1. Sendikalar hangi ihtiyaçtan doğmuştur ve size göre bir sendikal hareket hangi niteliklere sahip olmalıdır?
Kapitalist üretim biçiminde işgücü satışında kişinin kişisel özelliklerinin onu işveren karşısında yeterince güçlü kılamadığı durumlarda, ücretlilerin birlikte davranması gündeme geldi.
Bu süreç her ülkede farklı yaşandı. Her ülke, kendi geleneklerine ve özelliklerine bağlı olarak, kendi örgütlenme geleneğini yarattı. Sorunlar arttıkça ve sorunların üstesinden tek tek ücretliler olarak gelmenin olanaksızlığı anlaşıldıkça, çeşitli biçimlerde örgütlenmeler gündeme geldi. Dernek, sendika, siyasal parti, tüketim kooperatifi, yapı kooperatifi, yardımlaşma sandığı, iş bulma bürosu, vakıf, dernek türü düzen-içi veya düzen-dışı, açık veya gizli örgütlenmeler oluştu.
İşçi sınıfının çeşitli örgütlenmeleri içinde en yaygın ve güçlüsü sendikalar oldu. Sendika, en genel tanımla, yaşamını işgücü satarak kazanan insanların, hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla oluşturdukları örgütlenmedir.
Sendikaların değişmez görevi; üyelerinin çalışma yaşamından doğan ortak ekonomik, sosyal, mesleksel hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmek; yaklaşan tehlikeler karşısında üye kitlesini önceden duyarlı kılmak, bilgilendirmek, bilinçlendirmek, mücadeleye hazırlamak ve gerektiğinde mücadeleye sokmaktır.
Bu görev yerine getirilirken sendikaların iki noktayı gözden kaçırmaması gerekir:
-Sendikalarla korunacak hak ve çıkarların çalışma yaşamından, yani işveren-çalışan ilişkisinden doğması,
-Korunacak hak ve çıkarların, toplumdaki başka kesimlerin hak ve çıkarları ile dengeli olması.
Günümüzde ise sendikaların öncelikli görevi, vatan ve cumhuriyeti koruma ve güçlendirme mücadelesiyle emek mücadelesini birleştirmektir. Bu mücadelenin bütünleşmesi, Türkiye’nin bağımsız, demokratik ve özgür geleceğini kuracaktır. Eğitim-İş bu mücadelenin önemli bir dayanağıdır.
2. Emekçilerin mesleki dayanışma örgütleri olan sendikaların üzerine inşa edildiği bir zemin olarak
düşünüldüğünde Türkiye’nin toplumsal yapısını nasıl betimlersiniz?
TÜİK’in Mart 2020 rakamlarına göre Türkiye’de ücretli çalışan sayısı 30.104 iken ve ücretlilerin sorunları her geçen gün artarken, sendikacılık hareketi zayıflama yaşamaktadır. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca hazırlanan istatistiklere göre, 13 milyon 856 bin 801 işçiden 1 milyon 917 bin 893'ü; 2 milyon 549 bin 94 kamu çalışanından 1 milyon 702 bin 644'ü sendika üyesi. Özellikle işsizlik korkusu tabandaki ücretlileri ürkütmekte ve tepkisizleştirmektedir.
Türkiye’de AKP’nin iktidarda olduğu 18 yıl emekçiler açısından en büyük hak kayıplarının yaşandığı dönem olarak tarihe geçmiştir. Ülkenin en değerli ve stratejik kaynakları özelleştirmeler yoluyla uluslararası ve yerli sermayeye değerinin çok altında peşkeş çekilmiştir. Esnek ve güvencesiz çalışma, taşeronlaştırma uygulamaları hızla yaygınlaşıp, kitlesel işten çıkarmalar sürerken, düşük ücret ve maaş artışlarının dayatıldığı, emeğe yönelik saldırıların çok yönlü olarak hayata geçirildiği bir süreç yaşanmıştır.
İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını gerileten sermaye yanlısı siyasal, ekonomik ve sosyal politikalar, rejim değişikliği sürecinde hız kazanmıştır. OHAL bahanesiyle grevlerin yasaklandığı, sendikal hak ve özgürlüklerin gasp edildiği, her türden hak arama yönteminin baskı altında alındığı, bir ortamda emek sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını korumak ve geliştirmek oldukça zorlaştırılmıştır.
3. Türkiye’de öğretmen sendikalarının geçmişteki ve bugünkü nitelikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz.
Sendikal anlayışta ve sendikaların toplumsal rollerinde geçmişten bugüne değişen özellikler var mıdır?
Geçmişte, TÖS, TÖB-DER ve EĞİT-DER gibi öğretmen örgülerine baktığımızda, siyasi iktidarların tüm engellemelerine rağmen kitle ve sınıf sendikacılığının gereklerine odaklandıklarını görüyoruz. Bugün ise siyasi iktidarın nimetlerinden yararlanıp hızla büyüyen, bu nedenle de iktidarın emekçilere ve ülkeye verdiği zararları görmezden gelen, üyelerine olmayacak vaatlerde bulunan, gerektiğinde onlara aba altından sopa gösteren, siyasi partiler karşısında bağımsızlığını koruyamayan, yabancı kaynaklardan destek alan bir çok sendika bulunmaktadır.
4. Size göre, Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikasını (Eğitim İş’i) diğer sendikalardan ayıran yönleri nelerdir?
Eğitim-İş, Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, egemenliğini, ulus ve ülke bütünlüğünü, laik düzeni, demokratik ve ulusal eğitim değerlerini korumak ve sonsuza kadar yaşatmak için 17 Ekim 2005 tarihinde kurulmuş ve eğitim çalışanlarının, tüm emekçilerin, günden güne yoksullaşan halkımızın ve karanlığa sürüklenen ülkemizin umudu haline gelmiştir.
Eğitim-İş, yüz yıllık sendikal mücadele geleneğimizden ders alarak yoluna devam etmektedir. Encümen-i Muallim’den, TÖS’ten, TÖB-DER’den devraldığımız kültür, birikim ve cesaretle, Köy Enstitüleri ile Fakir Baykurt’un yurtsever ve mücadeleci ruhunu birleştirerek kurduğumuz Eğitim-İş, siyasi iktidara karşı yürütülen muhalefetin demokratik ve meşru mücadeledeki en önemli direnç merkezi haline gelmiştir.
Eğitim-İş, sınıf sendikacılığının gereği olarak; etnik köken, dinsel inanç, siyasi ayrım yapmaksızın bütün eğitim çalışanlarını kucaklar ve bir çok sendikanın aksine siyasi partiler karşısında bağımsızlığını titizlikle korur. Bu nedenle de Eğitim-İş, eğitim emekçileri örgütlenmelerinin antiemperyalist, bağımsızlıkçı, ilerici, devrimci ve halktan yana geleneklerinin günümüzdeki tek temsilcisidir.
Örgütümüz emek, demokrasi, özgürlük ve ülkeye sahip çıkma mücadelesinin hep içinde, hep önünde olmuştur.
5. Size/Eğitim İş’e göre bir toplumda resmi eğitim hangi özelliklere sahip olmalıdır?
Tüzüğümüzde de belirttiğimiz üzere Eğitim-İş, ülkede yaşayan herkesin çağdaş, bilimsel, laik, demokratik, eşit, parasız ve nitelikli eğitim hakkı olduğunu savunur.
6. Türkiye’nin son yıllardaki eğitim gündemini nasıl değerlendiriyorsunuz.
Cumhuriyetin kuruluşundan 2002 yılına kadar laik, bilimsel, karma eğitim modernleşme aracı olmuş, 2002’den sonra yapı dönüştürülerek, dinin öğretimi yerine eğitimin dinselleşmesi ilke edinilmiştir.
2002 yılından sonra eğitim sistemi dinsel bir modele doğru dönüştürülmeye başlanmıştır. AKP, 18 yıllık iktidarı döneminde dinsel eğitim konusunda hedeflerine ulaşma noktasına erişmek için müfredatta 6 kez köklü değişiklik yaparak, eğitimin niteliğinde önemli bir düşüş gerçekleştirmiştir. AKP iktidarında eğitim çalışanları siyasi baskı altına alınmış, liyakat ilkesi yok sayılmış, çağdaş, bilimsel, laik eğitim hedef tahtasına konulmuştur. Dini vakıf, cemaat ve derneklerin siyasi yapıları, eğitim sisteminin temel ilkesi haline dönüştürülmüştür. Zorunlu (kesintili) eğitim 12 yıla çıkarılmasına rağmen ilk ve ortaokullarda okullaşma oranı azalmış, örgün eğitim yerine yaygın eğitim teşvik edilmiştir. 95 yıllık laik, bilimsel ve çağdaş eğitim deneyimi bir çırpıda yok sayılmış, eğitim bilimcilerin görüşleri önemsenmemiştir.
7. Türkiye’deki eğitim politikalarını hem öğretmen yetiştirme bakımından hem de öğretmenlerin istihdam ve çalışma koşulları açısından değerlendirirseniz neler söyleyebilirsiniz?
Öğretmen yetiştirmede bütün sorumluluk 1982 yılından itibaren Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) dolayısı ile eğitim fakültelerine verilmiştir. Ancak son yıllarda bu uygulama çeşitlendirilmiş eğitim fakültelerinin yanı sıra fen edebiyat fakültesi, ilahiyat fakültesi, açık öğretim fakültesi, beden eğitimi ve spor yüksekokuluna bağlı fakülte ve yüksekokullardan da öğretmen yetiştirilmeye başlanmıştır. Ayrıca öğretmen yetiştirmede II. Öğretim uygulaması da yapılmaktadır. Bu çeşitlilik birçok yapısal farklılıkları ve problemleri de yanında getirmektedir. Öğretmen yetiştiren kurumların öğretim süreleri bile farklılık arz etmektedir. Mevcut durum öğretmenlik mesleği adına yapılan ya da yapılması planlanan birçok iye niyetli çalışmayı da yok edecek niteliktedir. Bu sebeple bu uygulamalardan derhal vazgeçilmelidir.
Plansız ve politik kaygılar sonucu yapılan hatalar sebebi ile 400 bine yakın öğretmen atama beklemektedir. Türkiye’de fakültelerimizden yıllık yaklaşık 80 bin civarında öğretmen mezun edilirken, bu öğretmen arkadaşlarımızın sadece 20 bini atanmaktadır.
Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez AKP döneminde uygulanan sözleşmeli öğretmenlik uygulaması 2011 yılında kaldırılmıştı. İktidarın, hain FETÖ darbesi sonrasında çıkardığı KHK ile 2016 yılında öğretmen alımı sözleşmeli olmaya başladı.
Öğretmenleri ayrıştıran, örgütlenme özgürlüğüne dahi engel olan, çalışma açısından aynı mali ve sosyal haklar açısından olumsuz yönde farklı olan sözleşmeli öğretmenlik uygulaması bir an önce kaldırılmalıdır.
8. Sizce bir öğretmen hangi niteliklere sahip olursa eğitim sürecinde beraber olduğu öğrencilerine ve meslektaşlarına ve de topluma daha yararlı olabilir?
Eğitim-İş, nitelikli ve etkin bir eğitimin ilk koşulu ve eğitimin en stratejik bileşeni olarak yetkin öğretmeni görmektedir. Bu nedenle öğretmen algı ve statüsünün yükseltilmesi son derece önemlidir. Çünkü öğretmenlik algı ve statüsüne yönelik her türlü tehdit ve olumsuzluk doğrudan doğruya eğitim sistemini etkileyecektir.
Öğretmenin temel görevi, aklı özgür bireyler yetiştirmektir. Bunun için de öncelikle aklı özgür öğretmenlere ihtiyaç vardır.
Bugün muhalif ve örgütlü öğretmen devletin gözünde sakıncalı görülmekte; öğretmen, kendisini daha da yetiştirecek ve toplumda saygınlığını sürdürecek maddi olanaklardan yoksun bırakılmakta; öğretmenin mesleki ve demokratik haklarını savunacağı örgütlenme hakkı engellenmektedir.
