YÜREKTEN ÇAĞRI
Hastayım. Ateşim yüksek. Duş altında geçirdiğim geceye rağmen düşmüyor. Hastanedeyim, kardeşim getirdi beni buraya. İki kişilik bir odada yatıyorum. Bütün tetkikler yapıldı. Kolumdan bir serumla ateş düşürücü veriyorlar. Destina, gel! Beni çağırıyor İsa. Onu kalp krizinden kaybettim. O gün bu gündür beni çağırıyor.
Yanımda yatan genç hastanın çarşafını değiştiriyorlar. Çarşaflar. İki katlı bahçeli evimizin penceresinden uç uca ekleyerek aşağıya sarkıttığım çarşaflar. Nişanlıma kaçmıştım. Komik. Sanki sabredememiş gibi. Ömer. Âşıktık birbirimize. Askerliğini bitirmesini bekliyorduk evlenmek için. İki yaş küçük olan kardeşimi isteyen sevgilisini, büyük dururken küçük verilmez deyip geri çevirdiler. Kardeşim de âşıktı kendisinden altı yaş büyük, askerliğini henüz tamamlamış o gence. Onun evliliğine engel olmamak için Ömer beni istetti. İkimizin nişanı birlikte kıyıldı. Mutluyduk. Nişanlımın askerden izinli geldiği gün, beni görmek için eve gelmesi ve en küçük kardeşim babamın ‘’Ben yokken eve erkek sinek girmeyecek! ’’ söylemini ona iletince, onun nişan yüzüğünü kardeşimin eline tutuşturup,’’ Bu iş, burada bitmiştir,’’ diyerek nişanı atmasıyla başladı mutsuzluğum. Babam kararlı adamdı. Asla beni, ona vermezdi tekrar. Asker dönüşü kaçmayı planladık. Perdeler, rüzgârlı bir gecede kaçtığım penceremin perdeleri gibi içeri dışarı savruluyor havalandırmak açtıkları pencereden. Poyrazlı bir yaz günü. Güneş ve mis gibi hava var içerde. Ben ise üşüyorum. Midem bulanıyor, kusmak istiyorum kusamıyorum, nefes almakta zorlanıyorum. Oksijen, daha çok oksijen. Destina, gel!
Beyaz önlüklü bir kadın doktor geldi. Bilgilerimi okuyor. Destina, kırk dört yaşında, yüksek ateş nedeniyle geldi. Tüm tetkikler yapıldı. Bütün sonuçları inceledikten sonra:
-Pnömoni, zatürresiniz, dedi. Bir süre sizi hastanede yatıracağız. Ben Elvin, sizinle ben ilgileneceğim. Geçmiş olsun şimdilik, gün içinde tekrar görürüm sizi.
Yaz gününde zatürre olmak, yaz gününde delirmek. O kadar çok üşüyorum ki üstümdeki penye gecelik ısıtmaya yetmiyor. Battaniye istiyorum, vermiyorlar. Ateşim yükselmiş yine, ilaç veriyorlar.
İlaçlar, iğneler. Nefret ediyorum artık. Çok uzun süredir Akineton kullanıyorum. Hastalık ilk üşüme ile başladı. Yaz gününde kazak giysem donuyordum. O gün, bebeğimi elime verdikleri gün, başladı. Ne kadar çok isterdim babası görsün onu. Yine yüreğim üşüyor. Hiçbir şey ısıtamaz beni.
Destina, gel! Gelebilecek miyim acaba? Ömer, Muhammet ve İsa. Beni bırakıp gittiniz. Hepinizin arkasından gelmek istedim, şimdi yürekten istiyorum gelmeyi, İsa, beni çağıran sana.
Ömer'le iki yıllık evliliğimizde iki çocuğumuz olmuştu. Bir kız, bir oğlan. İki evlatlarını da kazada kaybeden kayın annem onları bana vermek istemedi. Allah benden iki can aldı, yerine iki can verdi, bizde kalsın, sen ziyarete gel dediler. Sonra da, senden sonra çocuklarla baş edemiyoruz. Seni istiyorlar, artık gelme! Üşüyorum, onlara sarılmak ısınmak istiyorum. Zeynep, Mehmet, güzel gülüşlülerim. Ölüm. Bebek. İlaç. Su.
