordurtmalıdır. Adanın kuzeyinde ciddi yasal boşluklar dışında, devlet olarak kabul edilmemenin getirdiği dezavantajlar, dünya devletleri ile uluslararası ilişkilerimizde etkimiz ne durumdadır? Dünyada bir devlet olarak var olabilmek için gelişmeye çabalayan bir toplum olma yolunda çaba harcasak da dünyanın hızına yetişebilecek hız ve ivmeyi neden kazanamıyoruz? Gelişmiş birçok ülkeden daha az gelişmiş olmak, gelişmiş ülkelere göre bazen gelişememiş bir ülke olmak entegrasyona olumsuz etki ederken; bazı dezavantajların da bir risk olduğu uyarısını bizlere hissettirmelidir. Bu konuları düşünüp sorgulamak ve araştırmaları arttırmak tedbirlerin yanı sıra plan yapmak adına da ülke geleceği açısından elbette siyasilere de rehberlik sunabilir. Bu bağlamda devleti temsil eden kamu kurum ve kuruluşlarının özel kurum ve kuruluşlar ile rakabet edebilir düzeyde yapılandırılmasında gerek fiziksel anlamda gerekse kamusal alanda reform hareketlenmesi ile ilgili dünya ile de rekabet edebilir nitelikte personel alımı, personel seçimi, personel yetiştirme ve geliştirme düzenine geçiş yapabilmesinin gerekliliği ile de karşı karşıyayız. Tüm bu yapılaşmaların temellerinin kamu reformuna ilişkin disiplin, denetim ve değerlendirmenin yanı sıra başarıyı da beraberinde getireceği kuşkusuz bir gerçektir. Disiplin ile ilgili sürekli çalışma saatleri, personelin müşteriye hizmet becerileri ve yeterliliklerin yanı sıra hizmet şartlarının eleştirilerini sorgularken; temelde bu sorunların eğitim temelli olduğunu hep ihmâl etmekteyiz. Bu bağlamda devlet okullarının hizmet temelinde kalite ile ilgili eksikliklerinin toplumun geleceğinde birçok kurum kuruluş ve kitleyi etkileyebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Sonuç olarak son yıllarda Türk parasının değer kaybetmesi ve bunun ekonomik anlamda Türkiye’ye ve Kıbrıs’a pandeminin de tetiklediği olumsuz sebeplerin de etkisi ile ekonomik krizler ve üretim ve tüketimde tedarik zincirlerinde bozulmalar sadece ekonomistleri ilgilendiren bir sorun olmamaktadır. Ülke yönetimlerinde toplum güvenini sarsan durumlarına ters tepkilerin çoğaldığını görmekteyiz. Türkiye’de doların yükselmesine bağlı olarak insanların alım gücünün azalmasına karşı verdiği tepkiler gibi Kıbrıslı Türklerin de ülke yönetiminde tanık oldukları yanlışlara “ Ye da Gorkma” esprisi ile bu deyimle kendilerini ada sınırları dışına da tanıttıklarını görmekteyiz. Bu deyimle ilgili yapılan paylaşımlara baktığımızda ülkede yaşanılan birçok sakatlığın normalleşmesi gibi bir sorunun da ortaya çıkması ile karşı karşıya olmaktayız. Ne yazık ki eğitimcilerin özellikle her yaş grup çocuklarında teknoloji aracılığı ile reklam amaçlı oluşturulan değerler sisteminde amaçsız kalan tüm algı operasyonlarına karşı hazırlıklı olabilmesi gerekmektedir. Hepimizin espiri haline dönüştürdüğü ve aslında ağlanacak hallerimize bizi güldürten bir moral sandığımız bu tür paylaşımlarda yaş kısıtlaması konulsa bile bu yayınların kolay erişim gücünden ötürü her yaşta çocuğun izleyebileceği gerçeğini kabul etmeliyiz. Toplumda çalma, hırsızlık, hak yeme, torpil, adam kayırma vs. çirkin yaşanılmış izlerin iyi ve espri içeren hâle dönüşümü özellikle gençler için ciddi sıkıntılara neden olabilir. Elbette toplumların müzik, sinema ve özellikle tiyatro sanatı aracılığı ile yaşanmış dramları, acıları eser hâline dönüştürüp toplumdan topluma yansıtma yaparken komik ağıtlar, hikayeler ve oyunlardan yararlanması çok önemlidir. Fakat sorgulamadan, düşünmeden ve yüreği sakat bir insan gibi insani değerlerden uzak bırakmadan bu tür yayınların toplumbilimcilerce denetiminde dikkatli olunması önemlidir. Bu çerçevede okullara büyük görevler düşmektedir. Eğitim çalışan anne ve babaların yanı sıra teknoloji kaynaklarının artması ve çocukların sanal alem içinde gömüldükleri hayattan ayrı yaşadıkları doğaya, çevreye, topluma ve kurallara uyumlu bireyleri dengede huzurla barındırmak istiyorsa toplumda yaşanılan ahlak gelişimi analizlerini gözlem ve değerlendirme raporları ile sosyal sorumluluk projelerini yaşama artık geçirmelidir. Gerek Türkiye’de gerekse KKTC ‘de eğitimin her kademesi toplum aidiyeti ve sorumlulukları ile ilgili projeleri hayata geçirerek ve bu proje çıktıları bilimsel değerlendirmelerle raporlanmalıdır. Kuaförlük eğitimine giden bir öğrencinin sadece mesleki becerileri değil iş ahlâkı ile ilgili değerleri de gözlem yapmaları toplumda bozulan değerlerin denetim mekanizmalarını da farklılaştıracaktır. Hafta sonu ailesi ile birlikte bir restorana, alışveriş merkezine, bir kafeye ya da bir pazara giden çocuk orada topluma leke olmuş yanlış olan fakat ceza verilmeyen ahlâksızlıkları sıralayabilmelidir. Yani değerler sisteminde toplumun manevi anlamda bildiği ancak bildiği halde ceza almadığı için fırsata dönüştürdüğü yanlışları doğru değerleri ile değerlendirerek çocuklar ifade edebilmelidir. Böylelikle insanlığın değerlerini koruması en az din kadar değer kazanacaktır.
Kaynakça:
Aristoteles. (2014). Nikomakhos'a Etik. Yayınevi: Sentez Yayıncılık.
Aristoteles. (2018). Politika. Yayınevi: Say Yayınları.
E. Karaca. ( 2012) . Kamu Yönetiminde Yağma Sistemi . 3.12.2012 .KAMU YÖNETİMİN DE YAĞMA SİSTEMİ. Son Dakika Ender Karaca haber başlıkları ve gelişmeler - Mahmutlar Post adresinden 23 Şubat 2022 tarihinde alınmıştır.
KTÖS, (2022). Tanınmamışlığın Bir başka Yüzü: Şaibeli/ yağmacı Dergilerde Makale Yayınlatma. Tanınmamışlığın bir başka yüzü: Şaibeli/yağmacı dergilerde makale yayınlatma - Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (ktos.org) adresinden 04.03.2022 tarihinde alınmıştır.
M. Molacı. (2020). Aristoteles'in Etik Görüşü. Medeniyet ve Toplum Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkanlığı, 2022. Türkiye Cumhuriyeti | İletişim Başkanlığı (iletisim.gov.tr) adresinden 25 Şubat 2022 tarihinde alınmıştır.
Yağma Hasan’ın Böreği deyiminin anlamı ve kısaca hikâyesi (egitimsistem.com)
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
20 Kasım 2024 20:01
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
18 Kasım 2024 20:06