Sloganların Eşiğinde Godot’yu Beklemek
Toplumsal yaşanmışlıklar birer hafıza olarak yaşamın her aşamasında hayatımıza dokunabilmektedir. Yaşanılan ve aktarılan boyutlarıyla birer sembol olarak belirli tarihlerde öne çıkarılan her şey, ideolojik birer referans olmanın ötesinde hayatımızın olmazsa olmazları arasında kabul edilmekte veya sunulmaktadır. Kişiselden toplumsal düzeye kadar, farklı anlam ve değerlerle ifadelendirilerek yaşatılan bu algısallık belirli ritüellerle sergilenmektedir. Genelde dışlanmış, ötekileştirmeye maruz bırakılmış, görmezden gelineni ifşa etmeye ya da toplum nazarında –toplumdan kasıt toplumun büyük kesimi veya öyle olmasa bile meşrulaştırma adına teori de kullanılan yön- önemsenen/önemsenmesi beklenen bir olguyu canlı tutma istemini yansıtabilmektedir.
Asıl soru bilinç veya hafıza olarak tanıtılan şeyin, kişilerin nasıl ortak paydası olabildiğidir. Daha doğrusu, yaşanmayan, hissedilmeyen bir şeyin nasıl yaşanmış/yaşanılıyormuş veya hissedilir gibi birçok toplum kesimi tarafından sahiplenilebildiğidir. Bazı şeylerin kişi-toplum, toplum-devlet ilişkisi gibi bir takım hususlarda herkese aynı güçte –uygulamanın teoriyle uyuşmadığı da bariz olmakla birlikte- anlam ve hak kazandırması söz konusu olabilse de, tarihsel anektotlar üzerinden yürütülen teori ve pratik ilişkisi arasındaki dengenin açılması mizansenle sonuçlanmaktadır. Diğer yandan bu tezahürler kişiden topluma uzanan geniş yelpazede çelişkiye dönüşmektedir. Çelişkiyi doğuran ise kayda değer bulunmayan birçok şeyin yılın neredeyse her gününe iliştirilmesiyle önem arasında kurulan ilişkidir. Bu ilişki, aslında, ikinci plana itilen birçok toplumsal sorunun icra edilen ritüeller neticesinde geçiştirilmenin aracı olmakta veya etkisizleştirilmeyle sonuçlanmaktadır. Çünkü başarıyla kitle gücü (militanlardan ilgi duyanlara kadar herkes) arasındaki uçurum, bayrak, müzik, söylem, slogan gibi somut olgularla kapatılamayacak derecede olduğu ya fark edilememektedir ya da görmezden gelinmektedir. Her halükarda bir eksikliğin sebebiyet verdiği buradaki makasın genişliği ise sürekli umudu canlı tutmakla aşılmaya çalışılmaktadır. Buna karşın toplumu oluşturan kişinin bu umut duygusuna ne derece tutunduğu veya içselleştirdiği göz ardı edilmektedir. Toplumsal sorunların çözümsüzlüğünü tetikleyen benzer iyimserlikler hep bir gün başarılacak (toplumsal olan, çok faktörlü bir bütünlüğe dayandığından kişisel başarılabilirlikle karşılaştırılması beklenemez) düşüncesiyle beklemeye alınmaktadır.
Farklı sosyal tabakaların üyesi olan kişilerin ortak payda da buluşabilmesine karşın sonuç alamaması, değerlendirilmesi gereken ikinci sorunsal olarak karşımızda durmaktadır. Politikten iktisadî olana, sosyalden kültürele kadar tüm alanlarda oluşturulan taleplerin geniş bir kitle tarafından istenmesine karşın hayata geçirilemiyorsa sorgulanması gereken çok şey var demektir. Sloganlara, bayraklara, melodilere sarılmak, meydanlarda halaya tutuşmak hangi sorunu çözebilmişse kitleleri belirli zaman dilimlerinde bir araya getirerek verilen ileti de ancak o kadar merhem olabiliyor. Yetersizliğin yol açtığı girdabın temelinde ise bütünlük, dayanışma gibi kavramların sloganlara sıkıştırılmasının yarattığı bir körlüğe eşlik eden değer yargıları, stabil roller yer almaktadır. Geriye ise tabiri caizse, bu toplumsal düzende psikolojik tatminkârlığın ağlanacak hale tercihle sonuçlandığı bir Godot’yu, umut olmaya devam eden beklemenin özeti olarak, gölge misali yanı başımızda…