Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

KADERİN OYUNU

Nilifer Bakır Kubilay

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 12 Aralık 2021 11:33 - Okunma sayısı: 1.363

KADERİN OYUNU

KADERİN OYUNU
Orta okul ikinci sınıfa geçtiği o yazdı. İki katlı evin birinci katında annesi, babası birde küçük kız kardeşiyle birlikte aynı evde yaşıyordu Gülden. Ablası evlenip evden gideli birkaç yıl olmuştu. Ama köy hayatı ablasına zor geldiği için, oda annesinin evine yakın bir ev tutmuş aynı sokağa taşınmıştı.
Annesi yaz tatilinde boş durmasın nakış işlesin diye, Çarşıdan nakış malzemeleri alıp getirir, ''boş durma nakış işle öğren bu işleri". Derdi.
Bir taraftan da ev sahiplerinin kendinden yaşça büyük iki kızı kendisini evlerine çağırıp, anlamadığı kitaplardan okurlardı. Çok sıkılırdı ama yine de kırılmasınlar diye giderdi. Oradan kalkıp eve gideceği zamanda, ev sahiplerinin kızları evde okuması için birde kitap tutuştururlardı koltuğunun altına. Evde onların verdiği kitabı okusa da bir şey anlamıyordu zaten. Kitaplar yaşına göre okunması ağır kitaplardı. Oysaki babası ev sahiplerine kesinlikle gitmemesi için tembih etmişti kendisini.
Gülden Almanya'dan yaz tatili için memleketlerine gelen komşularının getirdiği renkli moda dergilerine bakmayı, birde Orhan Kemal'in kitaplarını okumayı çok seviyordu.
Ablasının evine gitmek için annesinden izin aldı Gülden. Henüz yedi aylık bebek olan yeğenine bakmayı onunla zaman geçirmeyi çok seviyordu. Hele birde Gönül ablasının arkadaşı Bedriye oradaysa günün nasıl geçtiğini anlamıyordu. Ablasının evi aynı sokakta çok yakındı kendilerine. Kapıya vardığında kapının açık olduğunu gördü. Zaten sokaklarında hemen hemen herkesin kapısı açık olurdu. Herkes birbirine güvenir kardeşçe yaşarlardı. Ta ki bütün sokak sakinleri deli Bedriye'nin umulmadık olay gününü yaşayana kadar.
Ablası kapıdan içeriye girerken gördü kardeşini.
- Gel Gülden'im çok mu özledin yeğenini.
-Özledim valla. Annem otur nakış işle dedi ama canım hiç istemedi yeğenimi sevmeye geldim.
İçeriden gelen gülme sesinden deli Bedriye'nin orada olduğunu anladı.
-Kız ne nakışı daha yaşın kaç senin?
-12!
-He çok büyümüşsün nakış yapman lazım tabi. Allah'ım ya rabbim!
-Bir ayağını altına almış turuncu renkteki salon koltuğunda oturuyordu. Beyaz tenli, tombulcaydı o. Sarıya çalan kumral saçları ,dolgun dudakları ve bal rengi gözleri vardı. Sürekli kahkahalar atar gülecek bir şey bulurdu. Gülden en çok ta onun rengarenk giysilerini beğenirdi. Gökkuşağına benzetirdi Bedriye'yi. Neşeli, renkli, çılgın bir dünyası vardı. İlginç biriydi kimseye benzemiyordu o.
-Bedriye abla küpen ne kadar güzelmiş.
-He gülüm bende seviyom bunları. Evlendiğimiz zaman Mustafa abin aldı. Elini uzatıp yüzük parmağındaki yüzüğü gösterip, bak buda onun yüzüğü. Beyaz ellerine yeşil taşlı yüzük çok yakışıyordu.
Kulağına taktığı çiçek şeklindeki altın küpelerin üzeri, zümrüt yeşili minik taşlarla süslenmişti. Kocası Bedriye'yi çok sever istediği şeyleri almaya çalışırdı. Ama Bedriye hiç memnun değildi kocasından.
-Çok pısırık bir adam. Korkağın teki. Kafasını kaldırıp birine bakmaya cesaret edemez. Halbuki ben biraz girişken olsun azıcıkta kendine güvensin istiyom ama nerde.
Gerçekten de dediği gibiydi kocası. Utangaç yapılı bir adamdı. Mahalledeki hiçbir kadına kıza kafasını kaldırıp bakmazdı. Herkes çok severdi onun bu huyunu. Bir tek Bedriye sevmezdi nedense. Kucağında bebeğiyle Gönül söze karıştı.
-Ne istiyorsun melek gibi adamdan. Sen kötü adam görmemişsin görsen dört elle sarılırdın kocana.
- Sanki sen çok gördün Gönül. Deyip arkasından bir kahkaha attı.
-Yok ben memnunum eşimden. Bugüne kadar hiçbir kötü yanını görmedim.
Gönül mutfağa bir şeyler hazırlamaya giderken kucağındaki bebeğini Gülden'e verdi tutması için.
Mahallede oturanlar kardeş gibiydiler. Ermeni, Kürt, Türk karışık oturuyorlardı. Kimse kimseyi yadırgamaz birbirlerinin iyi gününde kötü gününde kardeşçe güven içerisinde yaşarlardı. Her evde gaz lambalarının yandığı, buz dolaplarının olmadığı o yıllardı. Kışın yaz sebzelerine meyvelerine hasret kalınan dönemlerdi. Yazın sıcaklarda at arabalarıyla kalıp buz satılırdı.
-Gülden git biraz buz al da gel. Cacık yaptım içine katalım soğusun da yiyelim serin serin.
-Tamam abla.
Kucağındaki bebeği Bedriye'ye verip mutfağa gitti Gülden. Yaşına göre ufak tefekti. Işıl ışıl bakan yeşil gözleriyle güldüğünde yanağında beliren gamzesiyle şirin bir kızdı.
Mutfaktan genişçe bir çinko kap alıp dışarı çıktı Gülden. At arabasına yaklaşıp biraz buz aldı. Ayı oynatıcılarının mahalleye geldiklerini gördü. Hızla ablasının evine girip, içi buz dolu çinko kabı mutfağa bıraktı.
-Abla ayı oynatıyorlar dışarıda gelin gidip bakalım.
-Sen Bedriye'yle git ben bebeği çıkarmayayım bu sıcakta.
Bedriye hemen kalktı koltuktan çiçekli mor elbisesiyle salınarak çıktı sokağa. Gülden arkasından koşturdu ayı oynatanların yanına gittiler beraber. Ayı oynatıcısı elindeki defi çalıp şarkı söylerken aynı zamanda da ayısını oynatıyordu. Aynın burnuna taktığı zinciri ileri geri hareket ettirerek ayıya istediği hareketleri yaptırıyordu.
-Koca karı hamamda nasıl bayılır, göster haydi kızım. Diyordu ayı oynatıcısı.
Ayıdan önce Bedriye kendini yerlere atıp yerde debeleniyordu. Ayıyı izlemeye gelen herkes gülme krizine girmişti. Eve dönerlerken çok eğlenmişti ikisi de.
Günler hızla geçiyordu. Güz gelmiş Gülden okula gitmeye başlamıştı. Yeğeni de yürümeyi öğrenmişti o zamanlar. Okuldan geldiği bir gün annesiyle ablasının konuşmalarına istemeden kulak kabartmış oldu Gülden.
-Anne ben inanamıyorum! O melek gibi adama bunu nasıl yapar Bedriye.
- Hiç bu mahalle böyle bir şey görmemişti kızım bugüne kadar. Şaşırmıştı bu duruma annesi.
Yakın komşusu Emine'nin kocasına kaçmak akıl almaz bir şeydi.
İnanamamıştı duyduklarına Gülden. Deli Bedriye hiç iyi bir şey yapmamıştı. Kocası Mustafa bunu hak etmemişti.
Bütün mahalle komşusunun kocası Şükrü'ye kaçan Bedriye'yi konuşur olmuştu.
Şükrünün beş çocuğu vardı. Karısı Emine çok korkardı kocasından. Dışarıdaki herkese iyi ama karısına ve çocuklarına zorba bir adamdı Şükrü. Uzun süre herkesin dilinde konuşuldu bu olay. Bedriye o günden sonra hiç sokağa çıkmadı. Ne yapar ne eder kimse bilmiyordu. Şükrü onu dışarı bırakmıyordu herhalde düşünüyordu mahalle sakinleri.
Gülden ve ablası da merak ediyordu Bedriye'yi. Kışa girmişlerdi her yer kar içindeydi. Akşam üzeriydi. Odada yanan soba ablasıyla Gülden'in uykusunu getirmişti. Bebek beşiğinde uyuyordu. Hızla vurulan kapı sesiyle kendilerine geldiler.
-Enişten geldi herhalde ben gidip bakayım. Dedi Gönül.
Kapıyı açtığında elinde küçük bir keseyle Emine'nin büyük oğlu duruyordu.
-Gel içeri bu soğukta durma kapıda.
-Gelmeyecem Gönül abla. Bu keseyi Bedriye anam Gülden'e gönderdi onun olacakmış.
-Ne o elindeki.
-Ben bilmem hiç bakmadım ufak bir hediye herhalde.
-Yok biz onu alamayız. Götür kendisine ver. Almaya çekinmişti Gönül. Arkasından seslenen Gülden.
-Ver onu, madem bana yollamış. Deyip aldı keseyi.
Emine'nin oğlu koşarak uzaklaştı. Ablası kızdı Gülden'e neden aldın diye. İçeri odaya gidip keseyi açan Gülden yeşil taşlı altın küpeleri gördü. Ablası ''Yarın hemen onu bir şekilde geri verelim babam çok kızar''. Dedi.
Tedirgin olan Gülden kafasını salladı olur diye. Hafta sonu olduğundan okula gitmemişti o gün. Sabah erkenden ablasının kapısını çaldı, eniştesi açtı kapıyı. Üzgün bir surat ifadesi vardı eniştesinin.
-Ne oldu enişte?
-Gel gel ablan sana söylesin ne olduğunu.
-Abla neden ağlıyorsun ne oldu?
- Gel Gülüm gel. Dün sana yollanan hediyeyi sakla sakın kimseye verme. Seni seven birinin içinden gelerek yolladığı bir hediyeydi o. Bedriye dün gece hayatına son vermiş.
Rengarenk dünyasını yaptığı bir hatayla yok eden Bedriye'ye çok üzülmüştü. Ağlayarak ablasının evinden çıktı yağan karın altında bir süre bekledi. O hayat dolu kadın soğuk bir günde sevdiği hayatı terk etmiş gitmişti. Gülden o gün her insanın kendi kaderini kendisinin çizdiğini anlamıştı...
11.12.2021
Nilifer Bakır Kubilay

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları