DEMOKRASİ TARTIŞMALARI: MODERN DEMOKRASİ ANTİK DEMOKRASİNİN DEVAMI MIDIR?
Armağan Öztürk
Modern demokrasiler kendilerini antik demokrasilerin devamı gibi gösterme eğilimdedir. Bu eğilim Atina polisi ile Roma Res Publica’sından kalan siyasal kültürel mirasının bugüne aktarılması noktasında oldukça belirgin hale gelir. Monarşiye karşı demokrasi veya demokratik cumhuriyet savunusu meşruiyet kaynağı olarak antik dönemdeki tecrübeyi yüceltir. Tabii bu yüceltme biçiminin aynı zamanda bir yeniden tarih yazımına karşılık geldiği ve her yeni tarih yazımında bir benzeri görüldüğü üzere gerçekliğin beklentiler doğrultusunda yeniden şekillendiği unutulmamalıdır. Örneğin Antik Atina’da özgürlük ve hak gibi kavramlar tam anlamıyla yerleşmemiştir. Bireylerin polis karşısında onları komünün müdahalesinden koruyacak ayrıca hakları yoktur. Dahası halkın en az yarısı tam vatandaşlık haklarından da yararlanamıyordu. Bu nedenle Benjamin Constant gibi düşünürler antik dünyadaki özgürlükle modern dünyadaki özgürlüğün birbirinden farklı içeriklere sahip olduğu tezini işledi. Rousseau örneğinde görüldüğü üzere antik dönemi modern zamanlarda taklit etmek büyük felaketleri beraberinde getirebilirdi.
Tam da bu noktada şu soru sorulmalı: Modern demokrasilerin antik demokrasiden farkı bu iki dönemi iki farklı kıstas üzerinden değerlendirmemize yol açacak kadar büyük mü? Meseleyi irdelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Şüphesiz ki, Antik dönemdeki demokrasi ile modern dünyadaki demokrasi arasında bir dizi fark var. Bu farkların her biri aynı zamanda iki tarihsel kesit arasında yapısal ve epistemolojik kopuşlara işaret etmekte.
Antik demokrasi doğrudan, modern demokrasi ise temsili demokrasi prensibi üzerine inşa edilmiş durumda. Tabii doğrudan demokrasiyi mümkün kılan şey kent devleti formu. Atina örneğinde polisle demokrasi arasındaki özdeşlik oldukça yüksek. Roma ise pek çok bakımından Atina’nın soluk bir kopyası. Roma’yı ilginç kılan unsurlardan biri Akdeniz ve Avrupa’da ilerleyip devasa büyüklükte bir devlete dönüştüğü anda bile aslında ülkeyi fiilen Roma polisinin vatandaşlarının yönetiyor olması gerçeğinde saklı. Belki devlet düzeni bakımından değil, ama kesinlikle vatandaş-devlet ilişkileri bağlamında Roma Res Publica’sı Roma Polisinde kristalize oluyor. Roma çok uzun bir süre birden fazla vatandaşlık hukukun aynı anda geçerli olduğu, imparatorluk sınırları içindeki pek çok kentin özerklik statüsü sayesinde kendi kendini yönettiği bir ülke olmaya devam etti. Roma Res Publica’sının cumhuriyetten imparatorluğa dönüşümü ise antik demokrasi deneyiminin sonu. Bu çöküşle birlikte yaklaşık en az bin yıl yurttaş katılımına dayalı demokratik cumhuriyet tarihin tozlu sayfalarında kalmış tozlu bir anıya dönüşüyor. Erken Rönesans konjonktüründe ve Floransa gibi kent cumhuriyetlerinde demokrasi bir fikir ve bir pratik olarak tekrar ön plana çıkmakta.
