AMAÇ
İnsanoğlu nefes aldığı süre boyunca varoluş nedenini düşünmüş ve muhakkak cevabını da bulmuştur.
Peki, amacımız nedir? Neden yapıyoruz? Bazen gereksiz bulduğumuz, ne gerek var dediğimiz işler geliyor önümüze, yüzümüzü asıyor, motivasyonumuz düşüyor.
“Bu okullar neden kuruldu?” demedim değil çoğu zaman. Ne gerek vardı? Neden gerek duyuldu? Amaçları neydi? O kadar çok kitap okudum ki net cevabını da hala bulamadım. Herkes ayrı bir kavram yazmış. Neden mi? Bakış açısı ve beklentiler farklı. Yazan farklı yazdıran farklı.
Öğretmenliğimin ilk yılı, adaylık sürecinde hafta sonları katıldığımız eğitimler var. İlk dersler ve yoğun bir bilgi bombardımanı altındayız. Öğretmenliğin gerekliliklerini yerine getirmeye çalışırken mevzuat içerisinde bulduk kendimizi. Resmi gazete, tebliğler dergisi, kanunlar, yönetmelikler, yönergeler, genelgeler, resmi yazışmalar… Kafam allak bullak olmuştu. Notlar alıyor, lojmana döndüğümde bu neydi acaba diyordum. Yazıp bulacağım akıllı telefonlar ve bilgisayarlar nerede. İşin ehli, adı ün yapmış okul müdürleri arıyor ve sohbet için yanlarına gidiyor, neyin ne demek olduğunu okumadan, soruyorduk. Bu gitmelerde bilgiler arasındaki farklılıklar beni yormuştu. Neydi bunun amacı? Neden gerekliydi? Çok düşündüm. Sonra buldum. Düşünsenize? Herkes istediğini yapsa okullarda ne düzen kalırdı ne de ülkenin geleceği.
Kanun ve yönetmeliklerin tüm okullardaki işleyişin eşgüdüm halinde ve birlikte yürütülmesi için var olduğunu kavradıktan sonra eğitime, eğitim yönetimine, yazılı belgelere bakışım değişmişti. Her ay bir tebliğler dergisi geliyor, her gün İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden yazılar geliyor ve gelen her yazı, her ayrıntısına kadar okunuyordu. Okudukça aydınlanıyor, neyin neden yapıldığını anlıyordum.
Okulun amaçlarını anlamıştım. Peki, çalışanların amaçları neydi? Müdür ne iş yapardı? Öğretmen ne iş yapardı? Bunun da yazılı bir metnini bulana kadar çevreme sordum, bilenleri buldum, iletişim kurarak zihinlerdeki öğretmen ve müdür profilini çizmeye çalıştım. Anladım ki bu ikisi de tıpkı göreceli kavramlar gibi, anlamda değişiklikler yaşıyordu. Herkesin tanımı başkaydı.
Sistemler oluşturulmuştu. Sistemin işler olabilmesi için okul müdürünün aktif olması şarttı. Okulu müdür yönetiyordu. Bu anlayış üzerine kurulmuş sistemde itaat eden öğretmenler vardı. Müdüre verilen yetkisinden dolayı zoraki duyulan saygı vardı. Herkes önünü ilikliyor, kapıdan içeri girerken kapısı çalınıyor. Ne derse yerine getiriliyordu. Yapmayan da ya disiplin notu ile ya da sarı zarf ile cezalandırılıyordu.
Sistemin amacı; sisteme giren öğrenciyi aynı tipte bir mamul gibi yetiştirmekti. Kuralların katı, disiplinin sert olduğu, dayağın eksilmediği ki bende ilkokul yıllarımda öğretmenimden dayak yemiş bir eğitimci olarak çok üzülüyordum. Gülmeyen öğretmenler vardı, gülen öğrencilerin karşısında. Bir tezatlık vardı bu işte. Öğrencilerin gözleri gülüyor, müdürlerin ve öğretmenlerin yüzleri gülmüyordu.
Neydi amaçları, düzeni korumak mı, onlara verdikleri görevi ciddiyetle yerine getirmek mi? Hep sorguladım bunu. Gülen ve konuşan ben, herkesle iletişim kurmaya çalışan ben, sivrildikçe seviliyor, bir taraftan da tepkiler alıyordum.
Okulun amacı neydi, öğretmen ve müdürün görevleri neydi?
Türk Milli Eğitim sistem içerisinde okulların görevi ülkenin geleceğini şekillendirecek nitelikli insan kaynaklarını yetiştirmekti. Bunun için hangi becerilerin kazandırılacağı, hangi derslerin verileceği, nasıl ve ne şekilde yapılacağı merkezi yönetim tarafından planlanır ve tüm ülkedeki okullarda uygulanırdı. Bu amaçları gerçekleştirmek için oluşturulmuş il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri vardı. Bence tek görevleri üst yönetimle eğitim işini yapan okullar arasında köprü vazifesi görmeleri idi. Ancak görünüşte sanki eğitimin asıl işini onlar yapıyormuş gibi hava basıyorlardı. Okullara gereken desteği veremiyorlar, okul müdürlerinin kişisel becerileri ile okulu yönetmelerini istiyorlardı. Güzel işler yapanı da belgelerle ödüllendiriyorlardı. Bu kadar katı bir bürokrasi olmamalıydı.
Okul müdürü ise bu amaçları gerçekleştirmek için okulu yönetmek amacıyla atanan kişiydi. O kadar büyük bir kadro ki herkes müdür olmak için çabalıyor, hatta 2010 yılında rotasyona tabi oluyor ve ardından sayısı artan mahkemelik müdürler ve ardından görevlendirmeye dönen rollere dönüşüyordu. Düşünsenize bir kitle var. Kendi çıkarları ön plana çıkmış, okulun amaçları yok sayılmış, daha iyi şartlarda okullarda görev yapma açlığı sarmış zihinleri… Yandaş kavgasına girmiş, benden olan atansın düşüncesine kapılmış eğitimci görünümündeki insansılar sarmış sistemin parçalarını. Entropye uğramış sistem, çıkar yollar ararken, eğitimci bir Bakanın göreve gelmesi ile heyecanlanmış eğitim camiası, yöneticiliğin meslek olmasının önünü açacak sözler sarf edilmeye başlanmış sanki 50 yıllık hasret bitecekmişçesine umutlar artmıştı.
Peki, öğretmenin amaçları? Öğretmenler, kendi sorumluluğuna verilen öğrencileri, programda belirtilen amaçları gerçekleştirmek için planlama, uygulama ve ölçme ve değerlendirme etkinlikleri yürüten, eğitim işini üstlenen, okulların asli elemanlarıdır. Öğretmenliği meslek olarak görmeyen, kazandığı parayı hak etmeye çalışan, emeğini esirgemeyen, bu topraklar için can veren vatan evlatlarını yetiştiren eğitim ordusuna sesleniyorum. Biliyorum ki sizleri ayırmaya çalışan, tıpkı öğretmenler odanızı sendikaya göre ayıran, müdürün sendikasından değilsen dışlanan, sendikaya gitmiyorsan pas verilmeyen bir konuma düşürüldün. Lütfen amaçlarını unutma, yeri geldiğinde yetiştirdiğin vatan evlatları görevlerini yerine getirecektir.
Sevgili Okur!
Araçlar amaç olmuş. Gerçek amaçlar unutulmuş. Bunu değiştirmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Anthony Robbins ne güzel söylemiş. “Tembel insan yoktur. Sadece kendisine esin kaynağı oluşturacak kadar güçlü amaçları olmayan insanlar vardır.”
Öğrencilere esin kaynağı olacak eğitim liderlerine ve öğretmenlere sesleniyorum.
İyi ki varsınız!
Saygılarımla.
Kadir BAYŞU