Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 05 Ekim 2021 20:07 - Okunma sayısı: 2.245
Öz Terapi kitabının yazarı Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak ile SÖYLEŞİ
“Biçimden Öz’e - Kapak tasarımından İçeriğe - Yansımalar”
Söyleşiyi Yapan: Doç. Dr. Hanife Akgül
H. Akgül - Sevgili hocam, öncelikle son kitabınız için sizi tekrar kutlamak isterim. Kitap geldiğinde bir süre elimde tuttum, evirip çevirip inceledim. Renk ve kapak tasarımı ile de çok özgün bir kitap izlenimi veriyor.
B. Yeşilyaprak - Haklısın.. Benim için gerçekten öyle. Renginin mor olacağı konusunda kararlıydım ama kapak tasarımı üzerinde günlerce, hatta haftalarca düşündük, araştırdık, kararsız kaldık. Öyle ki yayınevinde kapak tasarımı yapan arkadaş bana değişik tasarımlar gönderdi ama bir türlü istediğim gibi olmadı. Sonra bir gece uykum kaçtı, kalktım ve internetten özellikle sürrealist ressamların resimlerini incelemeye başladım. Sonunda Picasso’nun bu resmini görünce “İşte bu!.” dedim. Saat gecenin 03:30 sularıydı sanırım.
H. Akgül - Peki, bu resmin sizin için özel bir anlamı var mı?
B. Yeşilyaprak - Aslında resmi görünce anında bir bağ oluştu armızda ve karar verdim, hemen tasarım yapan arkadaşa gönderdim. Ertesi gün resim üzerine biraz inceleme yapınca –kendimce- ne kadar uygun bir seçim yaptığımı anladım. Sosyodrama konusunda uzman Moreno ; “Hiçbir seçim tesadüf değildir” der. Ben de bu tercihimde bir kez daha Moreno’ya hak verdim.
H. Akgül - Nasıl hocam? Merak ettim. Biraz anlatır mısınız bu ilişkiyi.
B. Yeşilyaprak - Elbette. Ön kapaktaki resim Picasso’nun “Ayna Karşısında Kız” (Girl before a mirror/ Girl in front of mirror) isimli tablosu. Picasso bu resmi 1932 yılında yapmış. Resimdeki model, o dönemdeki genç metresi Maria-Therese Walter.
Resme baktığımızda, aynaya bakan bir kadın görüyoruz. Sol tarafta kendisi, sağ tarafta ise aynada kadının yansıması. Solda duran genç kadının yüzünün yarısı tıpkı maske takmış gibi makyajlı ve süslü. Diğer yarısı ise açık ten renginde ve hüzünlü bir bakışla aynaya bakıyor. Kadının aynadaki yansımasına baktığımızda gerçeğine oranla daha koyu ten rengi, gözleri yerinde siyah büyük delikler ve orantısız bir vücut görüyoruz. Bu, genç bir kadının yaşlılığa gidişi, yaşlılıktan korkusu, yaşlanmaya bakışı; bir bakıma hissettiği olumsuz duygu ve düşünceler...
Resimdeki genç kadının doğal görünümü ile aynadaki görünümünün farklı çizilmesi; benim kitabımda anlatılan ‘kahraman’ açısından da bir metafor olarak düşünülebilir. Resimdeki modelin gerçek görüntüsü aynada ‘bozulmuş’ ve ‘orantısız’ bir şekilde yansıtılmıştır. Gerçek, her zaman dıştan göründüğü gibi değildir. Ben bu kitapta içe bakıp dışa yansıtma yapmaya çalıştım, tıpkı Picasso’nun resmindeki gibi, dıştan görünen ‘insan’a, içten bir ayna tutmayı denedim.
Gerçeğinde değil ama aynadaki görüntüde gözyaşı vardır. Gerçek ile görüntü ‘aynı’ değildir. Ya da görünen her zaman gerçeği yansıtmaz! Benim her zaman gülümseyen ve enerji dolu yüzümün ardındaki gerçeği okurlara yansıtmaya çalıştım. Hep takdir edilen ve başarılı görünen kişinin bir diğer yüzünde (belki gerçeğinde) nasıl başarısızlıklar, engeller, hüsran ve gözyaşı da olduğunu görsünler istedim.
Resimde modelin masum bir kızdan, kadınlığının farkında olan ve ressamın aşık olduğu bir kadına dönüşmesi, hem sakin hem daha canlı halleri, hem gençlik hem yaşlılık halleri, şimdi ve gelecek gibi değişimler iç içe resmedilmiş.
Bu açıdan bakıldığında kitabımda kendimi de geçmiş, şimdi ve gelecek, bir oluşum ve değişim süreci içinde, farklı zamanlarda, farklı haller içinde anlatan bir kurgu oluşturmayı denedim. ‘Şimdi’ yani şu an içinde geçmişi ve geleceği de kurgulayarak dönüşüm ve değişimi anlamaya, irdelemeye çalıştım.
İşte böyle anlamlar yükleyerek kitap kapağındaki resmin, içerik ile çok uyumlu olduğunu düşündüm.
H. Akgül - Haklısınız hocam. Gerçekten de anlamlı bir seçiş olmuş. Peki, mor rengi seçişinizin anlamı var mı?
B. Yeşilyaprak - Evet.. Gelelim kitap kapağının iç ve dış tasarımının mor renkte olmasına..
Öncelikle, sevdiğim bir renktir ve sıklıkla kullanırım bu rengi.
H. Akgül - Sevgili hocam, izin verirseniz siz açıklama yapmadan ben bu konuyla ilgili eski bir yaşantımı anlatmak istiyorum:
Hocam, kitap benim elime ulaştığında birden kitabın rengi ile ilgili bir anı geldi aklıma, siz de hatırlar mısınız bilemedim. Doktora ve yüksek lisans ders dönemi bitince bize yemek vermiştiniz. Masadaki konuşmalar sırasında bize sormuştunuz ‘beni hangi renk olarak tanımlarsınız?’ diye. Ben de “mor” demiştim. ‘Doğada ender bulunur, sanatın ve sanatçının rengidir’ diye. Depresyonun ve lüksün rengi de diyorlar ama ben bu kısma inanmıyorum. Gerçekten sizi yansıtan bir renk ve tasarım olmuş kitap kapağı.
B. Yeşilyaprak - Doğrusu şu an anımsayamadım ama sevindim senin de beni mor renk ile tanımlamana. Genellikle bu rengi daha çok kadınlar benimsiyor. Ancak hemen şunu da belirtmeliyim ki ben, senin katılmadığın kısma da katılıyorum:
Mor, asaletin rengi kabul edilir. Zarafeti, romantizmi, duygusallığı ve tutkuyu simgeler çoğuna göre.
Mor renge baktığımızda iç gözlemlere, derin düşüncelere dalmak mümkündür. Bu yüzdendir ki mor renk, filozofların rengidir. Bu renkte hayal gücü ve maneviyat kadar yaşamın anlamını arayanların; yaşamın akıl ve duygu bütünlüğünü, anlayış ve kabulü, sihri, gizemi, bilinçaltını, yaratıcılığı, bilinmezliğe saygı duyarak keşfetmeyi sürdürmelerini ifade eder.
Mor rengin sembolik olarak kuşaklar arası bölünmeyi simgelediği, ancak empatiyi güçlendirdiği, tarafsız ve uygar olduğu, orjinalliği ve özünde aşkı yansıttığı söylenir.
Tüm bunların yanı sıra mor renk, bilindiği gibi “depresifliği” yansıtır. Kaos ve kargaşaya karşı olumsuz tepkiler ortaya çıkarabilir. Mor renk, özellikle kadınların yaşadığı acıları (şiddet, engellenme vb) simgeler. Bu açıdan da kitabın içeriğini yansıtan bir renk olduğunu kabul ediyorum çünkü bu kitap kuşaklar boyu kadınların ‘Sosyal yazılım’ nedeniyle yaşadığı engellenmeleri ve travmaları anlatıyor.