Kandırdınız beni. Aldınız onları benden. Nasıllar acaba şimdi? Koca kız, koca oğlan olmuşlardır. Muhammed yaşasaydı alacaktık sizi. Önce durumumuz bir düzelsin, bizim bir çocuğumuz olsun, kardeşlerini de alırız yanına üzülme derdi bana. Çarşaflar. Yastıklar. Nevresimler. Bir firmanın dikişlerini dikiyorum. Evime katkı için umutluyum, mutluyum. Hamileyim. Bebek, erkek olacak, her şey mavi. Mavi, deniz. Mavi, gökyüzü. Mavi, özgürlük. Mavi sevgi. Mavi, sonsuzluk. Adın Gökyüzü olsun senin, sonsuza kadar sevgimde, yanımda kal!
Muhammed, sen, ölümle beni bırakıp gittiğinde, Gökyüzü ‘nü aldırtmak istedim. Dört buçuk aylıkmış. Alamayız, dediler. Sensiz doğdu, bensiz büyüdü. Teyze anne yarısıdır derler ya, işte öyle, teyzesidir annesi.
Öyle yorgunum ki, bu hızlı nefes alışverişler daha çok yoruyor beni. Destina, gel! Bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş, kırk kere duyarsan da olur mu acaba? Kaç kırk? Gittiğin günden beri sürekli çağırıyorsun beni. Parçalanmış bedenler. Beyaz. Gelinlik. Kefen.
İş çıkışından sonra kardeşim ziyaretime geldi. Terli, ateş gibi yanan bedenimi temizliyor. Üzülüyor, biliyorum. Konuşurken sesi titriyor, güçlükle açabildiğim gözlerimle yüzüne baktığımda doldu gözleri. Ben ise, huzurluyum. Hiç göremeyeceğimi bildiğim Gökyüzü’nün eşine bir armağan olsun istiyorum. İsa'nın ölümünden sonra bile takmaya devam ettiğim nikâh yüzüğümü çıkarıp parmağına geçirdim kardeşimin. Gökyüzünün eşine, diye güçlükle fısıldayabildim.
Kızdı bana, yaşamdan bağımı koparmamam gerekiyormuş. Hem yaşadıklarım yanında zatürre de neymiş ki? Güçlü bir kadınmışım. Bunu da atlatır, güzel günlere koşarmışım.
Doğru söylüyorsun, ama isteğim artık başka. Burada kötü bir hikâyenin kahramanı oldum, yeni bir hikâye yaratmak için ölmeden ölmeyi becerebildim defalarca. Ölümden korkmuyorum, yeni bir hikâye başlayacak biliyorum.
Radyoda Kıraç söylüyor:
‘’Talihim yok bahtım kara
Böyle hayat batsın yere
Sinesine vura vura
Ölen var mı benim gibi? Yok’’
İsmimim anlamını taşıyorum. ‘’Ön teker nereye giderse arka teker oraya gidermiş,’’ kısmetim bu anladım.
Yaşadıklarını ben yaşasaydım, çoktan ölmüştüm, sen gerçekten güçlü bir kadınsın. Hikâye, burada yeniden başlasın.
-Yarın sabah işe gitmeden önce seni ziyarete geldiğimde seni daha iyi bulacağım, buna inanıyorum, iyileşeceksin, hızla iyi olacaksın, eskisinden bile daha iyi. Seni seviyorum, istediğin bir şey var mı?
-Gökyüzü’ne sevdiğimi söyle, yüzüğü ona ilet diyebildim güçlükle.
Sabah hastaneye geldiğimde yatak boştu. Üç gün yatak dördüncü gün toprak sözünü sıkça dillendirirken, Tanrı isteğini ilk kez çabucak, ikinci günde gerçekleştirmişti onun. Yeni bir kahramanlık yolundaydı artık.
Ufuk, parmağındaki yüzüğe baktı. Gökyüzü’nü kaybetse nasıl yaşardı? Bu kadın, üç eş, üç sevgili, üç çocuk kaybetmişti. ‘’Duvarı nem, insanı gam öldürür,’’ derler. Yüzüğüne tekrar baktı, bağlılık mı, bağımlılık mı bunun anlamı diye öylece düşüne kaldı.
Gökyüzü odasında Yeni Türkü’den mırıldanıyordu:
‘’Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana Destina!’’