Antik demokrasilerdeki yurttaş temelli katılımcı doğrudan demokrasi gerçekliğine karşı modern demokrasilerde temsili demokrasi formu yürürlükte. Temsili demokraside yüksek düzeyde bir yurttaş etkinliği ve katılımcı siyasete ihtiyaç yok. Bu bağlamda modern demokrasilerde yurttaşın pasif bir özne haline geldiği ve katılım yoksunluğunun demokrasiyi elitler tarafından idare edilen örtük bir oligarşi seviyesinde tuttuğu eleştirileri önemli. Ancak antik dünyayla modern dünya arasında katılım üzerinden yapılan dikotomik karşılaştırma pek çok açıdan son derece abartılı. Antik demokrasilerde yoğun bir yurttaş katılımı olduğu doğru. Tabii bu doğrunun ne anlama geldiği noktasında başka doğruları da tartışmaya eklemek gerekir. Antik demokrasi oligarşiye doğru yapısal bir dönüşüm geçirmeye eğilimli, demogogların halkın yerine geçtiği ve bir süre sonra da tiranlaştığı bir yapıyı karakterize etmekte. Başta Platon olmak üzere demokrasi kuşkusunu açıkça dile getiren eleştirel geleneğin değerlendirmeleri sadece statü kaybına uğramış aristokratların içgüdüsel kıskançlığını ifade etmiyor aslında. Sözün özü, antik demokrasi aslında o kadar demokratik değil. Dahası geceyle gündüzün birbirini takip etmesi gibi, demokrasi ve diktatörlüğün kolaylıkla birbirinin yerine geçebildiği tarihsel durum çok da ideal bir yapıyı ifade etmiyor. Bu bağlamda rahatlıkla diyebiliriz ki, antik demokrasi altın çağ olmadığı gibi, modern demokrasi de onun bozulmuş bir biçimi değil.
Antik demokrasi ile modern demokrasi arasındaki ikinci önemli fark devlet aygıtının kendisinden kaynaklanıyor. Modern zamanların devleti ulus devlet formunda şekillenmiş durumda. Dahası ulus devlet kapitalizme ve bürokrasiye eklemlenmiş bir şekilde iş görmekte. Ayrıca hukuk aygıtı fazlasıyla karmaşık bir içeriğe sahip. Hukuk o kadar kapsayıcı bir hale geldi ki, üzerine kurul konmamış bir alan hemen hiç kalmadı. Modern dünyadaki kurumsal birikim ve işlevsel karmaşıklık karşısında antik dönemin gönüllü ve katılımcı yurttaş etkinliği fazlasıyla amatörce kalıyor. Bugünün dünyasında hem kamu görevi hem de hukuk metni yazımı uzmanlık gerektiren konular haline geldi. Bu iki alanı köktenci bir şekilde demokratik yönetimle bağdaştırmak ise imkansız.
Modern yaşamını düzenleyen modern yönetim aygıtının kendisi demokrasiyi sınırlıyor. Çünkü hukuk ve bürokrasi yurttaş katılımıyla belirlenmeyecek kadar karmaşık konular haline geldi argümanı iki şekilde yorumlanabilir: Bu teze dayanarak pekala demokrasinin sadece meşruiyet kaynağı olarak işlevsel bir değeri olduğunu, çok yönlü ve çok katmanlı yönetim aygıtının ise aslında elitler ve bürokrasi aracılığıyla iş gördüğümü söylemek mümkün. Elit teorisi geleneği ve sınırlı demokrasi anlayışı demokrasiyi bu şekilde yorumlamakta.
Demokrasinin sınırlı işlevine atıfta bulunarak demokratik etkinliği sınırlayan okumaya karşı çıkmak da mümkün elbet. Arendt’in sözü ve eylemi yücelten bakış açısı ve Ranciere’nin politikayı polisten ayıran okuması demokratik etkinliklerin modern yaşam içinde marjinalleştirilmesine yönelik itirazı güçlü bir şekilde dile getirmekte. Ancak bu teorik itirazlar pratikteki sorunu tümüyle ortadan kaldırıyor mu sorusu hala çok önemli
Antik demokrasiyle modern demokrasi arasındaki son önemli farklılık bireysel özgürlükle ilgili. Antik demokrasi güçlü bir şekilde toplulukçu bir içeriğe sahip. Bu yapı içinde insanların birey olarak değil yurttaş olarak değeri var. Modern mantığı karakterize eden devlete karşı bireysel özgürlüklerin hukuk aracılığıyla korunması nosyonu ise mevcut politik sistemin amaçlarından biri değil. Hatta bugünün dünyasından antik çağ siyasetine baktığımızda gördüğümüz şey bireyin ve bireysel özgürlüğün olmadığı totaliter bir yapı. Yoğun yurttaş katılımına dayalı antik demokrasiye duyulan özlem, aynı zamanda bireyin devlet ve toplum tarafından sitenin kabul ettiği ölçütlere göre ahlaklı bir yaşama zorlandığı bir düzeni ifade etmekte. Modern insan için geriye yanıtlanması gereken tek bir soru kalıyor. Böyle bir yapıda yaşamak ister misiniz?
& quot;