Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

UZAKLARA GİTMEK

Nilifer Bakır Kubilay

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 05 Aralık 2021 18:30 - Okunma sayısı: 1.475

UZAKLARA GİTMEK

UZAKLARA GİTMEK
Çok katlı bir binanın, sekizinci katındaki odasının penceresinden dışarıyı izliyordu. Öğlen vaktiydi. Çoğunluğunu yüksek yapıların oluşturduğu şehre bakıyordu. İleri derecedeki gözlüğünün camları arkasından gözlerini kocaman açmış, sol kaşını havaya kaldırmış, uzun boyu iri cüssesiyle bütün dağları ben yarattım havasındaydı. Pencereden baktığı şehre hükmeden bir kral gibi hissediyordu kendisini. Her nerede olursa olsun her şeyi avucunun içine alabilecek yetenekteydi. Çok güzel konuşur, karşısındakini konuşmasıyla etkisi altına alırdı.
Emekli olduktan sonra evin büyük salonunu kendine çalışma odası yaptırmıştı. Gününün büyük bir bölümünü odasında geçiriyordu. Kendince önemli ve yoğun işlerle uğraşıyordu. Emekliydi çalışmıyordu ama, odasındayken bile her işini telefonuyla ya da internet aracılığıyla yapıyordu.
Odasındaki duvarda asılı olan büyük aynayı çok severdi. Gün içerisinde sık sık aynaya bakar kendine tekrar tekrar hayran kalırdı. Kırlaşmış saçlarının arasında tek tük siyah saçları görünüyordu. Aynaya bakıp gülümsedi.
''Bir insana kırlaşmış saçlar bu kadar mı yakışır.'' O kendini her zaman çok sevmişti, adeta aşıktı kendine.
Üniversitede çalıştığı zamanlarda da oradaki kendisiyle birlikte çalışan bayan arkadaşlarının ona hayranlık duyup hatta âşık olduklarını zannederdi. Bir bayan arkadaşı ''bugün çok şıksınız hocam'' dese, ''biliyorsunuz ben her zaman güzel giyinirim'' derdi. Hep güzel ve temiz giyinir öz bakımını ihmal etmezdi. Evdeki karısı Ayşe'den hiç bahsetmezdi arkadaşlarına. Ayşe hayatında yokmuş gibi yaşardı. Oysaki evliliklerinin ilk yıllarında yakın çevresindeki insanlara, karısına aşık bir adam rolünü çok iyi oynamış Ayşe'yi kendisine aşık ettirmişti.
''Ayşe ben okula gidiyorum. Benim ceketleri kravatları kuru temizlemeye gönder. Gömlekleri pantolonları da yıkayıp ütüle. Hiç bakmıyorsun benim giyisilerime." Dedi.
Ayşe eşi değil sanki temizlikçisi, menajeri, aşçısı sıkıldığında hali hazırda bekleyen şamar oğlanıydı sanki. Hep kocası için yaşamış, hep onun önceliklerini halletme çabası içerisinde olmuştu. Çocukları küçükken, onları büyüttüğü zor zamanlarda kocasının varlığıyla yokluğu belli değildi.
Üç oğlunu da neredeyse tek başına büyütmüş okutmuş evden uçurmuştu. Kocasının kendince bir tek faydası olmuştu çocuklarına. Onlara baskı yaparak okumalarını sağlamıştı. Çocuklar büyüyüp mesleklerini ellerine aldıktan sonra hiç düşünmeden tek tek evden uzaklaşmış kendilerini kurtarmışlardı.
Büyük oğlu Amerika'da, ortancası İzmir'e, küçüğü de İstanbul'da ayrı ayrı yerlerde yaşıyorlardı. Anne ve babasını görmek için yılda bir kez ziyaretlerine geliyorlardı.
Odasında kahvesini içip şarkı dinlerken Ayşe kapısını tıkırdatıp içeriye girdi.
''Bugün biraz odanı temizliyeyim çok karışmış. Sende biraz dışarıya çık hava al istersen?''
''Yahu şurada bir kahve içirtmedin ağız tadıyla. Hep iş başka bir şey bilmezmisin? İş yapmaktan şu haline bak doksanlık nenelere dönmüşsün.''
-Ben yapmazsam kim yapacak evin işlerini Erdal Bey.
Yine üzmüş incitmişti karısını. Zaten tek bildiği oydu. Bütün işini yapan, hayatını kolaylaştıran karısına bu tarz konuşmaları çoğu zaman yapardı.
Söylene söylene çıktı evden. Binadaki komşularıyla karşılaştığında daha da havaya girer onlara küçümseyerek bakardı. Komşulardan birazı çekinirdi Profesör Erdal beyden. Onunla karşılaşmayı hiç istemezlerdi.
Ayşe'nin arkadaşları eve gelmeden telefon edip sorarlardı.
''Kocan evdeyse gelmeyelim o yokken haber ver öyle gelelim.''
Eğer eve erken gelirse Ayşe'nin arkadaşlarına hiç merhaba demez, odasına giderdi. Onun eve gelişinden rahatsız olan kadınlar kaçarcasına evden giderlerdi. Öyle zamanlarda Ayşe'de arkadaşlarının peşi sıra evden kaçıp gitmek isterdi.
Babası Ayşe'yi verdiği zaman, ''okumuş insandan zarar gelmez aklı başında olur seni üzmez kızım.'' Demişti. 45 yıllık evliliğinde neredeyse kim olduğunu unutmuştu Ayşe.
Yarım saat bile olmadan eve döndü kocası. Hiçbir şey demeden odasına gitti. Büyük salonu yarım saatte temizlemişti Ayşe. Odanın içi tek kişilik iki tane koltuk, bazalı bir yatak ve büyük bir kitaplığın önündeki masayla kaplıydı.
-Ayşe! Diye bağırdı gür sesiyle.
-Efendim!
-Sana kaç kere söyledim benim kitaplarıma dokunma diye?
-Yok dokunmadım sadece kitaplığın tozunu aldım.
-Bak şu kitabın köşesini ıslatmışsın. Elleme şu kitapları ya! ne anlamaz şeysin sen.
-Odanın tül perdesini yıkadım onu vereyim de tak Erdal Bey.
-Sonra takarım yemek yiyip uyuyacağım çok yoruldum.
Telefonu çalan Ayşe odadan çıktı. Telefondaki büyük oğluydu.
-Anneciğim nasılsın.?
-İyiyiz oğlum bildiğin gibi.
-Anne ben bir aya kalmaz gelirim Türkiye'ye. Dönüşte birlikte döneriz Amerika'ya kışı burada yanımda geçir istiyorum. Şimdiden haber veriyorum ki ona göre hazırlıklarını yapasın diye.
- Tamam da oğlum ,baban ne olacak.
- Hiçbir şey olmaz o bakar kendine. Kendini incitmez bilirsin. Sen kendine bak birazda yazık hep evin içinde onun hizmetindesin.
-Sen gel de hayırlısıyla bakarız oğlum.
Telefonu kapattıktan sonra odasına gidip dinlenmek istemişti Ayşe. Yaptığı temizlik işi onu yormuştu. Kocasının seslenmesiyle geri döndü mutfağa.
-Yemek hazır mı Ayşe?
-Birazdan hazır olur.
-Yahu gençliğinde de beceriksizdin halen yine aynısın. Çabuk ol çabuk!
Yorulmuştu dinlenmek istiyordu. Bıkmıştı artık her gün aynı şeyleri yaşamaktan. Kocasını ne yapsa memnun edemiyordu. En iyisi oğluyla Amerika'ya gitmekti biraz nefes alırdı hiç değilse. Ama gideceğini ona söylemeyecekti. Yoksa ne yapar eder aklını çeler gitmesine engel olurdu. Yemeği hazırladıktan sonra, kocasını yemeğini yemesi için mutfağa çağırdı.
-Erdal Bey yemek hazır gel de yemeğini ye.
Mutfak masasının sandalyesine oturur oturmaz, bir taraftan yemeğini yiyor bir taraftan da söyleniyordu. Her zamanki haliydi bu her yemekte bir şeylere bahane bulma huyu vardı. Ona göre ya yemek sulu ya koyu ya da yağlıydı. O konuşurken, sessiz adımlarla odasına gidip giyindi. Madem oğluyla Amerika'ya gidecekti çarşıya çıkıp bir şeyler almalıydı. Dış kapıya yaklaştığında,