H. Akgül - Evet, tam da bu noktada kitaba ilişkin “Özel Söz”ünüz ile bir bağlantı olmalı diye düşündüm.
B. Yeşilyaprak - Doğru, çok haklısın. ‘Özel bir söz’ verdim ve kitabın telif ve satış gelirlerinin tümüyle ‘Kadın Hakları’ konusunda çalışan Sivil Toplum Kuruluşlarına bağışlayacağımı duyurdum.
H. Akgül - Çok anlamlı bir söz bence, bir kadın olarak bunun için size özel teşekkürlerimi sunmak isterim. Hocam bir de izninizle bu konuda eski bir Anadolu geleneğini anmak isterim. Özellikle Yörük kızlarının çeyizinin en altına mor renkte bir cepken konurmuş (hiç giymemesi dileğiyle). Eğer evlendikten sonra kadın o mor cepkeni giyip herkesin göreceği bir yere çıkarsa ‘evliliğinde mutsuz olduğunu, ihanete veya şiddete uğradığını ifade etmiş olur, herkes kadının yaşadıklarını anlar, hiç soru sormadan ona sahip çıkar, destek olurmuş. Erkek de bu utancı yaşar, toplum içine çıkamazmış.
B. Yeşilyaprak - Doğrusu bu yörük adetini bilmiyordum Hanife. Çok ilginç! Evet, bir kez daha “Hiçbir seçiş tesadüf değildir” sözünü doğruluyor bu anlattığın eski Anadolu geleneği. Mor rengin özel anlamları beni etkilemiş. Bunu paylaştığın için gerçekten teşekkürler.
H. Akgül - Peki, iç kapakta küçük bir şiir var. Okuduğumda onun da özenle seçildiği anlaşılıyor. İzninizle paylaşmak isterim:
…
Orada bir merdiven var
Her zaman orada o merdiven
Masumca asılı
Geminin kenarına yakın
Aşağıya iniyorum.
Batığı incelemeye geldim.
Verilen hasarı görmeye
Ve ortalığa saçılmış hazineleri..
…
B. Yeşilyaprak - Bu şiiri görünce hemen vuruldum; tam da benim yapmaya çalıştığım süreci anlatıyordu bu dizeler.. Adrienne Rich tarafından 1984 yılında yazılmış ‘Batık Gemiye Dalmak’ şiirinden aldım. Çünkü şiirde ifade ettiği gibi içimizdeki okyanusa iniş merdiveni hep o geminin kenarına asılı (masumca) durur ve bir gün aşağıya inmek için onu kullanmamızı bekler. Bunu biliriz bir çoğumuz ama aşağı inmek isteği ya da cesareti bulamayız kendimizde.. Aşağıdaki o ‘batık’ ile yüzleşmekten korkarız. Ben de bunu yapmak için 66 yıl beklediğimi görüp şaşıyorum kendime. Evet aşağıya inmek ürkütücü çünkü bilinmez bir ülke gibi.. Ancak kendi adıma söylemeliyim ki içimizdeki okyanusu incelerken batığın hasarlarını görüp onarmak kadar ortalığa saçılmış hazineleri görmek de çok kıymetli.. Paha biçilmez bir zenginlikle çıkabilirsiniz o merdivenden yukarı..
H. Akgül - Evet, anlıyorum. Bu sözleriniz teşvik edici doğrusu. Kitabınızı okuyanlar sizin gibi buna cesaret edebilecekler mi dersiniz?
B. Yeşilyaprak - Dilerim öyle olur ancak bu konuda yorum yapmaktan kaçınıyorum doğrusunu istersen.. Öncelikle okuyucuların tepkilerini-kitaba ilişkin yorumlarını heyecanla bekliyorum. Arka kapakta belirttiğim gibi;
kitap, içinde pek çok hayat barındırıyor ve onlardan hiç değilse biri okuyan kişilerin hayatıyla temas edebilir.. O temas parçasına tutunarak kendi hayatlarının izini sürebilirler. Anlatılanlar belki okuyan kişinin kendisi ya da tanıdığı kişilerin öykülerine benzeyebilir.. Belki bir yerlerde benim gördüklerim ile okuyanların gördükleri çakışabilir, belki teğet geçebilir.. Neler görecekleri; bu kitabı okurken onların ellerindeki feneri nereye ve nasıl tuttuklarına bağlı olarak değişebilir kuşkusuz..
