JUNG’UN ANALİTİK PSİKOTERAPİSİ
1. Bulunduğu yıllarda önce Freud ile birlikte çalışan sonra ise onunla yollarını ayıran Jung, farklı belirlemeleri ile psikolojide hala üzerinde konuştuğumuz birçok kavram ve açıklamaya yıllar öncesinden imzasını atmıştır. Özellikle de ileri sürdüğü kişilik tipleri günümüzde birçok alanda söz edilir hale gelmiştir. Siz de bizim için kişilik tiplerinden biraz söz edebilir misiniz?
Freud’un başlattığı psikanalitik gelenek içinde kişilik psikolojisine en çok katkısı olan kişilerden birisi Freud’dan sonra C. G. Jung dersek yanlış olmaz sanırım. Freud insan doğasına ve kişiliğine dair ilk önemli görüşleri ileri sürmüştür bilindiği gibi, ancak Jung bugün halen geçerliliğini koruyan kişilik tipolojisi kuramıyla kişilik tiplerini sunmuştur. İki temel kişilik ve dört psikolojik işlev tanımlamıştır. Kişilik tiplerini dışadönük tip ve içedönük tip olarak tanımamış, psikolojik işlevleri ise düşünme, duygulanım, duyumsama ve sezme olarak sınıflandırmıştır. Ona göre Freud’un kuramı dışadönük tipe uygundur, Adler’in kuramı ise içedönük tipe uygundur. Aslında Jung tipleri tutumlar olarak tanımlar ve bu iki tipin birbirine karşıt olan davranış ve tutumlarla kendisini gösterdiğini ifade eder. Tüm dünyadaki insanlar bu iki tipten birisinin sahip oldukları özelliklere daha fazla sahiptir. Aslında bizler bu iki uç arasında bir yerde dururuz. Bu iki kişilik tipinin birçok özelliğinden söz etmek mümkün, ancak temel olan özellikler olarak şunları söyleyebiliriz: Dışadönük tip eylem odaklıdır, içedönük tip ise düşünce odaklıdır. Dışadönük tip daha sosyal olup insanlarla birlikte olmayı tercih ederken, içedönük tip ise daha çok tek başına olmayı ister. Dışadönük tip diğerleriyle sıkça etkileşimde bulunurken, içedönük tip diğerleriyle temel düzeyde etkileşim kurmayı seçer. Dışadönük tip bilgi ağını genişletmeye odaklanırken, içedönük tip bilgisini derinleştirmeye çalışır.
Bazen dışadönük tipin daha olumlu olduğuna dair ifadelere, görüşlere rastlanmaktadır, ancak bu iki tipin birisinin diğerine daha üstün olduğunu söylemek uygun olmaz. Yaşamda mutlu, başarılı olma bağlamında bakıldığında bu iki tipi dengeli biçimde sergilemek belki olması gereken şey. Tabi bir de işlevler var. Düşünme, duyumsama, duygulanım ve sezgi işlevleri dahil olduğunda sekip kişilik tipi ortaya çıkıyor: Dışadönük duygusal tip, içedönük duygusal tip gibi. Bu da sahip olduğumuz kişilik özellikleri arasındaki farklılıkları açıklıyor. Jung düşünme ve duygulanım işlevlerini değerlendirme yapmayı sağlayan gerçekçi/akılcı işlevler olarak sınıflarken, algılama işleviyle ilgili olan sezme ve duyumsamayı ise gerçekçi/akılcı olmayan işlevler olarak tanımlamıştır. Birey bu işlevleri farklı durumlarda işe koşabilir, ancak bunlardan bir tanesini diğerlerine nazaran daha fazla ve yetkin biçimde kullanır.
Jung’un kişilik tiplerine dair daha fazla bilgi almak için ilgilenenler Jung’un yazmış olduğu ve dilimize çevirisi yapılan “Psikolojide Tipler” kitabına başvurabilirler.
2. Jung’un Analitik Kuramında Simya, Kabala, Budizm ve Hinduizm gibi geleneklerin, din mitoloji, felsefe gibi alanların izlerini görmekteyiz. Bu çeşit bir entelektüellik bir yönüyle tüm bu alanlara ilişkin bilgileri psikoloji ile sentezlememizi sağlarken diğer bir yönüyle kuramın özünü anlamamızı zorlaştırabilmektedir. Siz bize Jung’un üzerinde durduğu insan ruhunu biraz açar mısınız?
Jung’un hocası ve meslektaşı S. Freud’dan farklı bir bağlamda insan ruhunu, diğer adıyla psişeyi ele aldığını görüyoruz. Kimi zaman termodinamiğin ilkelerini dikkate aldığını, kimi zaman da kültürel antropolojiden, felsefeden ve hatta dinden yararlandığını görmekteyiz. Bu durum belki de onun gelişmeye, yeniliğe önem veren kişiliğini ortaya koymakta. Freud’un insan ruhunu daha çok biyolojik temelde ve onun kontrol edemediği birçok biyolojik, ruhsal süreçlerin ekişi altıda işleve bulunan edilgen bir yapı olarak ele aldığını görmekteyiz. Jung’un insan doğasına ve ruhuna bakışta Freud’dan ayrıldığını görüyoruz. Belki en büyük fark Jung’un psişeyi kendi kendisini düzenleyen bir yapı olarak görmesidir; bu sistem bir taraftan zıtlıklar, çatışan öğeler arasında bir denge kurmaya çalışırken, diğer taraftan onun bireyleşme olarak tanımladığı gelişme için çabalar. Dolayısıyla psişe etkin bir konumdadır. Ona göre psişe üç düzeyde işlevde bulunur; bilinç, bireysel bilinçdışı ve ırksal/ortak bilinçdışı. Psişe ayrıca arketipleri, kompleksleri, benliği (self) ve egoyu barındırmaktadır. Psişenin tüm bu bağımsız öğeleri birbiriyle etkileşim içerisindendir. Ego ile benlik (self) psişenin ayrı yapılarıdır ona göre. Ego bilincin merkezinde yer alır ve dört temel işlevin düzenlenmesinden sorumludur. Ayrıca bastırılmamış olan anılara erişim de ego yoluyla gerçekleşir. Kişiliğin taşıyıcısı olan ego tam içsel dünya ile dış dünyanın kesişme noktasında durur. Yaşamın erken dönemlerinde benlikten doğan ego, kişilik tipleri aracılığıyla dış dünya ile iletişim kurma biçmimizi belirler ve benliğin ifadesidir, yansımasıdır. Jung’a psişenin merkezinde benlik bulunmaktadır. Ona göre her bireyin nihai amacı benlik durumuna (kendini gerçekleştirmeye benzer) ulaşmaktır ve bu da bireyi bireyselleşmeye götürür. Jung da öncülü Freud gibi bilinçten çok bilinçdışına odaklanmıştır ve bilince aynı nazarda bakmıştır. Bilinç daha çok egonun bir işlevi olarak belli bir anda farkında olunan duygular, düşünceler, duyumlar ve hatıralardan oluşmaktadır. Bireysel bilinçdışı Freud’un tanımladığı bilinçdışı ile özdeştir; bastırılmış anılardan, duygulardan vs. oluşmaktadır. Jung’un Freud’dan ve diğer kuramcılardan ayrıştığı bilinç düzeyi ortak/ırksal bilinçdışıdır. Jung’a göre atalarımızın yaşadıkları deneyimler, birikimler yeni kuşaklara aktarılır ve bugünkü ve gelecekteki davranışlarımıza bilinçdışı düzeyde yön vererek kişiliğin temelini oluşturur. Ortak/ırksal bilinçdışı belli bir coğrafya veya kültür ile sınırlı değildir; evrimsel birikimi ifade eden bu bilinçdışı tüm insan ırkında ortaktır, benzerdir. Jung ortak/ırksal bilinçdışını merkeze almıştır ve bu bilinçdışının keşfetmeye daha fazla ağırlık vermiştir. Bu bilinçdışı aynı zamanda Jung’un doğuştan getirildiğine inandığı arketipleri de barındırmaktadır.
Jung deyince belki ilk akla gelen kavramlardan biri arketip olsa gerek. Ortak bilinçdışının öğesi olan birçok arketip (anne, baba, doğum, ölüm, yeniden doğuş, aile, kahraman vs.) tanımlamıştır, ancak bunlardan dördü öne çıkmaktadır; benlik arketipi, gölge arketipi, persona arketipi ve anima/animus. Arketipler bizlere ırksal bilinçdışında kalıtsal miras olarak atalarımızdan aktarılmıştır. Bu arketiplerin aydınlık yüzü yanında karanlık yüzü de vardır. Bilinçdışı düzeyde yaşanıldığından arketipler çok net imgeler, resimler olarak göstermezler kendilerini; daha çok filmin negatifi gibidir. Bilince mitler, semboller, törenler, rüyalar, edebi ve sanatsal ürünler aracılığı ile gelirler. Arketipler ölüm, yaşam gibi hayattaki dönüm noktası olabilecek durumlarda harekete geçerler. Onlar psişenin tüm gizilgüçlerini temsil ederler, bu nedenle bunların bilince taşınması, fark edilmesi gizilgüçlerimizi geliştirmek anlamında son derece önemlidir. Gölge arketipi kişiliğimizde görmek, kabul etmek istemediğimiz karanlık yönlerimizi ifade eder ve bu çoğu zaman dışarıya tersi olarak sunulur. Gölge arketipi aynı zamanda sahip olunan potansiyellerin en yüksek gelişimi için gerekli olan doğallığın, yaratıcılığın, içgörünün ve yoğun coşkuların da kaynağıdır. Persona kişiliğin en dış kabuğunda yer alır ve benliği maskeler aracılığıyla korumaya çalışır. Bir anlamda diğerlerine sunduğumuz sosyal onay, kabul görmeyi sağlayan sosyal benliğimizdir. Anima/animus ise kadındaki erkeksi özellikleri (animus) ve erkekteki kadınsı özellikleri tanımlar. Jung'a göre, bireyin gelişiminde gölgeyle yüzleşmek, çıraklık eseridir. Anima ile olan yüzleşme ise başyapıttır ve belki de bu yüzden kendisini daha çok rüyalarda gösterir. Bu arketip karşı cinsle olan iletişimimizi belirler. Bu iki yönün birbirini tamamlaması önemlidir. Benlikten daha önce bahsetmiştik zaten.
Jung 30’lu yaşlarının sonlarına doğru ruhsal olarak zorlu geçen birkaç yıl geçirmiştir. Bu süreçten sonra 40’lı yaşlarında simyaya, maneviyata, doğu mistisizmine yöneldiğini ve kuramıyla bütünleştirmeye çalıştığı görülmekte. Alkol bağımlılıları için maneviyata yönelmeyi bir tedavi yöntemi olarak önermiştir. Bireyselleşme olarak bahsettiği dönüşüm yolculuğunun bütün bütün dinlerin mistik kalbi olduğuna inandıAyrıca Simyadaki sembollerle psikanalitik süreçler arasında ilişki kurmaya çalışmış, simyadaki işleyişin saf olmayan ruhun (kurşun), kusursuz ruha (altın) dönüşümü olduğunu ve bunun bireyselleşme sürecinin bir metaforu olduğunu ileri sürmüştür.
Bu kadar çok farklı kaynaktan beslenerek insan ruhunu açıklamaya çalışan Jung’un kavramları haliyle kafa karıştırıcı olabilmekte. Umarım Jung’un psişeye dair görüşünü bu kısa özetle okurlar için olabildiğince anlaşılır kılmışımdır.
3. Günümüzde Jung’un belirlemelerinin birçok kurama yansımalarını görebilmekte, birçok yaklaşımın Jung’un görüşleriyle paralel ilerlediğine tanıklık etmekteyiz. Bununla birlikte Jung’un üzerinde önemle durduğu kavramların bazılarının anlaşılırlığının az olduğu da ifade edilmektedir. Örneğin gölge arketipi...Bu kavramı bizim için nasıl somutlaştırırsınız?
Biraz önce de değindiğim gibi, gölge arketipi bir taraftan benliğimizin parçası olan, ancak kabul etmekte zorlandığımız özelliklerini ifade ederken, diğer taraftan da gelişim için gerekli olan doğallığın, yaratıcılığın, coşkunun ve hazzın da kaynağı. Freud’un id’ine çok benzemekte. Öyle ki Jung, bu arketipi insanın ilkel, hayvansı yanı olarak tanımlamaktadır. Jung’a göre bu kabul etmekte zorlandığımız özelliklerimiz kendisini sosyal yaşamda karşıt biçimde gösterir. Örneğin, iç dünyasında oldukça kıskanç olan birisi, dış dünyada son derece hoşgörülüymüş gibi kendisini sunabilir. Bu durum bana Freud’un savunma mekanizmalarından karşıt tepki oluşturmayı hatırlatıyor. Bir kişi de ne zaman bir davranışı abartılı, çok fazla ya da çok yoğun biçimde, hani bir nevi bu kadar da olmaz ama gibi değerlendirdiğinizde, kuvvetle muhtemel o anda gölge arketipi aktiftir. Nerede ışık varsa, orada gölge vardır demiştir. Bu bağlamda gölge arketipinin bilince çıkarılıp kabul edilmesi zor bu yanların kişiliğin diğer olumlu yanlarıyla bütünleştirilmesi, genel olarak psişeyi dengede tutmada önemli bir rol oynar. Bunu yapamadığımızda bu olumsuz yönlerimizi diğerlerine yansıtarak dış dünya ile iletişimimizde sorunlar yaşamaya başlarız. Gölge arketipi yeterince dengede olmayınca, gelişimini tamamlayamadığında, benlikte boşluk oluşur ve kişi çok fazla başkalarının onunla ilgili ne düşündüğüne odaklanmaya başlar ki bu da psikolojik sorunları beraberinde getirir. Umarım gölge daha somutlaşmıştır.
4. Şu an içinde bulunduğumuz pandemi süreci biz yetişkinlerin çeşitli duygularını tetikleyebilmekte, özellikle çocuklar üzerinde derin izler açma riskini taşımaktadır. Bu durumu Jung’un belirlemelerinden biri olan toplumsal bilinçdışı-bellek (collective memories) kavramıyla ilişkilendirerek neler söyleyebilirsiniz?
Açıkçası belki de en zor, kazık soru bu oldu diyebilirim. İlişki kurmak biraz zor olacak ve şayet okurlar kuracağım ilişkiyi çok anlamsız bulurlarsa da şaşırmam ??. Jung ortak/ırksal bilinçdışının merkezine arketipleri yerleştirmiştir ve bunları mitlerde, mesellerde, hikayelerde, sanat ürünlerinde görmek mümkün. Tabii ilk akla gelen ölüm arketipi. Malum, ölümlü olan bizler için yaşamın sona ereceği her zaman kabul ettiğimiz bir gerçek olsa da onun yakın veya olası olduğu anlarda yok olup gitme düşüncesi çok yüksek düzeyde bir kaygıya yol açmakta. Bu kaygı ölümü tam olarak zihin dünyasında tanımlayamamış çocuklar için daha da yoğun olabilmekte. Hoş, biz yetişkinler için de korona virüse yakalanıp ağır hastalık geçireceğimiz, belki de sonunda öleceğimiz olasılığı ciddi kaygıya yol açabilir. Belki bazı çocuklar (özellikle erkek çocukları) bu kaygıyla persona arketipini harekete geçirerek sanki hiç kaygı duymuyormuş, korkmuyormuş gibi baş etmeye çalışabilir. Dolayısıyla yetişkinlerin kendi duygularını çocuklarla paylaşmaları, bu kaygıyla baş etmelerine yardımcı olacaktır. Hatta bazı yetişkinler için bile bu durum söz konusu olabilir. Bir başka bakış açısıyla Korona virüsü düşman arketipini temsil edebilir. Ve geçmişle karşılaştırıldığında, insanlık virüslerle mücadele etmede bilim sayesinde çok daha güçlenmiş durumda. Bu bakış aşısıyla baktığımızda, virüs için aşı çalışmaları yapan, testler geliştiren bilim insanları, hastaların tedavisiyle uğraşan sağlık personeli de kahraman arketipini temsil ediyor olsa gerek. Daha önceki salgınlar da olduğu gibi, Covid-19 karşısında da insan ırkı olarak aslında ne kadar incinebilir olduğumuzu da fark ediyoruz, ancak diğer taraftan önceki başarıyla çıkılan mücadeleleri düşündüğümüzde, aşı çalışmalarını, virüsü yenen hastaları düşündüğümüzde güçlü olduğumuzu da fark ediyoruz. Hani bir anlamdan benliğimizi bütünleştiriyoruz böylece.
Evet, salgın nedeniyle birçok olumsuzluk yaşanmaya devam ediyor, ancak her şerde bir hayır vardır sözünde olduğu gibi, önceden planlamadığımız olumlu şeyler de olmakta, kendimizi bu yeni duruma uyumlamaya çalışırken potansiyellerimizi hiç olmadığı kadar ortaya çıkarmaya çalışıyoruz, arka planda kalan alanlarda beceriler geliştirmeye çalışıyoruz. Diğer taraftan, bazılarımız daha fazla manevi dünyaya odaklandı ve kişisel keşifler gerçekleştirdi. Böylece bir anlamda bireysel ve toplumsal olarak benliğimizi daha olgunlaştırıyor oluyoruz.
Bu soruda daha fazla zorlamasam iyi olacak sanırım ??. Umarım okurların gözünde Jung’un psişeye dair görüşleri daha somutlaşmıştır. Tüm okurların kendi benliklerini bütünleştirmeleri, bireyleşmelerini tamamlamaları ve potansiyellerini geliştirmeleri dileğiyle…
& quot;