Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Selam ile başlayıp selam ile biten...

Serpil Arı Yılmaz

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 20 Ocak 2021 21:01 - Okunma sayısı: 1.396

Selam ile başlayıp selam ile biten...

Selam ile başlayıp selam ile biten...

Annemin, ablama yazdırdığı bir mektup geldi şimdi aklıma ben henüz okuma yazma bilmiyordum. Sehpanın başında kardeşim ben ablam annem heyecanla annemin söyleyip, ablamın orta hızda yazdığı kağıda kilitlenmiştik??Annem habire selam yazdırıyordu bizden memleketine...

Çok heyecanlıydı!!! bir anneme bakıp, bir ablamın yazdıklarını okuyamadan takip etmek, zarfa konup zarfın ağzını binbir özenle yalayıp kapatmanın zevkine o zamanda bizler erişemedik ?? bu büyüklerin işiydi çünkü. Bir kağıt, bir zarf öyle kolay bulunmuyordu hemen. Her okul yanında bir kırtasiye yoktu şimdi ki gibi.

Yıllardır hiç kimseye mektup yazmadığımı da sizin vesileniz ile fark etmiş oldum.

Bu sabah uyandığım an da hissedilir bir serinlik vardı odanın içinde. Günlerdir beklenen ama bir türlü bizim şehrimize gelmeyen, kimilerinin çok sevdiği, kimilerinin bir eziyet olarak gördüğü her yıl şehrimize bir kaç günde olsa mutlaka uğrayıp geçen, önce bayramlıklarını giymiş bir çocuk gibi sevimli görünen, sonra bayramın ilk akşamı bütün gün yaramazlıklar yaparak üstünü kirleten bir çocuk gibi karman çorman görünen...

Kimi ağaçlarda kırlaşmış saçlar gibi, kimi ağaçlarda bir gelini andıran, kuşları kuytularına çeken, bulutların rengini ala bula gösteren...

Evlerin çatısını, eski yeni demeden eşitleyen...hepsini aynı renk ve görüntüye bürüyen...

Yol kenarında duran arabaları sahipsizleştirip, hiç kullanılmıyorlarmış gibi gösteren...

Ama çocukları çığlık artıracak kadar mutlu eden, gözlerini sevinç ile kor kor parlatan, yerlerinde durdurmayıp zıp zıp zıplatan, dışarı çıkabilmek için yalvartan,

Ama herkese Eşit davranmayan!

Kışın en sansasyonel misafiri “Kar” nihayet bu sabah şehrimize teşrif etmişlerdi.

Kar, “zenginin neşesi, fakir’in çilesi” demişler.

Birileri kar ile mutlu olurken birileri ağız dolusu küfrü basıyordur herhalde diye düşünüyorum ben.

Ben hangisiyim bu iki tercih arasında diye merak edecek olursanız şayet sanırım küfrü gönderenlerdenim...

Neden mi?

Okuyun bakalım elbet vardır bir nedeni??

Sabah camlarından dışarıyı izleyen onlarca kişiden birisi de bendim. Bulunduğum pencereden caddeyi gayet net olarak görebiliyordum. Kimisi fotoğraf çektiriyor, kimisi kar topu oynuyor, kimisi çizgi filmlerdekine hiç benzemeyen kardan adamlar yapıyordu.

Her şey olağandı ta ki üstünde montu olmayan, elinde bir yemek tepsini sanırsam fırına götürmeye çalışan dokuz on yaşlarında bir çocuğu görünceye kadardı bu güzel manzara...muhtemelen bir apartman görevlisinin oğluydu. Kar da evlerinde rahat etmek isteyen üst kat sakinlerinin öğle yemeği için çoktan hazırlıkları başlamıştı demek ki!

Üşüyen ve tepsiyi düştü düşecek şekilde götürmeye çalışan çocukla beraber çile başlamıştı işte...

Devam ettim bakmaya az ileride işe gitmek için durakta bekleyen insanlar ve durakta duran otobüsten inen insanlara takıldı gözüm.

Kaç tanesinin ayakkabısı su geçirmiyordu acaba?

Kaç tanesi üşümeden atlatabilmişlerdi bu sabah yatağından kalkıp iş yerine gelmenin şokunu.

Sonra düşünmeye devam ettim, Şehrin kırsalları geldi gözümün önüne...

Bacalardan çıkan dumanların birbirine karıştığı, kimin ne yaktığı belli olmayan dumandan gelen koku ve is’i...

Devletin unuttuğu bu mahallelerde karları eritsin diye sokak ortalarına dökülen külleri...

Ellerini birbirine sürterek, ayakları çorapsız, babası tarafından el makinesiyle kesilen üç numara tıraşlı, bakkala iki borca ekmek almak için koşan erkek çocuğunu...

Mahallenin dükkanlarında ki çırakların ellerinde paspaslarla ustaları içerde kendileri kapı önünde buz gibi havada kar temizlemelerini...

Servis bekleyen ve bekledikleri yerde iki avuçlarını ağızlarında birleştirip üfürerek ısınmaya çalışan fabrika işçilerini...

Son poşet kömürünü de bu sabah sobaya atan ve kara kara akşama ne yakacağını düşündükçe üşüyen; o bilmem kim ablayı...

Sekiz aydır iş bulamayan ve evdeki üç beş işe yaramaz elektronik eşyaya göz gezdiren ve acaba satsam para eder mi diye düşünen beş çocuk babası; otuz iki yaşında ki bilmem kim abiyi...

6 çocuk büyüten, yıllarını modern köleliğin kollarında çürütüp, fabrikadan emekli olan ama hayırsız evlatları tarafından maaşına kredi çektirilip bir ekmeğe muhtaç olan bilmem kim amcayı...

Sanki hiç genç olmamış, sanki hiç ömür yaşamamış, sanki hiç kimseye bir yardımı dokunmamış, sanki hep 75 yaşındaymış gibi muamele gören ve yatağından kalkıp var olan kömürünü sobaya atacak mecali olmayan, tuvalete dahi gidemeyen, bir odanın içinde bir yatağa mahkum edilmiş soğuktan burnunun ucu kızarmış, tir tir titreyen; bilmem kim teyzeyi...

Bunlar geldi aklıma Hocam ve bunun gibi nice dramlar...

Belki de bu yazdıklarım, şu an biryerlerde çok daha fazlasını yaşayanlar için bu da bir şey mi dedirtecek örnekler.

Herkesin derdi kendine ağırdır derler ya.

Bazıları dertlerle yarışmaya gelmiş gibiler bu dünyaya, kimisi bu savaşı yeniyor, kimisi heba olup gidiyor...

Sokaklar kimsesiz, bir başına dolaşan, üstüne başına bakalıp mecnun diye adlandırılan ama aslında hiçte mecnun olmayan yokluğun ve belki hatalarının bedelini yaşayan nice insanlarla dolu.

Aslında hayatın sosyal medyaya atılan kar fotoğraflarıyla çokta bağdaşmadığını asıl hayatların evlerin içinde bilmediğimiz, tahmin bile edemediğimiz şekilde saklandığını düşünüyorum.

Size karlarla ilgili yaşadığım bir çok anımdan bahsetmek isterdim aslında ama şimdi daha ilk mektubumda aman be serpil amma da uzatmışsın yeter yahuu dediğinizi duyar gibiyim??

Yine de ikinci mektubumda karlarla ilgili bir iki bir şey anlatmak istiyorum.

Siz de merak ederseniz tabii...

Serpil Arı Yılmaz

19 Ocak 2021

Şehitkamil/ Gaziantep

& quot;

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları