Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

 Sanat ve Özgürlük

Sinan Abuzer Akdağ

Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 30 Ocak 2022 15:34 - Okunma sayısı: 2.518

 Sanat ve Özgürlük

Sanat ve Özgürlük

Nirvana Sosyal: Kısaca özgeçmişinizi öğrenebilir miyiz?

Sinan Abuzer Akdağ: 1957 Malatya doğumluyum, İlk, Orta ve Lise okullarını Malatya’da okudum. 1976’da ODTÜ Gaziantep Kampüsü Makine Mühendisliği Bölümünü kazandım ve yaklaşık 3,5 yıl ODTÜ’de okudum. 12 Eylül öncesi politik iklimin doğal sonucu olarak 1980’lerin başlarında okuldan ayrıldım.

1980 Ekim ve sonrasında 4 yıl 9 Eylül Üniversitesi İngiliz Dili Eğitimi Anabilim Dalında okudum. Bu dönem sanatla doğrudan ilgilenme dönemim oldu ve Fakülte Tiyatrosu’nu yönettim. Okulu bitirdikten sonra 1 yıl MEB bünyesinde İngilizce Öğretmeni olarak çalıştım. O yılın sonunda istifa ederek İstanbul’a geldim; amacım Tiyatro sanatıyla daha yakın ilgilenmekti; ancak olası olmadı. Gerek tiyatro dünyasında hakim olan dukalığının yarattığı sorunlar, gerekse de ekmek kavgasının önceliği amacımdan kopuş nedenim oldu!

İstanbul’ da özel Eğitim Kurumlarında İngilizce Öğretmenliği, Kurs Yöneticiliği, Yayıncılık, Eğitimde Perspektif Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği, Sanat araştırma ve inceleme çalışmaları yaptım. Bu dönemde ayrıca İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinde MBA (Yönetim Organizasyon Yüksek Lisans) eğitimine devam ettim.

Şimdilerde yayıncılık (Yabancı Dil Yayınları yazma ve yönetme), www.sanatvetoplum.org adlı yaşama ve sanata ilişkin yazıların bulunduğu sitenin editörlerinden bir olma görevine ve sanat çalışmalarına devam ediyorum. Şu ana değin yayınlanmış iki şiir kitabım (SelamEttin Yalnızlığında Ölümün ve Genele Açık Aşk) ve içinde www.sanatvetoplum.org sitesinin de bulunduğu değişik İnternet sitelerinde yayınlanmış sanata ilişkin yazılarım bulunmakta.

Nirvana Sosyal: Bu söyleşimizde sizinle sanat ve özgürlük konusu üzerine konuşmak istiyoruz. Sanat ve Özgürlük dediğimizde ne anlamalıyız? Sizin Sanat ve Özgürlük ilişkisine bakışınız nedir?

Sinan Abuzer Akdağ: Sanat ve Özgürlük ilişkisini iki farklı boyutta ele almak gerekiyor. Birincisi bir kavram olarak sanatın ve bileşenlerinin özgü oluşu, diğeri ise sanatın ve onun üretenlerinin günceline, yaşamsal etkinliklerine, pratik üretme, yaratma ve kullananlarına ulaşabilme yani kısaca uygulamadaki özgür oluşu!

Kavram olarak sanat ve bileşenlerinin özgür oluşu, sanatın özgürlüğü, sanatçının özgürlüğü, yaratmanın özgürlüğü, eleştirinin özgürlüğü ve sanat-sanatçının ekonomik özgürlüğü olarak ayrı ayrı ele almak gerekirken, güncelde yaşayan sanatın ve bileşenlerinin özgürlükle ilişkisini ise içinde bulunulan dönemdeki karşılaştıkları pratik sorunlar olarak görmek gerekmektedir. Güncele ilişkin belirlemeler içinde bulunulan dönemin koşullarına göre değişkenlik gösterirken o özgün koşulların karakteristiğini, etkilerini ve sonuçlarını yansıtır; bu nedenle de sanatın ezen, ezilen çelişkisi ile olan ilişkisi dışında mutlak değildir! Ezen-ezilen arasındaki çelişki ise bu çelişkinin ortadan kaldırılacağı toplumsal alt-üst oluş yaşanmadığı sürece var olacaktır ve sanatı, sanatçıyı bu çelişki karşısında pozisyon almaya ve tercihte bulunmaya zorlayacaktır!

Nirvana Sosyal: Anlıyorum, o zaman günümüz koşullarında sanat üretiminde karşılaştığınız öne çıkan pratik zorluklar ve özgürlükle ilişkisi nedir konusuyla başlayalım, ne deriniz?

Sinan Abuzer Akdağ: Elbette! Bunlar sanatın ve sanatçının yaratıcı etkinliklerinin denetimli yürümesine sağlayan bütün etkinlikleri içerir: sanatın-sanatçının kendisinden ya da yaşadığı koşullardan kaynaklanan sorunlar, post-modern etkiler nedeniyle kontrollü özgürlük ortamında sanatsal üretim zorlama, yönetme erkinin uygulamaya koyduğu yasaklar-baskı politikaları ve ekonomik engeller. Sanatın-sanatçının kendisinden ya da yaşadığı koşullardan kaynaklanan sorunlardan, 80 sonrası dönemde sanat etkinliklerinin içe kapanmasını, bireycileşmesini ve özgür sanat çalışmaları ortamlarını ve etkileşimini sağlayamamayı söyleyebiliriz. Bu oldukça dolaylı bir etki olarak karşımıza çıkan bir durumdur. 12 Eylül militarist darbesi sonrası oluşan iklimde sanat üretenleri ortaklaşa düşledikleri bir amaca yönelmekten vazgeçmiş, giderek bireycileşmiş ve üretimlerini daha çok kendileri için yapma ve bu kendine dönük oluş içinde toplumsal her değeri bencilce kullanma gibi bir tinsel ve düşünsel kopuş süreci yaşamıştır. Bu gerçeklik doğal olarak bu süreci yaşayan ama bir şekilde böylesi bir zemin kaymasına direnebilmiş olanların da üretimlerinde yalnızlaşmasını, sanatın genel gelişimini ve sanatçının üretim sürecindeki yetkin oluşunu olumsuz etkilemiş ve gerilemesine neden olmuştur.

1970’ler sonrası yaşamımıza giren post-modern politikalar ve etkileri de bir diğer özgürlük alanını kısıtlayıcı etki olarak karşımıza çıkmıştır. Neo-liberal politikaların kitleleri ve kitlelere ilişkin bütün etkinliklerin denetimini ve yönetenler lehine işlev görmesini sağlayan post modern anlayış, sanat etkinliklerini ve sanatı üretenlerini sahip olduğu ekonomik güçle kendi lehine dönüştürüp değiştirerek anlayışının iyi birer uygulayanları ve hizmet sunanlarına dönüştürmüş, bu çemberin dışında kalanlara ise yaşam ve varlık alanı bırakmamıştır. Bunu sonucu olarak post-modern sanat anlayışına direnen ve karşısında kendi konuşlandıranların hem üretimleri hem de bu üretimlerinin kitlelere ulaşımını elindeki gerek parasal gerek yönetme erkini ellerinde bulundurdukları kurumlar aracılığıyla engellemiştir. Ortaya çıkan bu eşitsizlik, bu zorluklar kitlelerin gelişimi ve özgürlüğünü amaçlayan sanatın ve sanat üretenlerinin uğraşı alanlarını ve üretimlerini sınırlaması ve zorlaştırmasıyla sanata ve onun üretimi özgürlüğüne yapılmış bir darbedir.

Bir diğer sorun ise yönetenlerin bu erki yerine getirirlerken ezenlerle ilişkilerinde, ilişkinin ezilenler lehine ulaştığı aşamaya göre, değişen sanat ve üretenleri üzerindeki baskılarının yarattığı özgürlük sorunlardır. Yönetenler sanatın ilk ortaya çıkışından beri sanatla ilişkilerinde onu hep denetleyici ve kendi hizmetlerinde bir sanat ve sanatçı etkinliği yaratma çabası içinde olmuştur. Bu amacına uygun ilişki oluşturduğu sanat, sanatsal etkinlik ve yaratanlarını çoğu kez ekonomik destekler sunarak amacına uygun yönlendirmelerde bulunurken, başaramadığı koşullarda ise yasal engellerle etkinliklerinin sınırlandırılması, sınırlandırmaların başarısızlık durumlarında ise şiddeti gündeme getirmiştir. Şiddet kendini ezen ezilen çelişkisinin o dönemde kazandığı nitelikle orantılı olarak azalabilmekte ya da en üst düzeylere kadar çıkabilmekte zaman zaman sanat üretenlerinin varlığının sonlandırılması biçiminde bile olmaktadır!

Nirvana Sosyal: Peki, kavram olarak sanatın özgürlüğüne de değinebilir misiniz?

Sinan Abuzer Akdağ: Sanatın özgürlüğü konusunu değerlendirirken, bu özgürlüğü sanatın estetik seçimlerinde ve gerçeklikle olan ilişkisindeki özgürlüğünü bir arada düşünmek ve birinin bir diğerinden ayrılamayacağı bilinciyle hareket etmek gerekmektedir. Estetik bir bütünlük olan sanatın bu bütünlüğü başarabilmesi estetik bilincinin özgürlüğünü ve üretiminin de bu bilinç ürünü olmasını gerektirmektedir. Bedrettin Cömert’in Her sanat eseri hayal gücünün dağınıklığını aşan, hayal gücünün dağınık sezgilerine birlik veren aklın bir sonucudur. Akıl ise bir şeyi seçmek, başka bir şeyi hesaba almamak demektir. Yani sanat eseri edebi bir soyutlamanın ürünüdür. Zihinsel bir üründür.” sözlerinden de anlaşılacağı gibi, bir sanat yapıtı ancak özgür bir etkinliğin sonucu, yani tüm yanıltıcı ve yönlendirici etkilerden uzaklaşmış özgür bir bilincin ürünü olduğunda sanat olmaktadır. Sanatın üretim sürecinde seçimini ortaya koyarken, kendi dışındaki etkenlerin gölgesinde ya da zorlayıcı, belirleyici baskısı altında olması kendi doğasına ilişkin gerek koşulları yerine getirmesinin önündeki engel olacaktır ve böylece kendi doğasının gerektirdiği sonuçlardan uzaklaşacaktır.

Bu aynı zamanda sanatın gerçeklikle olan ilişkisinin de nasıl olacağını belirleyen ve bu ilişkide kendisini konumlandırırken, yine sanatın her koşulda gerçekliğin kendisinden yana olması gerektiğini ve yalnızca gerçekliğe karşı bir sorumluluğunun olduğunun da yansımasıdır. Sanatın gerçeklikle arasında olan mesafenin açılması ya da kendi iradesi ile ona uzak durması, onu geliştirip diyalektik yaklaşımla ele almaması ya sanat olmamasından ya da özgür olmamasından kaynaklanabilir ancak! Estetik bilinçle üretilen ve özgür olan bir sanat gerçeklikle diyalektik bir ilişki kurarak onu geliştirir ve sanatın doğasından taviz vermeksizin ürünlerini ortaya koyar.

Sanat ve özgürlük ilişkisinin toplumsal yaşamımıza ve bireyin gelişimine de doğrudan etkisi vardır. Özgür bir sanat ve sanat üretim sürecinin yaşandığı toplumsal yapılarda bireyin sağlıklı gelişimi ve bunun sağlıklı bir toplum oluşumuna yansıması, güzel bir dünya düşü kurabilmenin temel öğelerinden biridir. Albert Camu’nun bu konuya ilişkin, “Sanatın tek amacı, yaşamanın tek amacı, dünya yüzündeki her insanda bulunan sorumluluk ve özgürlük duygularının birleşimini artırmak olabilir. Sanat, hiçbir koşul altında, geçici bir süreliğine de olsa, o özgürlüğü azaltamaz veya bastıramaz.” şeklinde belirttiği görüşleri sanırım bize bunu açık bir şekilde gösterecektir.