Yine de kitabı okuyan herkesin, kitapta anlatılan ‘insan’ı anlayacağına inanıyorum. Kuşkusuz ki bazıları yanlış anlayacaktır ama ‘doğru’ ve ‘yanlış’ diye düşündüğümüz nedir ki; tekinsiz bir belirsizlikten başka!.
H. Akgül - Peki hocam, bu söyleşide kitabın içeriğine çok girmek istemiyorum ama “Öz Terapi” yeni bir uygulama mı? Siz bu kitapta ne yaptığınızı kısaca açıklamak isterseniz neler söylersiniz?
B. Yeşilyaprak - Hayır, öz terapi yeni bir uygulama değil elbette. Temelde yapmaya çalıştığım şey, insanın kendini anlama çabası.. Delfi Tapınağı kahininin 3000 yıl önce önerdiği “Kendini Tanı” uyarısını; “çıplak hakikat, getirmesi olası felaketlere rağmen, ‘ihtişamın doruğu’ olarak yaşanır” dizelerini izleyen bir çok kişi; Aziz Augustinus (MS 354-430)’dan başlayarak, Ebu Hamid Al Ghazali (Gazali 1058-1111), Lev Tolstoy (1828-1910), Jean-Jacques Rousseau( 1712-1778) gibi kültür tarihinde bilebildiğimiz pek çok ünlü isim, yapıtlarında kendileri ile ilgili sırları ‘itiraf’ ettikleri eserler ortaya koymuşlardır. Aslında kültür ve sanat alanında eserler ortaya koyan yazarlar, sanatçılar bir şekilde kendini ve diğer insanları tanımaya- anlamaya çalışırlarken kendi içlerine doğru bir yolculuk yaparlar bir bakıma... Terapistlerin de Freud’dan başlayarak, C. G. Jung, Karen Horney, A. Adler ve diğer pek çok analistin kendilerini incelemeye dönük çalışmalarını içeren kitaplarını biliyoruz. Çağdaş psikiyatristlerden Irvin D. Yalom’un son kitapları da bir bakıma öz terapi olarak kabul edilmektedir.
Elbette ben kendimi bu ünlü isimlerle bir sıralama içinde görmüyorum. Ben ‘ünsüz’ ve sıradan bir kişi olarak, terapi alanında bildiklerimle kendi travmalarımla yüzleşmeye, kendi hayatımı gözden geçirmeye, eski yaralarımı ‘şimdi’ye getirerek iyileştirmeye çalıştım. Terapist- Danışan ilişkisini kendimle kurmayı denedim. Bunu bir ‘deneme’ olarak düşündüm. Çünkü bu yola çıkarken ne yaşayacağımı bilmiyordum. Bu yolculuk beni sarstı, hırpaladı, savurdu, dağıttı ve sonunda parçalarımı tekrar birleştirip bütünleşmemi sağladı diye hissediyorum. Kitabı takdim ederken söylediğim şu üç kelimeyi tekrarlayarak tamamlamak istiyorum bu söyleşiyi:
“Yaşadım. Yazdım. Özgürleştim.”
H. Akgül - Sevgili Hocam, şunu özellikle belirtmeliyim ki siz de bizim yani Türkiye’nin ünlüsü, psikolojik danışma alanında öncü bir isimsiniz. Bu anlamlı söyleşi için çok teşekkürler. Ben de sizin Önsöz’de söylediğiniz cümle ile bitireyim:
“Kitabı okuyacaklara iyi okumalar, iyileştirici okumalar”
B. Yeşilyaprak - Ben teşekkür ederim bu söyleşi için sevgili Hanife. Seninle ilişkimiz de önce öğrenci, sonra meslektaş olarak keyifli ve geliştirici bir süreç oldu her ikimiz için de, tıpkı bu söyleşi gibi!..
01 Kasım 2024 14:01
07 Kasım 2024 20:34
01 Kasım 2024 14:27
12 Kasım 2024 20:27
03 Kasım 2024 21:01
05 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
01 Kasım 2024 21:43
20 Kasım 2024 20:01
03 Kasım 2024 20:23