-Erdal Bey ben komşuya kadar gidiyorum. Bugün kahve içmeye çağırdılar.
- İyi.
Kapıyı kapatıp gitti Ayşe. Karısı gittikten sonra, yemeğini bitirip odasına gidip bir sigara yaktı. Laptoptan bir şarkı açtı. Şarkıda ''sen kimseyi sevemezsin, sevmeyeceksin'' diyordu Zeki Müren. Camdan dışarı bakıp sigarasını içerken annesini hatırladı çocukluğuna gitti. En çok annesini sevmişti bu hayatta. Bir tek o anlamıştı oğlunu. Başkada kimse anlamamıştı onu. Gözleri yaşardı annesini çok özlediğini hatırladı. Çocukluğunda her sabah severek uyandırırdı annesi onu. ''Seni veren Allah'a kurban olurum oğlum. İyi ki sen varsın hayatımızda" derdi annesi. Bir dediğini iki etmezdi annesi de, babası da.
Okula ilk başladığında öğretmenleri onu hep takdir eder ailesine bu çocuk büyük adam olacak çok zeki derlerdi. Başarılı bir eğitim hayatı olmuş Profesörlüğe kadar yükselmişti. Sigarası bittikten sonra okumak için eline aldığı kitabını okumaya başladı. Okuduğu kitabın birkaç sayfasından sonra dayanamayıp uykuya dalmıştı.
Geç saatte evine dönen Ayşe çarşıdan aldıklarını odasına götürüp oradan da kocasının odasına doğru yürüdü. Sessizce odanın kapısını dinledi. Hafif horultu seslerini duyunca kocasının uyuduğunu anlamıştı.
Mutfağa gidip kahve yaptı kendisine. Mutfaktaki masanın tahta sandalyesine oturup masanın üstündeki güllü lokumdan bir tane alıp kahvesini yudumladı. Kahvesi bittikten sonra kocası uyanıp mutfağa gelmeden, aceleyle oturduğu sandalyeden kalkıp, kahve fincanını yıkayıp mutfak dolabına kaldırdı. O şimdi gelip görürse ''arkadaşlarına kahve içmeye gitmedin mi sen? Diye sorardı.
-Amerika'ya gittiğimde acaba buraya tekrar geri dönmesem mi diye düşünüyordu. Koca bir hayatı kocasının yanında onu memnun etmekle geçirmişti. Ama hiç memnun edememişti kocasını. Aşağılanmaktan, hor görülmekten yok sayılmaktan yorulmuştu artık. Evet kararını vermişti. Gidip geri dönmeyecekti, yaşayabildiği kadar kalan ömrünü oğluyla geçirecekti.
Odasına gidip televizyonu açtı. Televizyondaki diziye takıldı gözleri. Dizideki genç adam karşısındaki güzel ve şık kadına bağırıyordu.
''Sen başkalarının acılarından mutlu olan bir vampirsin.'' Diyordu genç adam.
İzlediği diziye bayağı dalmıştı ki kocasının sesiyle kendine geldi.
Ayşe!
Efendim!
'' Odamın tül perdesini getir de takayım.'' Ayşe'nin televizyon izlediğini görünce,
''Bu basit dizilerden ne anlıyorsun bilmem ki.''Dedi.
Ayşe sessizce yerinden kalkıp, perdeleri takması için getirip kocasına verdi. Uzaktan perdeleri takan kocasını baktı. O kadar kibirliydi ki bu kibiri ve bencilliği yüzünden ,çocuklarının ve eşinin yaşamını alt üst etmişti. Derin derin nefes aldı Ayşe. Oğlunun Amerika'dan döneceği günü dört gözle bekliyordu. Uzaklara gitmek istiyordu çok uzaklara, ardına bile dönüp bakmadan...
3.12.2021
Nilifer Bakır Kubilay.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları