ÇOCUKTA VİCDAN GELİŞİMİ VE ŞİDDET
Rasim BAKIRCIOĞLU
Şiddeti sonlandırmada en köklü önlem, çocukta vicdan gelişimini sağlamaktır. Vicdan gelişimini gerçekleştirecek bilinç ve beceri sahibi olan anne baba ve öğretmenlerin eğittiği çocuklar, şiddeti değil; kendileri ve başkaları ile barışık bir yaşamı yeğleyeceklerdir. Çünkü o çocukların iç dünyalarında, türlü uyarılarla varlığını duyuran, vicdan adlı bir ruhsal oluşum yer alacaktır. Bu oluşum, onlara neyin doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, ahlaka uygun ya da aykırı; kimin onurlu ya da onursuz, erdemli ya da erdemsiz olduğunu; neyi yapmaları ya da yapmamaları gerektiğini açık bir biçimde duyuracaktır. Onları, erişilmesi zor ülkülerin ardında da vicdanları koşturacaktır.
Kişi, içinde yaşadığı toplumun ya da kesimin yanlış, kötü, ahlaka aykırı, yapılmasını uygun görmediği davranışlarda bulunmak istediğinde, vicdanı ona, o davranışları yapmaması gerektiğini duyuruyor. Vicdanının bu bilinçli uyarısına kulak vermeyip olumsuz bir davranış gösterdiğinde, yoğun bir ruhsal acı duyuyor; vicdan azabı çekmeye başlıyor; kişinin gündelik yaşam düzeni bozuluyor. Onun bu olumsuz davranışını gören ya da duyanların kınayan sözleri, suçlayıcı tutum ve davranışları, bu acısını daha da artırıyor.
İnsan yavrusu, bebeklik çağında ne vicdanlı ne de vicdansızdır. Bebeğin davranışlarının tama yakını içgüdüseldir. Vicdan oluşumu, bebeklik çağından sonra başlıyor. Anne ya da onun yerini tutan kişi, ilk yaşlarda, birçok temel gelişim gibi vicdan gelişimi için de çocuğun en çok gereksinim duyduğu kişidir. Anne, çocukta vicdan gelişimini, temel güven duygusunun oluşumunda da temel etken olan koşulsuz sevgisiyle başlatıyor. Bir süre sonra çocuk için baba da sevgi nesnesi oluyor. Çocukta vicdan, bebeklik çağından sonra, başkalarına karşı duyduğu sevginin varlığı sayesinde gelişip olgunlaşıyor. Böylece çocuk, ailesinin, ailesini etkileyen toplumun kendisinden beklediği davranışları göstermeye; kendisinden beklenmeyen davranışlardan da uzak durmaya başlıyor. Vicdan gelişimine elverişli bir toplumsal-ruhsal ortamda yaşam deneyimi kazanan çocuk, toplumda, büyük olasılıkla vicdanlı bir insan olarak yer alıyor.
Çocuk, vicdan denen bu ruhsal oluşumu gerçekleştirmek için, demokratik otoritelerin yer aldığı bir toplumsal-ruhsal ortamda, doğasına, kendi gelişim düzeyine uygun bir eğitime gereksinim duyuyor. Otorite boşluğu yaratan zayıf otoritelerin bulunduğu ortamlarda büyüyen çocuk, gerekli bireysel ve toplumsal ölçütleri ve değerleri tanıma, benimseme ve içselleştirme olanağından yoksun kalıyor. Baskıcı otoritelerin etkisi altında ise hiçbir eksik ya da yanlışa göz yummayan sert bir üst benliğin göz açtırmadığı bir vicdan oluşturuyor. Böyle bir vicdan geliştiren çocuk, kılı kırk yaran; hemen hiçbir şeyi beğenmeyen, kendinin ve başkalarının pek çok doğal gereksinimini engellemeye kalkışan bir kişi oluyor. Bu kişi, hem sürekli huzursuzluk yaşıyor hem de çevresindekilere huzursuzluk yaşatıyor. Gerçeğe uyum göstermede zorlanıyor. Daha da kötüsü, başkalarına, türlü biçimlerde zulmedebiliyor.
Vicdan eğitiminde gevşeklikten, ilgisizlikten ve katı yaklaşımlardan uzak; esnek ve demokratik tutuma dayalı bir yolun izlenmesi, vicdan eğitimi için en uygun yol olarak biliniyor. Eğitimi bu anlayışla sürdüren anne baba ve öğretmenler, hümanist çağdaş eğitim ilke ve kuralları ile çocuksu yetersizlikler arasında bilinçli, iyi yürekli ve sabırlı bir aracı olma işlevini üstleniyorlar. Eğiticiler, çocuğun yanlışlarının öcünü almak biçimindeki yaklaşımlardan kesinlikle uzak durarak çocuğa yardımcı olma, ona yol gösterme, gerektiğinde destek olma yolunu izliyorlar.
Çocukta vicdan geliştirme sırasında, olumlu davranışların ödüllendirilmesi ile haz; olumsuz davranışların cezalandırılması ile de acı oluşturma, çok eskiden beri kullanılagelen bir yöntemdir. Bu yöntemin uygulanışında çocuk ve ergen, kendine özgü isteklerine doyum sağlayıcı hazları yaşamak; zararlı, sakıncalı davranışları nedeniyle kendisine verilecek cezalardan da kendini korumak amacıyla olumlu davranışlar göstermeye çalışıyor. Olumlu davranış, alışkanlığa dönüşünceye dek izlendiğinde, o davranış, süreklilik kazanmış oluyor. Bu uygulamada; ödül ve cezanın yerinin, zamanının, kişiye uygunluğunun, tür ve niteliğinin iyi belirlenmesi, büyük önem taşıyor.
İç dünyasında idrara ve dışkıya karşı henüz bir tiksinti ve nefret duvarı örmediği dönemde çocuk, altını ıslatmak, kirletmek istediğinde, onu ilkel vicdanı; “Sakın ha! Eğer altını ıslatır ya da kirletirsen, annen bundan hoşlanmaz ve sana kızar.” diyor. Çocuk, annesinin kızmasını bir ceza, bir sevgi yitimi olarak algıladığı için ceza korkusu, çocukta sevgi kazanma isteğini güçlendiriyor. Çocuğun, altını ıslatma ya da kirletme hazzından vazgeçmesinin iki nedeninden biri, annesinin ya da kendisini eğiten kişinin sevgisini elde edeceği umudu; ikincisi de kendisine gösterilen sevgiyi yitirmeme isteğidir.
Tuvalet eğitimi sırasında annesine inatla karşı koyan çocuk bile bir ölçüde vicdan geliştiriyor. Çünkü çocuk, yapmakta direndiği şeyin doğru olmadığını ayırt ediyor. Anne, çocuğu zamanından önce temizliğe alıştırmaya zorlamadığı; temizlik alışkanlığını zamanında başlattığı sürece, bu alışkanlığın kazandırılmasında ciddi bir zorluk yaşanmıyor.
Çocuk ve ergende, geçerli gelenek ve göreneklere, hak, hukuk yaptırımlarına bilinçli biçimde ve içten bir zorlama ile kendiliğinden uymasını sağlayan bir vicdan geliştirmek için geçerli bütün yöntem ve tekniklerden de yararlanmak gerekiyor. Çocuk, ahlak kurallarını da benzer yaşantılarla benimseyip içselleştiriyor ve vicdanının istekleri gibi görüyor.
Büyüyüp geliştikçe, çocuğun sevgi nesneleri çoğalıyor ve çeşitleniyor. Soyut düşünme evresine geldikten sonra, soyut varlıklar da onun için sevgi nesnesi oluyor. Zekâ geriliği gösterenlerde ise vicdan, ileri yaşlarda da gelişmiyor.
Sevme yeteneğini geliştiremeyenler, başkalarından ve onlara yönelik sorumluluk bilincinden uzak kaldıkları için, birçok toplumsal yaşam becerisini geliştiremiyorlar. Bu durum, onların vicdan oluşumdan yoksun kalmalarına yol açıyor.
Vicdanlı insanların birincil özellikleri, sevgiyi yaşamak ve yaşatmaktır. Sevgiyi yaşama ve yaşatma yerine sevgisini kanıtlamaya çabalayan çocuk ya da yetişkinler ise sevme yeteneğini kazanamamış kimselerdir. Bir de sınırsız bir sevgi arayışında olan; bencillikleri nedeniyle kendisini sevmek isteyenlerin bu isteğine karşılık veremeyen ve bu yüzden vicdan geliştirmeleri çok zor olan aşırı kendini sevenler (narsistler) vardır. Olağan boyutta kendini sevmek, her sağlıklı insanın temel gereksinimlerinden biridir. Çünkü kendini sevmeyen, başkalarını da sevemiyor. Bu nedenle çocukta vicdan gelişimi için, onu sevgiyle besleyerek vicdan gizilgücünün gelişimine sağlam bir alt yapı oluşturmak, temel koşuldur.
Anne, bebeğini belli zaman aralıklarıyla emzirip doyurmayı ve bunun benzeri yolları izleyerek ona, içgüdülerine doyum arama yerine, beklemeyi ve özveriyi öğretiyor. Daha sonra da anne ile birlikte, baba ve öbür yetişkinler, ona başkalarının hakkına el uzatmama; doğru, dürüst davranma gibi değerleri benimsetiyor. Sevile sevile büyüyerek sevmeyi de öğrenen çocuk, ahlakla ilgili tutumları da içinde olmak üzere, tüm davranışlarıyla yetişkinleri örnek alıyor; onlara öykünüyor ve onların davranışlarını içselleştirmeye çalışıyor. Çocuğun vicdan, ahlak ve bağımsız bir kişilik geliştirmesinde, onun öykündüğü ve özdeşleştiği anne babasının ve öbür yetişkinlerin sağlıklı kişilik sahibi olmaları, temel etken oluyor.
Çocuğun yetişkinlerle özdeşleşmesi sonucunda gelişen benliğinde ve üst benliğinde, zamanla kardeşlik ve sorumluluk duyguları; daha sonraki yaşlarında da mutlak ideallere karşı bir yükümlülük duygusu oluşuyor. Vicdan, bu aşamada, en yüce olanla bağlantı kuruyor ve bu kez kişi üzerinde o bağlantı, en güçlü etken oluyor.
Bireyin vicdanının sesi, onun özdeşleştiği annesinin, babasının ve öbür yetişkinlerin, içselleştirmiş olduğu ve zamanla kendi iç sesi durumuna dönüştürdüğü seslerdir. Onların sakıncalı gördüğü, yasaklamış olduğu şeyleri yapmayı aklından geçirdiğinde birey, bu sesi duyuyor ve o sakıncalı, yasak şeyleri yapmaktan vaz geçiyor. İçten gelen bu ses, türlü etkilenmelerle gittikçe olgunlaşıyor; sonra da kişilik üstü bir nitelik kazanarak bireyin sesi olmaktan çıkıp Tanrı’nın sesi aşamasına yükselebiliyor.
3-6 yaşlar arasında temeli atılan ve bu yaşlarda önemli bir gelişim gösteren vicdan, uygun bir toplumsal-ruhsal ortam bulduğunda, 18-20 yaşlara doğru, gelişimini tamamlıyor.
Vicdan üzerinde bir yük oluşturmamak için çocuk ve ergenleri, hatta yetişkinleri yalan söylemeye zorlamamak gerekiyor. Çünkü kişi, bazen öyle durumlarla karşılaşıyor ki yalan söylemeyi gerekli görebiliyor. Ancak, gerekli görmüş olsa da söylediği bu yalan, onun omzunda ağır bir yük oluşturuyor. Sıkıştırılmadığı, kendisine baskı yapılmadığı sürece kimse, kolay kolay yalan söylemiyor Öyleyse sıkıştırma, baskı ortadan kalktığında; kişiye gereksinimlerini, başkalarına zarar vermemek koşuluyla dengeli ve doyurucu biçimde giderme özgürlüğü tanındığında, yalan söyleme, söz konusu olmayacaktır. Araştırmalardan ve yaşananlardan anlaşılıyor ki gönüllü itiraflar, çocukların ve yetişkinlerin vicdanı üzerindeki bu tür baskıları kaldırıyor; onlarda bir rahatlama, bir toplu arınma sağlıyor.
Hiçbir yerde tutunamamış, oradan oraya sürüklenip durmuş; sevgi, ilgi görmemiş, her türlü toplumsal eksiklik duygusu altında ezilmiş ve yüzden, yaşadığı çevreye karşı güvensizlik, düşmanca duygular geliştirmiş olan çocuklar, sığındıkları sonuncu evde koşulsuz bir ilgi ve sevgi gördüklerinde, düzelebiliyorlar. İlk kez karşılaştıkları bu olumlu yaşantılar, onların kendilerini ve başkalarını sevmelerine ve eski alışkanlıklarından kurtularak dürüst, sorumluluklarını yerine getiren birer kişi olmalarına yol açabiliyor. Okulda öğrencilerin de kendilerine içten sevgi gösteren, kendilerini itmeyen öğretmen ve yöneticilere aynı duygularla yaklaştığı; sevgi ve ilgi görmedikleri öğretmen ve yöneticileri gördüklerinde ise yollarını değiştirdikleri, gözlemlenen bir gerçektir.
Vicdanlı; yani duygusal olgunluk kazanmış, toplumsallaşmış, ruh sağlığı yerinde insanlar, iyi, doğru, güzel, haklı, onurlu tutum ve davranışlar gösterme; kötü, yanlış, çirkin, haksız, onursuz tutum ve davranışlardan da olabildiğince uzak durmaya çaba gösteriyorlar. Her türlü haksızlığa uğrayanların yaşadığı acıları kendi içlerinde de duyuyor ve onların yanında yer alıyorlar. Kendileri için istediklerini, bütün insanlık için de istiyorlar. Bu üstün niteliklerle donanmış insanların çoğunluğu oluşturduğu toplumlar, herkesin kendini mutlu duyumsadığı, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasinin egemen olduğu bir toplumsal düzen içinde yaşayacaklardır. O toplumlarda, şiddet diye bir olguya kolay kolay rastlanmayacaktır.
(rbakircioglu@yahoo.com)
Yararlanılan Kaynaklar:
Bakırcıoğlu, Rasim. Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Sözlüğü. Geliştirilmiş ve Genişletilmiş 2.Baskı. Anı Yayıncılık. Ankara, 216
Zulliger, Hans. Çocuk Vicdanı ve Biz. Türkçesi: Kâmuran Şipal. Bozak Yayınları. İstanbul, 1977
& quot;