Nirvana Sosyal: Anlıyorum. Peki, bu durumda sanatçının özgürlükle ilişkisinden ne anlamamız gerekmektedir?

Sinan Abuzer Akdağ: Sanatçı ve özgürlük ilişkisine baktığımızda bu ilişkinin karşılıklı bir neden sonuç ilişkisi olduğunu görürüz: sanatçı üretiminin gücünü sanatın özgürlüğünden alırken, kendisinin özgürlüğü için mücadele ile de sanatın özgürlüğüne gerekli katkıyı sunar. Özgür olmayan bir sanatın üretiminin estetik ve düşünsel bütünlük anlamında eksik olacağı gibi özgür olmayan bir sanatçının üretimi de aynı sonucu doğuracaktır. Bu nedenle sanatçı hem kendisini hem de sanatını özgür kılacak uğraşı sürecini ve bu süreç için gerekli çabayı harcama zorunluluğundan kaçamaz! Bu da sanatçının tek başına sanatsal yaratı sürecine ilişkin değil aynı zamanda sanatın gelişim sürecine ilişkin sorumluluğunu gösterir; sanatçı sanatın özgürlük mücadelesinin edilgen bir bireyi değil, etkin bir katılımcısı olması gerekliliğidir bu!

Bu etkin katılım süreci aynı zamanda sanatçının kendi gelişimini üst boyutlara çıkarmasını sağlar ve gerek estetik gerekse düşünsel farklılıklar yaratabilmesi sonucunu doğurur. Bu sanatçının hem sanatında hem de kendisinde özgürlük ve özgünlük gerekliliğinin yerine getirilebilmesi sürecidir de! Bu ilişkiyi Bedrettin Cömert şu sözleriyle ortaya koymaktadır, “Sanatçının ürünlerinin kendine özgürlük kazanabilmesi için sanatçının sanat görüşünün başka görüşlerden farklı olması zorunludur; yoksa o sanatçının kişiliğinden, özgünlüğünden söz edilemez.”.

Sanatçının kendi başına bir sanatçı birey olarak var olabilmesi anlamına gelen bu yetkinliğin başarılması sadece kuramsal donanımın ve estetik anlayışın gelişim düzeyinin üst boyutlara çıkarılması ile değil, aynı zamanda sanatçının sanat anlayışının, perspektifinin ve sanat-ezen-ezilen ilişkisinde sanat-toplum ilişkisinin doğasına uygun konuşlandırışı ile de ilgilidir! Sanatçının ezen ezilen çelişkisinde kendisini konuşlandırışının gerekliliği sanat-özgürlük ilişkisinde bir yanılgı olarak düşünülebilse de, yine Bedrettin Cömert’in, “Bir eserde düşüncenin sıfatsız olarak zorunlu varlığı, her şeyden önce, eserin bir akıl, bir muhakeme ürünü olduğu; akılsal gerekçelere dayanan bir seçmeyi gerektirdiği; böyle bir seçmenin sanat eserinin tarihselliğinin pratik ve kuramsal bir gerekçesi olduğu; düşünce aracılığıyla aynı zamanda tarihsel bir ürün olan sanat eserinin muhakeme ve seçeme sonucunda mutlaka bir yanı tutacağı, bir şeyi savunacağı anlamına gelir. O halde edebiyat niteliği gereği, özü gereği bir yanı tutar, bir düşünceyi savunur.” diye belirtir ve devamla, “Bir edebiyat eseri yalnızca bir yanı tutması ya da tutmaması ölçüsüyle değerlendirilirse, bu kuramsal bir çelişkidir, çünkü edebiyat eseri olup da bir yanı tutmayan, bir görüşü, bir düşünceyi, çok “dolaylı” dahi olsa, savunmayan yoktur.” sözleriyle belirttiği gibi sanat kendi doğasında bu özelliği taşır ve bu aynı zamanda sanatın yaratma özgürlüğünü gösterir.

Yukarıda söz edilenler dışında sanatçının ekonomik olarak herhangi bir bağımlılığının olmaması da sanatçı özgürlüğü açısından oldukça önemlidir. Sanatçının yönetenlerle ilişkisinden belirleyen bir etkisi bulunan bu sorunun çözüm biçimi yıllardan beri sürekli tartışılagelmiştir. Yaşam kavgasının temel bir kaygıya dönüşmesi durumunda sanatçı, sanatsal üretim sürecinde, yaşamaya ilişkin tedirginliklerle sağlıklı üretim yapamayacak, ya da bu süreç tümüyle tesadüflere kalacaktır. Bu nedenle sanatçı bu sorununu çözebiliyor olmalı ve kendisini herhangi bir istem dışı ilişkiye zorunlu hissetmemelidir. Marks’ın bu konuda söylediği “ Yazar, kuşkusuz, yaşayabilmek ve yazabilmek için kazanmalıdır, ama asla kazanmak için yaşamamalı ve yazmamalıdır.” sözleri sanatçının ekonomik ilişkilerde tutumuna ilişkin oldukça aydınlatıcı bir yaklaşımdır ve sanatçının özgürlüğüne katkı sunacaktır!

Nirvana Sosyal: Oldukça geniş bir açıklama oldu, teşekkürler. Son söylediklerinizde yaratmanın özgürlüğünden söz ettiniz; bu nasıl başarılmaktadır?

Sinan Abuzer Akdağ: Bu doğrudan sanatın ve dolayısıyla da sanatsal yaratı etkinliğinin temel öğesi olan sanatçının üretimlerindeki seçimi ve bu seçimlerini ele alıp incelerken, ona yeni boyutlar katabilmesi, estetik ve düşünsel eklemeleri ve çıkarmalarıyla özgün bir yaratıya dönüştürmesi süreçlerinin tamamında herhangi bir etki altında kalmaması ile ilgilidir. Bu süreçte sanatın ve sanatçının tek dayanağı sanatın kendine özgü estetik kuralları, gerçekliğin kendisi ve düşüncenin sanatsal yaratımı etkinliğinin ayrılmaz bir parçası olması gerekliliğidir. Marks ve Engels bu ilişkiyi “Sanatsal yaratıcılık toplumsal gelişmenin genel yasalarına bağlıdır, ancak bilincin özgün bir biçimi olarak kendine özgü ayırt edici ve özgül yapıları vardır.” sözleriyle anlatmaktadırlar.

Belirli sanat dallarının kendine özgü kuralları ve dayanaklarıyla beslenen yaratım sürecinde sanatçı şiir, roman, öykü, tiyatro gibi etkinliklere ilişkin yaratılarında gerçekliğin doğal boyutlarını yaratıcı yeteneklerini kullanarak değiştirip, özgün bir bütünlükle toplumun kullanımına sunabilirken, fotoğraf ve benzeri sanat etkinliklerinde ise gerçekliği olduğu gibi yansıtma durumuyla karşı karşıya kaldığında yaratıcı yeteneklerin yerini düşüncenin gücü almakta ve sanatsal işlev düşüncenin ve yaşama ilişkin çelişkilerin doğru bir perspektifle sunulmasıyla yerine getirilmektedir. Sanatta yaratıcılığın ve gerçeğin belirli bir perspektifle sunulabilmesinde sanatçı yaklaşımını, “… işte insanın bu hem kendi içindeki, hem öbür insanlarla kendi arasındaki ilişkilerin temelinde yatan gerilim ve çelişkiler olmalıdır. Gerçekçi yazar bu çelişkilerin düğüm noktalarını aramalı, bunları en yoğun ve tipik oldukları yerleri belirleyerek onlara uygun anlatımla dile getirmelidir.” biçiminde açıklayan Georg Lucaks, bu sözleriyle sanatın ve sanatçının yaratıcı etkinliklerini kullanırken yöneliminin gerçekliğin hangi boyutuna olması gerektiğini de vurgulamıştır.

Sanatçının etkinliklerindeki bu estetik bütünlük, düşüncenin varlığı ve bunların gerçeklikle ilişkisinin kalıcılığını ve gelişimini sağlayan ise güçlü bir eleştiri geleneğinin olması ve bu eleştiri geleneğinin sanatın genel yasalarına bağlılığının yanı sıra nesnel olmasıdır. Bu ise sanat eleştirisinin özgür oluşu ve kendini herhangi bir sanat alanına, sanat üretenine ya da sınıfa karşı sorumlu hissetmemesi ile olasıdır.

Nirvana Sosyal: Eleştiriye sanatın, sanatçının ve yaratma etkinliğinin özgürlüğünde böylesine önemli, yer vermeniz ilginç! Bunu biraz daha açar mısınız?

Sinan Abuzer Akdağ: Sanatsal üretim sürecinde sanatçıların kendi sanat anlayışlarına sıkı sıkıya bağlı oluşları ve ona öncelik vermeleri ve yapıtta kendi perspektiflerini tümüyle hâkim kılmaları büyük olasılıkla sanatsal yaratının özgünlüğünün önce çıkan nedenidir. Eleştirmenle sanatçının birbirlerinden farkının ortaya çıkışı da bu aşamada başlar: sanatçı kendi anlayışını öncüllerken, Eleştirmen kendi sanat anlayışını önceleyemez!

Eleştirmenin nesnel olması, kendi sanat anlayışını bir yana bırakarak, kendi bireysel tercihlerine karşın eleştirinin merceğine tuttuğu yapıtı üretenin sanat anlayışını da anlayarak onu sanatın genel kurallarına ve estetik değer ölçütlerine uygunluğuna göre değerlendirmesi gerekmektedir. Belirli bir sanat anlayışına göre sanat yapıtını değerlendiren eleştiri, ister istemez, nesnellikten uzaklaşır, sanatın ve sanatçının özgürlüğünü, özgür seçimlerini ve tercihlerini dar kalıplar içine sıkıştırır. Terry Eagleton’un da belirttiği gibi doğru, nesnel “… eleştiri daha önce var olanların sürekliliği yoluyla değil de, onların tümüyle bertaraf edilmesiyle gelişebilir.” ve sanat ve sanatçının gerek gelişimine gerek özgürlüğüne katkı sunabilir.

Nirvana Sosyal: Benim sormak istediklerim bunlardı; son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Sinan Abuzer Akdağ: Son olarak şu ana kadar söylediklerime ekleyeceğim şunları söyleyebilirim. Sanat her zaman zorluklarla karşılaşacak, yönetenlerin onun üzerindeki baskılarını ve kendi isteklerine uygun bir yönelimde olmasını sağlamak için belirli çabalar içinde bulunacaktır. Bunları başaramadıkça da gerek sanatın gerekse sanatçının ve etkinliklerinin sınırlandırılmasına yani özgürlüğüne saldıracaktır. Bu türden gelişmeler sanatın üretimi önündeki fiziksel engellerdir; sanat ve sanatçının yürekliliği ve kararlılıkları ile aşılabilecek sorunlardır. Çoklukla sanat ve sanatçı etkinlikleri en zor koşullarda bile devam etmiştir: ikinci dünya savaşı koşullarında birçok sanat etkinliği anti-faşist mücadele içinde olmuş ve katkı sunmuşlardır. Bizim sanatın, sanatçının ve yaratısının özgürlüğünden anlamamız gereken, bizlere yönetenlerin bağışladığı özgürlük ve özgür ortamdan çok, sanatın ve sanatçının doğasındaki var olması gereken kuramsal donanımla bezenmiş yaratmanın özgürlüğünün varlığıdır. Estetik bilincin yetersizliğiyle üretilen ve düşünsel özgürlüğün tadına varmamış bir ürünün yaratmanın sığlığı ve tutarsızlıklarını üzerinde barındırması kaçınılmazdır. Bu durumda sanat, Mozambikli sanatçı Malantagana’nın belirttiği gibi, …halkın âdet ve ihtiyaçlarından doğan ve onların sosyal, zihinsel, kültürel ve politik gelişimine hizmet eden kolektif bir dışavurum, …mesajlarla yüklü bir müzik aleti.. ve sanatçının bir araya getirip insanlığın önüne koymayı seçtiği mesajlar…“ olmayacaktır.

Sinan Abuzer AKDAĞ

25 Ocak 2022

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Eğitim Bilimleri Yazıları