NÂZIM NÂZIM
Nazım Hikmet, kuşkusuz Türk ve Dünya edebiyatının yetiştirdiği en büyük birkaç şairden birisidir. 20 Kasım 1901 yılında Selanik’te dünyaya gelir. Fakat ailesi iki aydan dolayı bir yaş büyük görünmesin diye onun doğum tarihini 15 Ocak 1902 olarak kayda geçirir. 3 Haziran 1963 yılında Moskova’da hayata gözlerini yummuştur.
Çok renkli ve zorlu bir hayat yaşamış olan Nâzım 1914 yılında Nişantaş Numune Mektebini bitirir, 1918’de “Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?” adli şiiri Mehmet Nâzım imzasıyla Yeni Mecmua’da yayınlanır. Aynı yıl Bahriye Mektebi’ni bitirir fakat 1919’da sağlık nedenlerinden dolayı donanmadan ayrılmak zorunda kalır.
1920 yılında Ümit ve Alemdar dergilerinde hece ölçüsüyle şiirler yazmaya başlar. 1 Ocak 1921 yılında arkadaşı Va-lâ Nurettin ile İnebolu’ya hareket eder, öğretmen olarak atandığı Bolu’da Spartakistler’le tanışır.
1921 Eylül’ünde karayolu ile Azerbeycan’a geçer ve aynı yıl Moskova’da Doğu Üniversitesi’nde toplum bilimleri üzerine öğrenim görmeye başlar.
1922 yılında serbest vezinle yazdığı ilk şiiri “ Açların Gözbebekleri” yayınlanır.
1923 yılında Aydınlık Dergisi’nde “Yeni Sanat” ve “grev” şiirleri yayınlanır. 1924 yılında Türkiye’ye dönerek aynı dergide çalışmaya başlar. 4 Mart 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkması üzerine yeniden Sovyetler Birliğine gitmek zorunda kalır.1928 Ekiminde kaçak olarak Türkiye’ye dönerken Hopa’da yakalanıp bir süre cezaevinde kaldıktan sonra Ankara’ya sevk edilir, ardından da serbest bırakılır. Aynı yıl Resimli Ay Dergisi’nde yazılar yayınlayan şair 1929 yılında “ Putları Deviriyoruz “ yazı dizisini kaleme alır. Yine aynı yıl Türk Edebiyatında yepyeni bir tarzda yazılmış olan “835 Satır” ve “Jokand ile Sİ-YA-U adlı şiir kitapları yayınlanır. 1931 yılında bu kitaplara ek olarak Varan 3 kitaplarından yargılanır ama dava beratla sonuçlanır.
1930 yılında “Varan 3” ve “1+1=1” kitaplarını yayınlayan Nazım Hikmet, aynı yıl Posta Gazetesi çocuk sayfasını da yönetir. 1931 yılında yayınladığı “Sesini Kaybeden Şehir” kitabını 1932 yılında “Benerci Kendini Niçin Öldürdü; Gece Gelen Telgraf; tiyatro oyunları ‘Kafatası’ ile “Bir Ölü Evi” adlı tiyatro eserleri Şehir Tiyatrolarında sergilenir.
6 Mart 1933 yılında gizli örgüt kurmak ve TKP’yi harekete geçirmek faaliyetlerinden yakalanıp, Bursa’da idam istemiyle yargılanır. Fakat 1934 yılı Temmuz’unda Cumhuriyetin kuruluşunun 10. Yıl münasebetiyle çıkartılan Af Yasası’ndan yararlanarak serbest bırakılır.
1935 yılında “Taranta Babu’ya Mektuplar; 1936’da “ Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı” adlı şiir kitapları yayınlanan şairimiz 1936 Aralığında yeni bir suçlamayla tutuklanarak yargılanır, dört aylık bir tutukluluk süresinin ardından Nisan 1937 yılında serbest kalır. “ Sovyet Demokrasisi”, “Alman Faşizmi ve Irkçılığı” üzerine yaptığı inceleme kitapları da bu yıl piyasaya çıkar.
1938 yılının 17 Ocağında tekrar tutuklanıp Ankara’ya getirilen şair çeşitli iddialarla suçlanarak 35 yıl hüküm giydirilir. T.C. Yasasının 68. Ve 77. Maddeleri uyarınca cezası 29 Ağustosta 28 yıl 4 aya indirilir.
Nazım Hikmet 1939’dan 1943 yıllarında “Yeni Edebiyat” ve “Yürüyüş” dergilerinde Mazhar Lütfi, İbrahim Sabri takma isimleriyle yazılar yazar. “Gün”; “Söz”; “ Yığın” dergilerinde imzasız şiirler yayınlar. Kuvây-ı Milliye destanının önemli bir bölümünü de İzmir Havadis gazetesinde yayınlar.
12 yıl Bursa Cezaevi’nde yattıktan sonra kendisinin de af kapsamına alınması için 8 Nisan 1950’de açlık grevine başlar.29 Mart’ta Avukatı İ. Emin Kösemihaloğlu’na şöyle diyordu: “Canım, sevgili üstadım,
Hakkın, hakikatin tecellisi için açlık grevine yatıyorum. Üzülme, sinirlenme, hak ve hakikat uğruna, bir kanunsuzluğun tamiri uğrunda gerektiği zaman ölümü göze alabilmek güzel şeydir.” Nazım eşi Piraye’ye, VâNü’ye yazdığı ve gazetecilerden yakındığı mektuplarında da bu paralelde aynı şeyleri söyler.
Dünyanın her tarafında Nazım’ın özgür olması için büyük çapta eylemler yapılır. Dünyaca ünlü yazarlar ve şairler onunla ilgili yazılar ve şiirler yayınlıyor, Türkiye Elçilikleri önünde gösteriler yapılıyordu.
Garip Şiirinin kurucuları Orhan Veli, Oktay Rıfat ve M. Cevdet Anday Nazım’a destek için Ankara’da üç günlük açlık grevi yaparlar. Destek için imza kampanyası başlatılır.
Nazım, 13 Mayıs 1950’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hasta Hanesine kaldırılır. Bir gün sonra yapılan seçimleri DP kazanmıştı. Seçimden üç gün sonra Adnan Adıvar, Halide Edip, Sait Faik, Cahit Sıtkı Tarancı, Cevdet Kudret gibi aydınlar yeni hükümet kurulana kadar ondan eyleme ara vermesini istemişlerdi. O da 19 Mayıs’ta açlık grevine son verdi. 14 Temmuz 1950’de af kanunu kabul edildi. Nazım da aynı tarihte tam 13 yıl yattıktan sonra salıverildi. Arkadaşları tarafından hasta haneden alındı.
Açlık grevinin beşinci gününde şöyle yazmıştı:
Kardeşlerim, Demek istediklerimi
Doğru dürüst diyemiyorsam
Kusura bakmayın kardeşlerim,
Azıcık sarhoş gibiyim
Birazcık dönüyor kafam,
Rakıdan değil
Açlıktan hafif tertip.
Nazım 26 Nisan 1950’de serbest kaldı ama 50 yaşından sonra onu askere almak istemişlerdi. Daha önce Sabahattin Ali’nin başına gelenleri de biliyordu. Askerde onu harcayacaklarına dair bilgiler de almıştı. “Kaçarken vurduk” diyeceklerdi. Bundan dolayı deniz yoluyla yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Ve hayatının sonuna kadar da memleket hasreti çekerek 3 Haziran 1963’te Moskova’da hayata gözlerini yumdu. Onun “Vasiyet” şiirini buraya alıyorum:
VASİYET
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
Ölürsem kurtuluştan önce yani,
Alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni,
Hasan Bey’in vurduğu
Irgat Osman yatsın yanımda
Ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
Kırkı çıkmadan ölen, Şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörle türküler geçsin alt başında mezarlığın
Seher aydınlığında taze insan,
Yanık benzin kokusu
Tarlalar ortamalı, kanallarda su,
Ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
Toprağın altında yatar upuzun
Çürür kara dallar gibi ölüler,
Toprağın altında sağır, kör, dilsiz
Ama bu türküleri söylemişim ben,
Daha onlar düzülmeden
Duymuşum yanık benzin kokusunu
Traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Komşulara gelince,
Şehit Ayşe’yle Irgat Osman,
Çektiler büyük hasreti sağlıklarında
Belki farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
Öylece gibi de görünüyor
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
Ve de uyarına gelirse
Tepemde bir de çınar olursa
Taş maş da istemem hani.
( 1953 )
diyen nazım “ Gün oluyor, memleket aklıma gelmiyor, ama sonra, durup dururken çarpıyor kokusu burnuma. Bu kokunun içinde yaşıyorum günlerce, haftalarca, aylarca, acıyla, kimi kere ağlamaklı olarak!” diyerek de memleket hasretini dile getiriyor.
“ Seni dünya paylaşamıyor, şiirlerin bin dilde
Seni senden okumak var ya seni aynı dilde
Mezarın orda olsa, burada olsa ne olur ne olur
Tepende bir taş olsa, çınar olsa ne olur.”
& quot;
& quot;
& quot;
& quot;