KIRK YIL SUSTURULAMAYAN İÇ SES
Rasim BAKIRCIOĞLU
Kırk yıl kadar önce, bir ilköğretmen okulunda öğrenciydiler. Okulu bitirdikten sonra, çoğu ilkokul öğretmeni olarak çalışmış; kimisi de eğitim enstitülerinin değişik bölümlerinde öğrenim görmüştü. Tümü çoluk çocuk, torun torba sahibi olmuşlardı. Çoğu emekliydi. Bir mayıs sonunun üç gününü birlikte geçirmek için büyük bir kentin yakınındaki otelde bir araya gelmişlerdi. Başka öğretmenleriyle birlikte beni de çağırmışlardı bu buluşmaya. Kentin gezilecek, görülecek yerlerini gezip görmenin tadını çıkarmıştık, öğretmen-öğrenci, birlikte. Son akşam da yiyip içmiş; şarkılar, türküler dinlemiş, kimi de mikrofona sarılarak geçmişten belleğimizde kalan acı-tatlı anılarımızı ve o anki duygularımızı dile getirmiştik.
Yatma saati geldiğinde, asansörlerle otelin üst katındaki yatak odalarına çıkarken, benimle birlikte asansörden inen eğitim müfettişi öğrencim, “Öğretmenim! Size bir şey anlatmak istiyorum, izin verirseniz.” dedi. Eşi de yanındaydı. Ben, “Buyur; elbette.” diyerek, bir kenara çekilirken, müfettişin eşi, kocasının kolunu çekiştirip bana duyurmama çabasıyla kocasına, “Öğretmenimizi rahatsız etme, bu saatte,” diyordu. Ancak müfettiş, konuşmakta kararlı görünüyordu. Kolunu eşinin elinden kurtarıp yanıma geldi. Arkasından, ister istemez, eşi de gelmişti. Müfettiş öğrencim, heyecanlı görünüyordu. Hemen söze başladı:
“Öğretmenim, dedi, ben, İlköğretmen Okulunda, bir dersin sınavına girmemek için hastaneden bir rapor almıştım. Siz, bizim kat müdür yardımcımızdınız. Korku içinde odanıza girmiştim, raporu vermek için. Hasta olmadığım halde rapor aldığımı anlayacak, yalanımı yakalayacaksınız, diye ödüm kopuyordu. Raporu size güçlükle uzatarak, ‘Bir rapor getirdim, öğretmenim!’ dedim. Siz, raporu aldınız ve ‘Peki kuzum. Geçmiş olsun,’ dediniz.
“Beni böyle karşıladığınız için şaşkındım. Hızla odanızdan çıkınca derin bir soluk almıştım. Ancak başvurduğum sahteciliğin yarattığı sıkıntı, bütün canlılığı ile içimde duruyordu. Hasta olmadığım halde, hastayım, diye bir rapor getirmiştim size. Siz ise bana ‘Hastaya benzemiyorsun,’ gibi bir söz bile söylememiş, üstelik çok iyi karşılamıştınız, beni.
“Biliyor musunuz, o davranışımın oluşturduğu acılı sıkıntıyı şu ana dek içimde yaşayageldim. Siz, Gazi’de öğretmenken, sizinle birkaç kez karşılaşıp konuşmuştuk. Her seferinde, bunu size anlatıp çektiğim acıdan kurtulmak istediğim halde, bunu size anlatmaya bir türlü cesaret edememiştim. Bu akşam, bunu size anlatıp bu acıdan artık kurtulmaya karar verdim ve sonunda başardım işte, öğretmenim! Beni dinlediğiniz için size çok teşekkür ediyorum! Şu anda, omzumdan büyük bir ağırlığı atmış oldum.”
“Çok iyi ettin de anlattın. Keşke bunu çok daha önce anlatıp rahatlasaydın.” Geç de olsa kurtuldun ya o sıkıntıdan, unut gitsin artık, o olayı.” dedim, öğrencime.
Öğrencim, sonunda başarabilmişti söz konusu acıdan kurtulmayı. Benim sözümden sonra, bir kez daha, “Öğretmenim! Ben size hasta olmadığım halde, hastalık raporu getirmiştim. Sizse beni çok iyi karşılamakla kalmamış, bir de “Geçmiş olsun, kuzum,’ demiştiniz, bana. O davranışınızı her anımsadığımda, o gün içimde duyduğum acıyı yeniden yaşıyordum,” dedi.
Öğrencim, aynı sözü, yeniden yinelemeye hazırlanıyordu ki eşi, kocasının kolunu bu kez, açıkça çekiştirerek, “Tamam; söyledin, kurtuldun işte! Öğretmenimizi daha fazla rahatsız etmeyelim.” dedi. Ancak öğrencim, yıllarca içinde taşıdığı o acının oluşturduğu tüm izleri söküp atmak istiyordu. O nedenle eşinin uyarısına aldırmadan, son sözünü bir daha yineledi.
Eşine dönüp, rahatsız olmadığımı; kendisinin de rahat olmasını söyledim ve ekledim: “Öğrencim, geç de olsa, iyi ki anlattı bu olayı ve çektiği acıdan kurtardı kendisini.” dedim.
Müfettiş, yine eşinin zorlamasıyla yanımdan ayrılırken, “Öğretmenim! Elinizi öpmek istiyorum!” diye ısrar etmeye başlamıştı, bu kez. El öptürmekten hoşlanmadığım için, “Gel, ben seni öpeyim.” diyerek, öğrencimi sımsıkı kucaklayınca, öğrencimin daha rahat soluk aldığını duyumsamıştım.
Müfettişin eşinin de elini sıkmış ve iyi geceler dileklerimizi iletmiştik, birbirimize.
Öğrencimin onca yıl yakasını bırakmayan, her anımsadığında onu sarsıp duran, ne idi? Söyleyeyim: Vicdanının sesiydi.