Bir Demokrasi Reçetesi: Çoğunlukçuluk

Siyaset Bilim - MURAT AYDIN

Bir Demokrasi Reçetesi: Çoğunlukçuluk
Siyasetin üst yapıya ait bir argüman olduğu Türk siyasal hayatında, demokratikliğe yönelim iç ve dış koşullar bağlamında, dağılmakta olan bir imparatorluğu yaşatma kaygılarıyla anlamlaşmıştır. Bu nedenle girişim, meşruluk kaynağının toplumla özdeşliğinin tezahürü olan meşruti-monarşi, aslında patrimonyalist -böyle olmasa bile en azından belirli bir grubun öncülük ettiği irade olarak da düşünülebilir- özü kamufle etmenin aracı olarak anlam kazanmıştır. Oysa monarşik irade yapısının meşruiyet kaynağı değişmiş olmakla beraber toplumla siyasal irade arasındaki makas stabil tutulmuştur. Keza Osmanlıdan cumhuriyete uzanan demokratik siyasal irade düşüncesi, Türk siyasal kültürünün ve yönetselliğinin yansımasıdır. Başka bir ifadeyle üretim araçları ve üretim yapısının geleneksel niteliğini koruduğu tarihsel süreklilikte demokratiklik olarak ifade edilen husus iktidar kaynağının toplum olmasıdır. İktidar kaynağının dönüşmesine karşın iktidar yapısının monolotik olarak sürdürülmesi Türk siyasal hayatındaki kültürel bütünlük ve toplumsal koşullar nedeniyle başat değer olarak tüm özelliklerini muhafaza etmiştir.
Demokratik işleyiş ve düzen için belirli bir gelişim düzeyi zaruridir. Buna karşın köylü merkezli bir toplumda demokratik siyasal işleyişin teorideki demokratikliği uygulama da otoriter nitelik kazanması kaçınılmazdır. Özellikle düşünsel alandaki yetersizlik nedeniyle (bu husus iktisadî boyutu da içerecek şekilde düşünülebilir) uygulamadaki parlamenter hükümet sistemi, çoğunlukçuluğun yön verdiği siyasal karar süreçleriyle monarşik irade yapısının (Türk demokrasi tarihinde bu genel çerçevenin dışında kalan birçok örneklemin varlığı göz ardı edilmeden) sürdürülmesiyle sonuçlanmasını kaçınılmazlaştırmıştır. 1876 tarihli Kânûn-ı Esâsînin meşruti-monarşi niteliği, İttihat-Terakki’nin 1908’de ilan ettiği II. Meşrutiyet sonrasının gelişmeleri, cumhuriyetin halk iktidarı düşüncesi, Demokrat Parti döneminin "milli irade" vurgusunun iktidarla bütünlük kazanacak şekilde vuku bulmuş olması gibi onlarca örneklem "demos’un" (Antik Yunan’da halka karşılık gelen bir kavramdır) dışarıda bırakıldığı oranda "kratos" (hükmeden güç, irade) ön plana çıkmıştır. Yani, otorite merkezli anlayışın güçlü kültürel argüman olarak yerleşik olması, demokratikliğin toplumsal olanla illiyet bağı, seçimle sınırlı olacak şekilde karşılık bulmuştur. Türk modernleşmenin düşünce bazında bir nevi sınıf atlama olarak gerçekleşmiş olmasının negatif çıktılarından biri olan bu durum, siyasal olana içkin her şeye, teori de ne kadar olumlu bir izlenim oluşturulmaya çalışılırsa çalışılsın, sirayet etmiş durumdadır.
Toplumsal ve siyasal sermayenin yansıması olan çoğunlukla meşruluk arasındaki ilişki, otoriter düşüncenin parametrelerinden biri olduğu söylenebilir. Her şeyi bilen, her şeye muktedir olmaya yönelik anlayışın temsiliyetini de içeren bu kavram, ulus devletin yurttaş eksenli tasarımının içerideki "öteki" ikonuna göndermedir. Politik olanın ihtiyaç duyduğu ötekinin sürdürülmesini de gereklilik haline getiren çoğunluk eksenli yaklaşım için, bir bakıma, toplumsal yapıdaki "statükonun" korunması hayati önem taşımaktadır. Otoriteryen bakışı güçlendiren böylesi bir netice patrimonyalizmin sınırsız iktidar kudretini hayati kıldığı gibi siyasal iktidarla gelecek arasındaki özdeşlik "ben/biz" olgusuyla somutluk kazanmaktadır. Siyasal oluşumun çoğunlukçuluk vurgusunun yol açtığı otoriterlik kadar kültürel kimliğin korunması ya da sürdürülebilirliği de aynı paraleldedir. Dolayısıyla devletin yönetsel aygıtlarına genel anlamda hâkimiyet, devletin ideolojik aygıtlarının bu minvalde (doğrultuda) araçsallaştırılmasını da kaçınılmazlaştırmaktadır. Özellikle politik üretimin geleneksel ilişkiler üzerinden anlam kazandığı durumlarda devlet gücü veya devletin ideolojik aygıtları bu yapıyı destekleyici nitelik taşıyarak hareket alanını "bizden" olgusuyla belirlemek kaydıyla hem geleneksel ilişki ağlarına işlevsellik kazandırmakta hem de siyasal erkle toplumsal yapı arasında denge gözetilmektedir. Türk siyaseti açısından bu özellik sağ siyasal oluşumlar için milliyetçilik/muhafazakârlık ekseninde anlam kazanırken sol siyasal oluşumlar nazarında ise emperyalizm, faşizm gibi ideolojik referanslar veya toplumsal örgüt üyelerinin siyasal oluşum içerisinde bulundukları süre içinde görevlerini sürdürmeleri veya mahalle örgütleri aracılığıyla siyasal katılımı temin etmekle tasvir edilmektedir. Bakıldığında her iki düşünsel değer, kendi kimliklerinin bileşenleri ekseninde demokratik olarak değerlendirdikleri olgular üzerinden benzer politikaların aktörleridir. Türk siyasal hayatının ideolojik yelpazesindeki teori ve uygulama arasındaki makasın keskin ve kapatılamaz nitelikte olmasında ideolojik kimlik olarak atıf yapılan veya değerlendirilen değerlerin toplumsal yapıdaki karşılık düzeyi belirleyici olmuştur. Köylülük sosyal dokusunun güçlü olması –mekânsal değişim veya nüfus hareketleri toplumsal dokuda değişim anlamı taşımayabilir- modern ideolojiye içkin otoriterliğin "biz/öteki" çatışmasını tetiklediği oranda çoğunluğa dayanan demokratiklik vurgusu Türk siyasal kültürünün yerleşik değeri olarak anlamlandırılmasında ve kabul görmesinde etkili olmuştur.

& quot;