BİLMEK ÜZERİNE

Fikir Yazıları - Rasim BAKIRCIOĞLU

BİLMEK ÜZERİNE

Rasim BAKIRCIOĞLU

Bilmek önemli; bundan kimsenin kuşkusu yok; ama öncelikle kimi, neyi bilmemiz gerekiyor?

Başta kendimizi; kim olduğumuzu, ne olduğumuzu; kim, ne olmadığımızı; ateş olsak ne kadar yeri yakabileceğimizi bilmemiz.

Hem gerçek kendimizi hem olmayı düşlediğimiz kendimizi hem de bu ikisi arasında uçurum olup olmadığını; düşlediğimiz kendimizin, gerçek kendimizden yola çıkılarak varılabilir yerde olup olmadığını bilmemiz gerekiyor. Bizi, ne dev aynası ne de cüceler aynası doğru olarak görüntülüyor; bizi olduğumuz gibi gösteren, düz aynadır.

Peki; ne işe yarıyor kendimizi bilmek?

Say say bitiremeyiz, bunun erdemlerini. Bir kez, verdiği ruhsal acıyla bizi derinden sarsan, ekşi sirkeye dönüşüp küpüne zarar vermeye başlayan ya da yatağından taşarak çevresinde hesapsız yıkımlara yol açan duygulardan uzak tutuyor bizi. Korkuymuş, kaygıymış, öfkeymiş, kapımızı çalamıyor ikide bir. Bizimle alıp veremediği fazlaca bir şeyi olmuyor o türden duyguların.

Korku, kaygı, tedirginlik, kendilerini sıklıkla cüceler aynasında görme, eksiklik karmaşasının etkisindeki kişilerin karabasanı olarak ortaya çıkıyor daha çok. Öfke ve türevleri ise özellikle kendilerini dev aynasında görerek eksiklik karmaşalarının verdiği onulmaz acıyı hafifletmek uğruna, sırtlarına geçirdikleri aslan postuyla ortalıkta dolaşanların ziyaretçisi oluyorlar.

Kendini bilenler, kendi gerçekleriyle yüzleşebilmiş olanlar ise yaşamlarını özgüven, özdeğer ve özsaygısı edinmiş olmanın erinciyle sürdürüyorlar. Çünkü onlar, güçlerini karanlık sokakların çıkmazlarında umarsız çırpınışlarla çarçur etmiyor; kaldırabilecekleri yükü omuzlama ve menziline eriştirme yolunda kullanıyorlar.

Onlar, yalnızca gönüllerinin çektiği işlerin değil; güçlerinin de yettiği işlerin ardına düşüyorlar. Tuttukları her işi, ömürleri boyunca işleye işleye tüketemeyecekleri bir gizil gücün sahibi olduklarının bilinci ve altın arayıcısının sabrı ile başarma çabasını gösteriyorlar. Sonuçta tüm duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını aralıksız yenileme, geliştirme ve zenginleştirmenin mutluluğunu yaşıyorlar. Her gün, pek çok kişinin farkında bile olmadığı ayrıntı lezzetleri tatmanın, zor ayrımsanan güzellikleri görmenin ayrıcalığını taşıyorlar.

Böylece yüzlerine yerleşen gülümsemenin ve üst beyinlerinde oluşan bilincin desteğinde, hem kişisel dünyalarını ışıtıyor hem de içinde yaşadıkları toplumun; giderek de tüm insanlığın biraz daha insanlaşmasında etken olan ürünler ortaya koyuyorlar. Onların bu yapıp ettikleri çoğaldıkça, insanlığın belleğindeki umut, biraz daha güçleniyor.

Eğer bir gün, ayrım gözetmeksizin tüm çocukların bedensel, güvenlik, sevgi, saygınlık ve kendini gerçekleştirme gereksinimlerini doyurucu düzeyde ve dengeli bir biçimde gidererek büyümelerini sağlayacak toplumsal-ruhsal ortamı yaratmak için insanlığın kolları sıvadığını görürsek, bilelim ki bu atılım, insanca yaşanacak bir dünyanın kuruluş habercisi olacaktır. Böyle sağlıklı bir adım atılmadığı sürece insanlık, sayıları artan büyüklük hastalarının sürekli bir yangın yerine çevirmekten geri durmayacakları bir dünyada yaşamayı sürdürecek demektir.

& quot;

& quot;

& quot;