Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Eleştirel Pedagojinin Eğitimde Özgürleşme Kavramına Yaklaşımı Üzerine Dr. Yasemin Tezgiden Cakcak İle Söyleşi

BİROL ALGAN

Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 16 Ocak 2022 18:03 - Okunma sayısı: 1.520

Eleştirel Pedagojinin Eğitimde Özgürleşme Kavramına Yaklaşımı Üzerine Dr. Yasemin Tezgiden Cakcak İle Söyleşi

Eleştirel Pedagojinin Eğitimde Özgürleşme Kavramına Yaklaşımı Üzerine Dr. Yasemin Tezgiden Cakcak İle Söyleşi

Eğitim alanında özgürleşme son yıllarda Türkiye’de daha fazla tartışılan bir konu haline geldi. Özellikle eleştirel pedagojinin getirdiği yaklaşımın Türkiye’de tanınmaya başlanması bu süreçte etkili oldu. Bu bağlamda eğitim ve özgürleşme ilişkisine dair Ortadoğu Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümünden Dr. Yasemin Tezgiden Cakcak ile eleştirel eğitim ve eğitimde özgürleşme üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Birol Alğan: Sayın hocam öncelikle söyleşi davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum.
Yasemin Tezgiden-Cakcak: Birol hocam, davetiniz için ben teşekkür ederim.
Birol Alğan: Özgürleşme kavramı eleştirel pedagojiye göre nasıl açıklanmaktadır?
Yasemin Tezgiden-Cakcak: Eleştirel pedagojideki özgürleşme kavramını Brezilyalı eğitim felsefecisi Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi (1970) adlı eserini referans alarak açıklayabiliriz. Freire bu kitapta sınıflı toplumdaki ezen-ezilen çelişkisini ele alır. Ezenler için var olmak demek, sahip olmak demektir. Üstelik de bu, ezilenlerin, daha az şeye sahip olması ya da hemen hiçbir şeye sahip olamaması anlamına gelse de. Ezenlere göre para, her şeyin ölçüsüdür. Ezenlerin var olmayı ve imtiyazlı konumlarını sürdürebilmeleri içinse ezilenleri ezmeye, onların emeğini sömürmeye ve onları kendilerine bağımlı bir zihinsel durumda tutmaya ihtiyaçları vardır. Ezilenlerin zihni ezenler tarafından bulanıklaştırılmıştır. Ezilenlerin bilinci ikiye ayrılmış durumdadır. Aynı anda hem kendi bilinçlerini, hem de ezenin bilincini taşırlar. Her ne kadar ezilmekten yorulmuş olsalar da onlar için var olmak ya da insan olmak demek ezen gibi olmak demektir. Başka bir seçenek görmekte zorlanırlar. Güçsüz olduklarına, içinde bulundukları durumdan, kaderlerinden kurtulamayacaklarına inanmış gibidirler. O kadar uzun süre kendilerine işe yaramaz oldukları, bir şey öğrenemeyecek durumda oldukları söylenmiştir ki bunu içselleştirerek kendi kendilerini küçümsemeye başlamışlardır.
Freire’nin bankacı eğitim sistemi olarak adlandırdığı anaakım eğitim sistemi de ezilenlerin ezilmeyi doğa kanunu gibi görmesini pekiştiren, onları ezen, yaratıcılık ve hayal güçlerini öldüren bir sistemdir. Ezenler tarafından, ezenlerin çıkarına hizmet etmek üzere dizayn edilmiştir. Ezenler yeryüzündeki eşitsizliğin, adaletsizliğin, haksızlığın sebeplerinin fark edilmesini de değiştirilmesini istemezler. Bu nedenle öğrencilerin zihnini sıradan, gerçeklikten kopuk, ezbere dayalı bilgilerle doldururlar. Onların akıl yürütebilecek, yaratıcılıklarını kullanabilecek bireyler olduğuna inanılmaz. Sunulan bilgiler de öğretmenler tarafından kendilerine bahşedilen birer hediyeymiş gibi davranılır. Kısacası öğrenciler bu süreçte birer nesneye dönüştürülerek kendilerinden, birbirlerinden ve içinde yaşadıkları dünyadan yabancılaşmaları sağlanmış olur. Böylece sistemin tornasından geçen öğrenciler, otorite karşısında boyun eğen, ses çıkarmayan, soru sormayan, evcilleşmiş ve dolayısıyla insanlıktan çıkmış varlıklara dönüşürler.
Ezilenlerin yeniden insanlaşabilmeleri için şeyleşmekten çıkıp insan olarak içinde bulundukları bu durumla mücadele etmeleri gerekir. Freire’ye göre insandışılaştırılan varlıklar önünde sonunda bu durumu kavrayıp özgürleşmek için savaşım vereceklerdir. Ama hümanist, devrimci eğitimciler bu olasılığın gerçekleşmesini bekleyemezler. Onlar özgürleşmek için hegemonyaya karşı öğrencilerle beraber çalışmalıdırlar. Ne var ki kullanacakları yöntem ezenlerin diyalog karşıtı, bankacı eğitim sistemi olamaz. Ezilenlerin pedagojisi, diyaloğa dayalı olmalıdır. Öğrenci ile öğretmen arasındaki çelişki aşılmalı, öğretmen ve öğrenciler birlikte öğrenme sürecini karşılıklı sohbet içinde hayata geçirmelidir. Bu eğitim sistemini Freire özgürleştirici, problem tanımlayıcı eğitim sistemi olarak adlandırır. Öğrenciler içinde bulundukları koşullar üzerine düşünecek, bunun sebeplerini arayacak ve onları dönüştürmeye çalışacaklardır. Kelimeler ile dünyayı beraber okuyacak, sorunların adını koyacak, soru soracaklardır. Aktif bir biçimde bilgi üretecek, yaratıcılıklarını kullanacak, kendi potansiyellerini açığa çıkaracak, bilginin de insanın da bitmeyen, tamamlanmamış olgular olduğunu fark edeceklerdir. Özgürleşmenin yolu, Freire’ye göre, düşünce ve eylem birliğinden, yani praksisten geçer. Eylem olmadan salt düşünce olursa lafazanlık, düşünce olmadan salt eylem olursa da aktivizm olur bu, Freire’ye göre. Özgürleşmek için her ikisinin birlikte olması gerekmektedir.
Bu süreçte eğitimciler, bankacı eğitim sisteminden kalan, öğrencilerini ya da ezilenleri yangından kurtarılacak birer nesne gibi görme hatasına düşmemelidirler. Freire’ye göre, kimse kimseyi özgürleştiremez. Özgürleşmek başkalarıyla dayanışma içinde olur, ama her bireyin kendi çabasıyla gerçekleşir. Özgürlük, kimseye hediye olarak verilmez, der Freire, özgürlük, ancak mücadele ile elde edilir. Özgürleşme sürecinin çok sancılı olduğunu da hatırlatır Freire. Çocuk doğurmak kadar sancılı olduğunu söyler. Yeni anne olmuş bir kadın olarak, ben özgürleşmenin çocuk doğurmaktan da sancılı olduğu notunu ekliyorum buraya. Zira çocuk doğurmak bir defaya mahsus zor bir süreçtir, oysa ki özgürleşmek yıllara yayılan bir süreçtir ve insan, her defasında zihnini bulanıklaştıran katmanların bir yenisini keşfeder. Ve her bir süreçte benzeri sancılı dönemlerden geçer.
Toplumun tamamen insanlaşması, yani demokratik, eşitlikçi, adaletli toplumların kurulması, toplumun her bireyinin özgürce yaşaması içinse ezilenlere tarihsel bir görev düşmektedir, Freire’ye göre. Hem kendilerini hem de ezenleri, bu anti-demokratik düzenden kurtarmak. Bunun içinse bireycilik ve izolasyon değil, dayanışma ve birlikte mücadele gerekmektedir. Her adımda praksis sağlanmalı, diyaloğa dayalı bir mücadele gerçekleştirilmelidir. Diğer türlü ezilenlerin başa geçip onların ezen haline geldiği yeni bir hegemonik ve hiyerarşik sistem kurulmuş olur.
Birol Alğan: Sizce özgürleşme yolundaki adımlar bireylerin toplumsal yaşam içerisindeki varoluş süreçleri üzerinde hangi etkilere yol açmaktadır?
Özgürleşen insan, öncelikle kendisine dayatılan sessizlik kültüründen çıkıp kendini ifade etmeye ve yavaş yavaş kendi sesini duymaya ya da bulmaya başlar. O kadar uzun zaman kendisine dayatılan sesleri içsesi olarak duyumsamıştır ki kendini bulması hiç de kolay olmaz. Hayatta ne istediğini, nasıl biri olduğunu, yabancılaşmadan nasıl kurtulacağını, içinde yaşadığı sistemde nasıl hayatta kalıp bir de onu nasıl dönüştürebileceğini yeniden düşünmesi gerekir. Yeni farkındalıklarıyla hareket eden özgürleşmiş birey etrafında da benzer bir etki yaratacaktır. Artık geriye dönüş mümkün değildir. Kendini özgürce ifade eden bireyler ailede, eğitim kurumlarında, iş yerlerinde, arkadaş ortamlarında yadırgansa da onların ses çıkarması başkalarına da başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatacak, onların özgürleşme sürecini de tetikleyebilecektir. Özgürleşen bireyin diyaloğun pedagojisini okulun içinde ya da dışında, toplumun her katmanında hayata geçirmesi ise bir domino etkisi yaratabilir. Eleştirel pedagoji işte bu olasılıktan yola çıkan bir akım ya da düşünce sistemidir.
Birol Alğan: Eleştirel pedagojiye göre özgürleşme bireylerin eğitim ve öğrenme yaşamlarında nasıl bir dönüşüm sağlamaktadır?
Yasemin Tezgiden-Cakcak: Freire’ye göre eğitim anlatma hastalığında mustariptir. Okulda aktarılan bilgi durağanmış ve değişmezmiş gibi yansıtılır. Öğrenciler, öğrenme sürecinin aktif bir öznesi olmama durumunu bir süre sonra kabul edip iyiden iyiye pasifleşmeye başlarlar. Eleştirel pedagoji uygulamalarıyla karşılaşan öğrenciler ise yaşadıkları hayatın kader olmadığını fark edip nedenlerini sorgulamaya başlarlar. İşte özgürleşme o zaman yavaş yavaş ortaya çıkar. Bu kez öğrencilerin merak duyguları tetiklenir. Öğrenme ve dünyayı okumada etkin bir rol almaya başlarlar. Kendileri de bilgi üretebileceklerini fark ederler. Kendilerine sunulan bilginin ne amaçla, kimin yararına olduğunu görmeye başlarlar. Yaşamın her alanında eleştirel okuma yapabilen bireyler kendilerinden başlayarak dünyayı yavaş yavaş değiştirmeye başlayan öznelere dönüşürler. Tabii eğer, Freire’nin Erich Fromm’a atıfla belirttiği gibi, özgürlükten kaçmazlarsa. Özgürlük aynı zamanda sorumluluk demek olduğu, kendi başına karar verip hayata geçirme ve toplumla çatışma anlamına gelebileceği için her birey özgürleşme cesaretini gösteremeyebilir. Ama eğer bu cesareti gösterip de insanlar özgürleşebilirse o zaman ezenlerin vay haline!
Birol Alğan: Bireylerin küçük yaştan itibaren tabi tutuldukları zorunlu eğitim ve sonrasında isteğe bağlı olarak sürdürdükleri ön lisans, lisans gibi eğitim süreçlerinde özgür eğitim ortamlarının varlığının toplumsal yaşama katkıları neler olabilir?
Yasemin Tezgiden-Cakcak: Özgür eğitim ortamında yetişen öğrenciler, öncelikle demokrasi bilinci, insan hakları ve hayvan haklarına saygı, sosyal adalet bilinci, çevre duyarlılığı, vb. geliştirerek büyürler. Demokrasi kültürünü içselleştirdikleri için farklılıklara saygılı oldukları kadar eşitlik, adalet ve özgürlük kavramlarını yaşamlarının her alanında hayata geçirmeye çalışırlar. Sahip oldukları imtiyazları kullanarak güç elde edip başkalarını ezme, onlar üstünde baskı kurma gibi amaçlar taşımadan dayanışmayı ve toplumsal faydayı ön plana çıkarırlar. Egoizmden uzak sağlıklı bir bireysellik geliştirirler. Ama bu asla yaşamdan, diğer insanlar ve canlılardan yabancılaşmak, izole bir yaşam kurmak anlamında değildir. Şairin dediği gibi “Yaşamak tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine.” Özgür eğitimin amacını bundan daha iyi anlatan bir ifade olamaz bence.
Birol Alğan: Sizce hem Türkiye’de hem de dünya da bireylere özgür bir eğitim ortamı sağlanmasının önündeki engeller nelerdir?
Yasemin Tezgiden-Cakcak: Dünyanın büyük bir bölümünde özgür eğitimin önündeki en büyük engel ezen-ezilen çelişkisini yaratan kapitalist, emperyalist, anti-demokratik, ataerkil, ırkçı, yabancı düşmanı sistemdir. Çünkü bizzat bu sistemin kendisi başka kurumların yanında okulu da boyun eğen yurttaş, işçi ve tüketici yaratmak için ideolojik bir aygıt olarak görür. Bu sistem bazı ülkelerde daha da ağır baskıcı, hatta faşizan unsurlar içerirken bazı ülkelerde daha demokratmış gibi bir izlenim yaratabilir. Oysaki dünyanın birçok ülkesinde dezavantajlı öğrencilerin çoğunluğu oluşturduğunu, niteliksiz bankacı bir eğitimden geçirilerek uysallaştırıldığını, sistemle uyumlu vatandaşlara ve işçilere dönüştürüldüğünü biliyoruz. Okulun kendisi sınıfsal temelli, cinsiyetçi, ırkçı, anti-demokratik, LGBT karşıtı, yabancı düşmanı bir kültür yaratıp, hem ayrımcılığı yeniden üretiyor, hem meşrulaştırıyor. Ayrıca eğitimin piyasalaşması ile nitelikli ve bilimsel eğitime erişim giderek sadece parası olanların satın alabildiği bir ayrıcalık haline geliyor. Böyle bir şansı olmayanlar ise yaratıcılıklarının köreltildiği, kendilerine olan güvenlerini kaybettikleri, sorgulayıp düşünmeyi unuttukları okullarda uysal bedenlere dönüştürülüyor
Birol Alğan: Sizce özgür eğitim ortamlarının sağlanması için hem bireysel hem de toplumsal anlamda neler yapılması gereklidir?
Yasemin Tezgiden-Cakcak: Yukarıda sözünü ettiğim nedenlerden dolayı özgür eğitim ortamının yaratılması eğitimcilerin tek başına yapabilecekleri bir şey değildir. Çünkü eğitimin kendisi de uygulanması sırasında atılan her adım da baştan sona politiktir. Politik bir mücadele yürütmeden gerçek anlamda özgür bir ülkeye de eğitime de sahip olamayız. Ama bir yandan bu mücadeleyi yürütürken bir yandan da hem okulun içinde hem dışında demokratik, eşitlikçi, adil bir düzen kurmak için öğrencilerle, velilerle, meslektaşlarımızla birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Gramsci’nin ifadesiyle sistemin içinde sisteme karşı anti-hegemonik alanlar yaratmamız ve o özgür, eleştirel deneyim adacıklarını mevcut sistemin içinde kurmamız gerekiyor. Ancak bu sayede mücadelemizi güçlendirip, daha çok kişinin özgürleşmesine olanak sunmuş olabiliriz.
Eleştirel eğitimciler olarak bize düşen sorumluluksa öğrencilerimiz ile olan ilişkimizi sorgulayıp onu demokratik, eşitlikçi, kapsayıcı, diyaloğa dayalı bir hale getirmektir. Öğrencilerimiz ile birlikte öğrenmek, onlara soru sormak, soru sormalarına, araştırma yapmalarına, düşünmelerine olanak yaratmak çok önemlidir. Bunun için ders içerikleri ile öğrencilerin yaşamları arasında bağ kurmak gerekir. Onların kendi yaşam evrenlerine eleştirel bir gözle bakmalarını sağlayacak etkinlikler geliştirerek eleştirel bilinç kazanmaları için ortam sağlamak önemlidir. Okullardaki anti-demokratik, ayrımcı uygulamalar göz önünde bulundurulduğunda çocukların üstün yararı için eleştirel eğitimcilerin savunuculuk rolünü üstlenmesi de gerekebilir. Dezavantajlı öğrencileri korumak, onların haklarını savunmak, onlar ile birlikte her tür ayrımcılığa karşı mücadele etmek de eleştirel eğitimcilerin sorumlulukları arasındadır. Sınıf bazlı ayrımcılık, homofobi, kadın düşmanlığı, hayvanlara yönelik şiddet, yabancı düşmanlığı, engellilere karşı ayrımcılık, akran zorbalığı gibi konularda okulun tüm bileşenleri arasında bilinç yükseltme çalışmaları da yapılmalıdır.
Birol Alğan: Sayın hocam bu söyleşinin konusuna dair belirtmek istediğiniz düşünceleriniz ya da okuyuculara önerileriniz var mıdır?
Yasemin Tezgiden-Cakcak: Özgürleşme ile eğitim arasındaki bağlantıyı öne çıkaran bu söyleşi için ben teşekkür ederim.
Birol Alğan: Teşekkür ediyorum.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Eğitim Bilimleri Yazıları