İlk olarak yapılması gereken öğretmenlerin statüsünün yükseltilmesidir. Öğretmenlik mesleği diğer mesleklerle karşılaştırıldığında ekonomik olarak geri bırakılmıştır. Tek rakamlı yüzdelik artışların bu statünün yükseltilmesine olanak tanıması mümkün değildir. Öğretmenlik mesleğinin niteliği gereği de "ne kadar maaş o kadar iş" mantığının güdülmesini doğru bulmadığımız kamuoyunun malumudur. Ancak öğretmenlik mesleğini hem ekonomik ve hem de statü olarak yükseltecek düzenlemeler bir an önce gerçekleştirilmelidir.
9. Eğitim İş, üyesi olan öğretmenlere kişisel ve/veya mesleki anlamda katkı sunacak çalışmalar yapmakta mıdır?
Varsa nelerdir?
Türkiye’nin dört bir yanında örgütlenmiş ve en küçük birimlerine kadar örgütlenme çalışmalarına devam eden Eğitim-İş, üyelerinin özlük hakları ile ilgili her türlü hukuksal desteği vermenin ötesinde, öğretmenlere mesleki anlamda katkı sunacak kurs, seminer, konferans, panel, açık oturum ve benzeri eğitim ve kültür etkinlikleri düzenlemektedir. Gücünü eğitim ve bilim çalışanlarından alan Eğitim-İş, hiçbir alanda iç ve dış çıkar gruplarına, vakıflara, kurumlara ya da kuruluşlara sırtını dayamadan onurlu sendikacılığın gereklerini yerine getirmektedir.
10. Eğitim alanında eşitsizliklerin azaltılması ve öğretmenlerin saygınlığının korunması için neler yapılabilir?
Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, egemenliğini, ulus ve ülke bütünlüğünü, laik düzenini, demokratikleşme ve ulusal eğitim hedefini geliştirerek korumak ve sonsuza kadar yaşatmak eğitimin en temel amaçları arasında yer alır.
Tüm çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin nitelikli/kaliteli eğitim görme hakları; devletin de bu hakkı yerine getirme görevi vardır.
Ancak siyasal iktidar, bir kamu hizmeti ve temel bir insan hakkı olan eğitimi de piyasaya açmaya çalışmakta; devlet okullarına vermediği kaynağı özel okullara vermektedir.
Eğitim alanındaki eşitsizliklerin giderilmesi için bir an önce zorunlu 13 yıllık bilimsel, laik ve demokratik bir eğitim yapılanması için çalışmalar başlatılmalıdır.
Öğretmenlerin saygınlığının korunması için;
- Öğretmenlik mesleğini hem ekonomik ve hem de statü olarak yükseltecek düzenlemeler bir an önce gerçekleştirilmelidir.
-Ülke genelinde nitelikli-deneyimli öğretmen istihdamını sağlayacak bir ücretlendirme politikası diğer kamu yönetimi rejiminden ayrıştırılarak değerlendirilmelidir.
-Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulamalarına derhal son verilmelidir.
-Mesleğe yönelik toplumsal algının inşasında devlet bürokrasisinden seçilmiş yöneticilere kadar herkesin sorumluluğu vardır. Özellikle öğretmen mesleğinin itibarı korunmalı ve devletin en üst kademelerindeki yöneticilerin meslekle ilgili verdiği demeçlere dikkat etmesi gerekmektedir.
-Niteliğin artırılmasındaki en önemli koşullardan biri de öğretmenin akademik kariyerinin ilerlemesine olanak sağlamaktır. Yüksek lisans ve doktora çalışması yapmak ücretli izinli sayılabilirler. Bilimsel çalışmalar için böylelikle üniversite ve okul arasındaki bağın kurulmasına da hizmet edilmiş olur. Üniversitedeki akademik eğitimin okullarda gerçekleştirilen uygulamayla eşgüdümün sağlanmasında öğretmenlerin akademik çalışmalara katılmasının büyük katkısı olacaktır. Böylelikle eğitim bilimi ve uygulama alanı arasındaki köprünün temelleri daha sağlam atılacaktır.
& quot;