Hasan GÜNEŞ: Eleştirel pedagoji nedir? Nasıl bir gereksinmeden doğmuştur?
Prof. Dr. Hasan Hüseyin AKSOY: Eleştirel pedagojiyi bir tanım içine alıp onu ontolojik ve metodolojik olarak sabitlemek bir çok zorluk içeriyor ve aynı zamanda eleştirel pedagoji alanının merkezi kavramlarından biri haline gelen “tamamlanmamışlık”ın, “olmakta olma”nın anlamına da karşıtlık içeriyor. Öte yandan “eğitim”in ne olduğuna ilişkin de mutlak bir ortak kabul gören tanımlama yapmak olanaklı değil. Yaptığımız tanımlamalarda, görelilik, zamansal sınırlamalar, ön kabuller/varsayımlar var. Eğitime ilişkin her tanımlama, bana göre, bir inşa anlamına da gelir. Bununla birlikte, kuşkusuz çeşitli konumlanmalardan ve bu konumların açıklanması ile birbirinden farklı ama herbiri de içinde bulunulan zaman, mekan ve bağlam ile ilişkili olarak, anlamlı, açıklayıcı bir eleştirel pedagoji tanımlaması yapılabilir ve yapılmaktadır. Bu farklılıkların ve birbirleriyle teması olsa da, aynı nehre su taşısa da farklı kaynakları olduğunu ve bu nedenle de “eleştirel pedagojiler”den sözedebileceğimizi belirtmiştim bir yazımda. Bununla birlikte, bu tür dilbilimsel esinlerin zaten inşa edilmiş ve gelişmekte olan bir disiplinin biçimlendirilmesi amacından uzak olması, “eleştirel pedagoji”nin bu tür dışsal ontolojik tartışmaları yapmakla birlikte, kendi özüne- özgürlükçü, eşitlikçi, diyalog ve dayanışmaya uygun, bütünlüklü ve tamamlanmamışlık durumuna uygun bir hat izlemesi gerektiğini düşünüyorum.
Eleştirel pedagoji hem normatif bir süreci/yaklaşımı ve eğilimi hem de gelişmekte olan bir disiplini ifade etmektedir. Eleştirel pedagoji, normatif yönüyle, sadece anlamak ve açıklamak ile yetinen bir eğitim disiplinini ifade etmemekte, aksine bir “müdahil bilim” niteliği göstermektedir. Eleştirel pedagoji, sınırları yeni bağlamlar ve teoriler ile genişleyen, farklı toplumsal gruplara yönelen, bireysel ve toplumsal yaşamı gözden geçirmek ve bu yaşama öznelerin müdahale etme, insanların birlikte yaşamın bir çok alanında geçerli sınırlanmışlıklarını / özgürlüksüzlük ve nesneleşmelerini ortadan kaldırmak / ya da azaltmak; bireysel ve toplumsal gündelik yaşama, bugüne ve geleceğe müdahale etmek isteyen “bilinçli eylem”lerin üreticisi olan bir öğrenme ve öğretme yaklaşımı ve alanıdır. Ancak, eleştirel pedagojinin sınıfların ya da okulun dışında bir öğrenme ve öğretme pratiğine ilişkin, bütünlüklü, yaşamın tüm alanlarını kapsayan ve geleceğe ilişkin müdahale rolünü gösterirken “geçmişin yeniden okunması”na da yol açan tarihsel bir etkisi sözkonusudur. Bazıları için karmaşık ve soyut gibi görünen bu alan, günümüzde üzerine bastığımız zemin kadar somuttur ve içinde, yaşadığımız dünyayı ve onun içinde gerçekleşen etkileşimleri görebiliriz.
Eleştirel pedagojinin ortaya çıkışı eğitim alanının eleştirisi ile ve bu eleştiriye eşlik eden eğitim alanının dönüştürülmesi, değiştirilmesi konusunda hissedilen gereksinmelerle ilgilidir. Birbirinden çok farklı [eleştirel] düşünür, 1800’lü yıllardan başlayarak öncelikle okul eğitiminin sağladığı ayrıcalık ve dışlayıcılığın ve okullarda sunulan ayrımcı müfredat’ın eleştirisini yapmış; mevcut kötülüklere ve özellikle adaletsiz, vicdansız ve zalimce diyebileceğimiz ve belki de duygunun hiç işe karışmadığı ama “kâr” güdüsünün ve üretim ilişkilerindeki eşitsiz durumu, insanların nesneleştirildiği ve değersizleştirildiği dogmaların yol açtığı “üretilmiş koşullar”ı sorgulamış; “neden böyle?”, “nasıl daha iyi olabilir?”, “nasıl değiştirilebilir?” “yerine ne konabilir?” gibi sorulara karşılık gelecek bir arayışı dile getirmiş. Bu eleştiri ve arayışlar, kuşkusuz sadece sözel olarak kağıt üstünde kalan bir açıklamadan ibaret değildir bir çok durumda eğitim alanında ve siyasal alanda müdahil olma arayışlarını da içermiştir. Bu durum, Karl Marx için olduğu kadar, John Dewey, Anton Makarenko, Ivan Illich, Lorenzo Milani, Myles Horton ve A. S. Neill için de böyledir ve doğal olarak Paulo Freire için de. İçinde olduğumuz dünya bizi duygusal olarak, vicdani ve etik nedenlerle ve bütün olarak insani bakımdan rahatsız ediyor ve bu durumun değiştirilebilir olduğunu düşünüyor, değiştirmek istiyoruz. Bu bakımdan, mevcut/verili dünyayı politik bir perspektifin uzantısı olarak yorumluyor ve önerileri de “politik” bağlamın içinde görebiliyoruz. Bazen kendi deneyimlerimiz bazen gözlediğimiz dışsal gerçeklikler olabilir bu “rahatsız edici” adaletsizlikler, insandışılıklar ya da basit eşitsizlikler. Her geçen gün, kaçınılmaz olarak daha geniş bir eşitsizlik, adaletsizlik, yabancılaşma ve ötekileştirme- sosyal dışlama bağlamlı sorunlar kümesi, evlerimizin içinde, okulda ya da işyerlerinde, fabrikalarda, ulusal olandan uluslararası olana uzanan bir genişlikte ortaya çıkmakta ve bu sorunların anlaşılması ve karşı çıkılması, değiştirilmesi için mücadele edilmesi, eğitimciler için mesleki olduğu kadar insani bir görev olarak da görülmektedir.
Sorunuza lafzi anlamıyla dönecek olursam, bir cümle ile, “eleştirel pedagoji, Paolo Freire”nin öncülük ettiği ve eleştirel kavram ve kuramların eğitim alanına uygulandığı bir eğitim, öğrenme ve öğretme yaklaşımı ve disiplinidir” diyerek soruyu yanıtlamak olası. Anaakım/egemen, genel kabul görmüş ve yerleşik öğrenme ve öğretme anlayışında makul olabileceğini ve hatta ancak bu kesinliğin geçerli bir tanımlama sayılacağını bilmekle birlikte, eleştirel pedagojinin tartışma zemini ve kavramsal temellerinin bize sunduğu ufkun bunun çok ötesinde olduğunu ve merak, diyalog ve araştırma ile birlikte yeniden bir bağlam ve tarihsel ilişkilendirme ve yeni bir tanımlama yapmanın zorunlu olduğunu söyleyebilirim. Örneğin özellikleri ve kavramsal odağı öne çıkarılabilir. Glenn Rikowski, eleştirel pedagojinin “anti kapitalist” olduğuna vurgu yaparken, Antonio Darder eleştirel pedagojiyi “sevgi pedagojisi”, McLaren “devrimin pedagojisi” olarak görüyor. bell hooks ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıf ilişkilerinin eğitim içindeki görünümlerini birlikte ele alıyor ve eleştirel pedagojiye feminist çalışmalar dışında ırk ve sınıflarla ilgili çalışmaların ortak bağlamını katıyor. Bourdieu, sınıfın yeniden üretimini ve okullardaki başarının saklı anlamını sadece “mali sermaye” değil, “kültürel ve sosyal sermaye” ile de anlamımızı sağlıyor ve eleştirel pedagojinin kavram setine büyük katkılar sunuyor. Freire, okuryazarlıkla başlayan ve giderek genişleyen bir çerçeve çiziyor her yeni kitabında ve önceki çalışmalarında dile getirdiklerini güncellerken, zaman zaman başka alanlarda da kullanılabilen yeni kavramsal eklemeler yapabiliyor ve eleştirel pedagojinin yeni adları da olabiliyor; olasılık pedagojisi, süreç pedagojisi, umudun pedagojisi, özgürlüğün pedagojisi veya şehrin pedagojisi gibi. Bununla birlikte, eleştirel pedagoji/eleştirel eğitim ile bağlantılı görebileceğimiz figürlerin hemen hepsinin ortak yanları var. Nihayetinde, eleştirel pedagoji, “ezilenlerin yanında, ezenlerin karşısında olanların, bilinçle, tutarlılıkla (eylem ve sözün birliği ve uyumu ile), eşitlik, özgürlük, dayanışma ve (tamamlanmamışlığın diyalektik bir sonucu olarak) ilerleme-dönüştürme/ilericilik-dönüştürücülük gibi kavramların eşliğinde gerçekleştirilen düşünme, davranma-eyleme, araştırma, öğrenme ve öğretme yaklaşımı ve disiplinidir.” Ezilen kavramı, bir zaman ve mekanda işçi, kadın, çocuk, yaşlı, iken bir başka zaman ve mekanda Müslüman, Hristiyan, lgbti bireyler, işsizler, siyahlar, yoksullar ve göçmenler olabilmektedir.
Eleştirel pedagojinin bir eğitim yaklaşımı olma niteliği dışında, bu yaklaşım kapsamında yapılan ve diğer alanlarda da bu yaklaşımın kavramsal çerçevesi içinde yapılan araştırmalar, inceleme, deneme, gözlem ve diğer yaşantıların ortaya çıkardığı eserlerden de bir disiplin ortaya çıkmakta ve bu çalışmalar da ayrıca inceleme konusu yapılmaktadır. Ontolojik olarak, eleştirel pedagojinin bir bilimsel yaklaşım ve disiplin olma yanında, belirttiğim nitelikleri öne çıkaran “eğitimsel bir dünya görüşü” olarak betimlenmesi de olanaklıdır.
Hasan GÜNEŞ: Eleştirel pedagojinin teorik kökeninden bahseder misiniz?
Prof. Dr. Hasan Hüseyin AKSOY: Eleştirel pedagoji, ezilenleri ve onların sorunlarını merkeze alarak daha iyi bir dünya için çalışan pek çok eğitimcinin, yazarın, düşünürün katkısı ile ortaya çıkmıştır. Bir anda ortaya çıkan ve kendine ad bulan bir hareketten çok, pek çok farklı kaynağın bir ırmağa dönüşmesi gibi birbirinden çok farklı ancak bazı ortak entelektüel ve dünyevi sorunları konu edinen düşünürlerin katkısı ile ve Paulo Freire’nin sistematik teorik ve pratik çalışmaları ile görünür hale gelmiştir. Temel kavramsal ve ideolojik katkılar Marx başta olmak üzere, Marksizm’den ve Marksist dünya görüşünün kapitalizme ilişkin eleştirilerinden, daha somut ve bir bilimsel disipline ilişkin ilk katkılar ise 1900’lü yılların başında ve özellikle Frankfurt Okulu yazarları ile 1920’lerden başlayarak Avrupa kıtasından gelmeye başlamıştır. Bununla birlikte, William Godwin’den - Rousseau’ya; Platon’dan Dewey’e, Eric Fromm’dan Sigmund Freud’a bir çok farklı isim bazen çelişik görüşlerle de olsa eleştirel pedagoji alanının teorik tartışmalarının bir parçası olmuştur. Bu noktada, Almanya’da Frankfurt okulu yazarları ve bu ekolün devamı sayılabilecek bazı yazarlar ile K. Mollenhauer, W. Klafki ve W. Lempert dışında, İtalya’dan Antonio Gramsci ve Lorenzo Milani, Avusturya’dan Ivan Illich, SSCB’nin kuruluş yıllarında eğitimcilik yapan Anton Makarenko, Fransa’dan Pierre Bourdieu ve Kuzey Amerika’dan (Kanada ve Amerika) Michael W. Apple, Henry A. Giroux ve Peter McLaren, Brezilya’dan Paulo Freire dikkati çeken etkiler yaratmıştır. Bununla birlikte, burada anılan ve anılmayan tüm yazarların aynı görüşte olmalarından çok, eğitim alanının politik ve ideolojik niteliğine, eğitim ve iktidar ilişkilerine, üretim ilişkilerinde eğitimin dolaylı veya doğrudan etkilerine, toplumsal eşitsizliklere, cinsiyet, ırk ve sınıf eşitsizliklerine ilişkin olarak dünyevi, özgürleştirici-özgürlükçü ve eşitlikçi bir temelde tavır alırlar. Bu noktada, eleştirel pedagoji toplumsal alanın her noktasındaki inşayı –yeniden üretimi, eğitim sistemlerini- öğrenme ve öğretme yaklaşımlarını eşitlik, özgürlük, bütünlük ve dayanışma gibi eğitime içkin olması gereken temel bazı kavramlar eşliğinde incelemeye zemin oluşturur. Ayrıca, her eğitimcinin veya düşünürün içinde bulunduğu bireysel, toplumsal, siyasal ve ekonomik koşullar ve konumlanma da analizlerinin bir parçasıdır ve siyasal, kültürel ve eğitimsel olana ilişkin inceleme ve açıklamaları bu açıklamaları yapanların kim olduklarından bağımsız göremeyiz. Eleştirel pedagoji içinde yerleşik “eleştiri” sadece bir konu eklemenin yolunu değil, yeni bir insan, yeni bir toplum, yeni bir bilim ve yeni bir dünya yaratmanın da özünü oluşturmaktadır. Bu konudaki çalışmalara dahil olmanın bu yeni dünyaya ilişkin konumlanmaya ait bir anlamı da bulunmakta ve her eleştirel eğitimcinin kendine bir “eleştirel uzaklık” koyması da önemli olmaktadır.
Hasan GÜNEŞ: Eğitimin bir politik girişim olduğuna dair görüşü eleştirel pedagoji kapsamında açıklar mısınız?
Prof. Dr. Hasan Hüseyin AKSOY: Eğitim etkinlikleri, birbirinden farklı amaçlar içerse de, var olanı ve kendi haline bıraktığımızda gerçekleşmesi muhtemel olanı değiştirmek üzere gerçekleştirilen kasıtlı ve amaçlı etkinlikler bütünü olarak görülebilir, Varolan herhangi bir durumun, varolma şekline ya da gelecekte doğal olarak alacağı şekle müdahale politik bir karar ve eylemdir. Her eğitim etkinliği, karar almayı, uygulamayı, sonuçlarını görmeyi, değerlendirmeyi ve buna göre yeniden karar almayı ve ayrıca bu süreçlerde birçok eylemde bulunmayı gerektirir. “Kaderci” olanın karşısında görülen bu “politik” olma durumu, eğitimin aslında “politik” tercihler ya da eylemlerle ortaya çıkan pek çok sorunun karşısında ya da yanında başka bir “politik” etkinlik olarak yer aldığını da bize gösterir. Tüm toplumsal eşitsizlik ve kazanımlar ya da dışlanmışlıklar okullar içinde de kendine çeşitli şekillerde yer bulur ve bunlara verilecek tüm tepkiler ya da görmezlikten gelmeler hem ideolojik hem de politik olma durumunu gösterir. Eleştirel pedagojinin kavram setlerinden yararlanan bir görüş, bu nedenle, eğitimi yansız bir etkinlik olarak ele almaz. Eğitim yanlıdır ve politiktir. Öyle olması bir tercih değil, eğitim sürecinin işlevi, doğası toplumsal rolü bunu zorunlu kılar. Bir toplumda, hane içinde, annenin ya da babanın çocuklarının öğrenmesi gerektiğini düşündükleri beceriler cinsiyetlerine göre farklılık gösteriyorsa, ya da benzer, eşit, cinsiyetten bağımsız olması gerektiği yönünde bir inanç ve kabulü gösteriyorsa; eğitimin aile içinde dahi politik ve ideolojik bir şekilde işlediğini gösterir çünkü bu tercihler özünde politik kararları yansıtırlar. Eğitim kurumlarında, merkezi sınavlardan başarılı öğrencilerin bir mesleğe ve gelir düzeyine, düşük puan alanların da istemedikleri ama sistemin onlara layık gördükleri eğitim kurumları ve sonucunda işlere gönderilmesi de politik – ideolojik bir seçimdir. Aradaki bazı mekanizmalar, merkezi sınavlar ve öğretmenlerin ölçme tutumları ve yansızlık iddiaları da mevcut politik ve ideolojik seçimi rasyonelleştirmek ve meşrulaştırmaktan öte gitmez. Çünkü, eşitsizliklerin başlama yeri okulun dışındadır ve kapitalist bir toplumda okul ya da bütün olarak eğitim sistemi bu eşitsizlikleri ortadan kaldıracak etkiler yaratma gücüyle ve amacıyla kurulmamış ve bu yönde işletilmemektedir. Diyelim ki, eğitimde adil ve eşitlikçi bir amaç var, o zaman da eğitimi politik ve ideolojik bir müdahale kurumu olarak görmek gerekir, çünkü toplumsal eşitsizliklere müdahale edecek bir kurumsal işleyiş söz konusu olacaktır.
Hasan GÜNEŞ: Neoliberalizme karşı eleştirel pedagojiyi savunmak mümkün mü? Açıklar mısınız?
Prof. Dr. Hasan Hüseyin AKSOY: Neoliberalizm, insanlık tarihi boyunca emekten, zayıf olandan, insani olandan yana biriktirilmiş ve sermaye sahiplerinin ve devletlerin sağlamak zorunda kaldığı tüm haklara saldıran ve çalışarak, emeği ile geçinen insanların kazandığı hakları geri almayı amaçlayan bir iktisadi felsefedir. Kapitalizmin tek kutuplu, tek merkezli dünyadaki felsefesidir. Eleştirel pedagojinin aklıma gelen, hemen hemen bildiğimiz tüm kavramları neoliberalizm yoluyla yaşama geçirilen ve sürdürülmeye çalışılan uygulamaların karşısında yer alır. Eşitlik karşısında ayrıcalık ve ayrımcılık, dayanışma karşısında rekabet, özgürleşme karşısında bağımlılık –çaresiz bırakılarak piyasaya ve sermayeye ya da onun yarattığı kurumlara itaatkarlık yoluyla- , yaratıcılık ve insan gereksinmeleri karşısında standardizasyon, verimlilik ve maliyet merkezlilik; özneleşme karşısında nesneleşme-şeyleşme gibi kavramlar öne çıkmaktadır. Bu noktada, eleştirel pedagojinin neoliberalizmin insanı dışlayan ve küresel şirketlerin kârlarını ve piyasa işleyişini merkeze alan anlayışına ve bu anlayışı eğitim kurumlarında çeşitli yollarla uygulayanların karşısında konumlandırılması ve insani yeni eğitim kurguları oluşturmaya katkıda bulunacak kavram ve teknikler içermesi, yol gösterici olması doğaldır. (Bu noktada, eleştirel eğitimcilerin ve eleştirel düşünürlerin tüm söylem ve eylemlerinin birikimi, eleştirel pedagoji alanının özne gibi algılanmasına, kişileştirmeye yol açacak şekilde kullanılmaktadır, ancak okuyucuların bu ayrımı yapacaklarına inanıyorum). Başarılı olma olasılığından söz ediyorsanız, eleştirel pedagoji/eleştirel eğitim alanının neoliberalizmin yaşama geçirdiği gayri insani politikalar ve uygulamaların reddedilmesinde ve geriletilmesinde önemli bir rolü olabileceğini; adil, eşitlikçi, bütünlüklü ve çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de anlamlı bir eğitim süreci yaratmanın kaynaklarından biri olduğunu düşünüyorum. Öyleki, Freire başta olmak üzere eleştirel eğitimcilerin çalışmalarının da önemli düzeyde etkisi ile sadece eğitim bilimleri alanı değil bilimsel araştırma, sosyal çalışma, psikoloji ve sosyoloji gibi disiplinlerde de eleştirel teorinin ve eleştirel eğitim alanının kullandığı kavram setleri görülebilir olmuştur (Bu konuda radikal araştırma- eleştirel yöntembilim, eleştirel psikoloji, eleştirel antropoloji, eleştirel medya çalışmaları, dil öğretiminde eleştirel pedagoji, eleştirel tiyatro gibi alanlara örnek olarak bakılabilir). Diğer taraftan, eleştirel pedagoji /eleştirel eğitim alanının önerme ve kabullerinin toplumsal alanda genişlemesi ve belli bir kitlesel kabule erişmesine bağlı olarak, eleştirel kavramların metalaşması piyasa içinde kullanılmasına, pazarlanmasına, yaşamları içinde gerçekte yer almayan bu yaklaşımın ticaretini yapmaya yönelen neoliberallerin de ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Tabiiki, kaderci olmayan bir yorumla, eleştirel eğitimcilerin gösterdikleri çabalara, örgütlenmeye ve dayanışmaya bağlı olarak, zaman içinde, eleştirel eğitim alanındaki genişleme yeni ayrımlar ve çatışmalar yanında kazanımları da içerebilecektir, gerileme ve yozlaşmayı da. Ancak bu konudaki mücadeleye eleştirel pedagojinin ve aslında eleştirel pedagogların ilgisi sadece eğitim alanıyla sınırlı olmayacak, ezme ezilme ilişkilerinin, iktidar ilişkilerinin görüldüğü tüm alanlarda ve yeni bir insan, yeni bir toplum ve yeni bir dünya kurgusunda yeri olan her alanı kapsayacaktır, ki ayrıca kapsamalıdır da.
Hasan GÜNEŞ: Demokrasinin gerçek anlamda yaşanması sizce eleştirel pedagoji çerçevesinde mümkün mü?
Prof. Dr. Hasan Hüseyin AKSOY: Bu soruya ancak, demokrasinin ne olduğuna ve demokrasiden ne anladığımıza ilişkin ortaklaşmaya bağlı bir yanıt verilebilir. Toplumun tüm üyeleri arasında bu konuda bir ortaklığın oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte, demokrasiyi, insanların bireysel ve toplumsal olarak kendi yaşamları üzerindeki hakimiyetini, bilincini artıran ve yaşamları hakkında karar verme yeteneklerinin geliştirilmesi ile birlikte karar verme haklarını tanıyan bir sistemden sözediyorsanız, orada eleştirel eğitimi ve eleştirel eğitimcileri bulacaksınız. Sahte demokrasi sözcükleri ile iktidar otoritesinin çoğunluğun ya da egemen olanın din, dil, kültür ve yaşam biçimi bağlamında otoriteryen dayatmalarının yaşama geçirildiği ve eleştirinin yasaklandığı bir ortamda genelde eleştiri ve özel olarak da eleştirel pedagoji güçlükler yaşar. Bununla birlikte, demokratik deneyimler, demokratik idealler ve demokrasi üzerine düşünmek, nasıl yaratılabileceğine içinde eşitlikçi, adil, insani olan süreçlerin nasıl kurulabileceğine ilişkin düşünmek de eleştirel pedagoglar için temel ilgi konuları arasındadır. Üstelik bu ilgi, okulun sınırlarını aşan niteliktedir ve aileden devlete, işyerinden sokağa değin uzanır. Başka bir deyişle, eleştirel pedagoglar/eleştirel eğitimciler demokratik okul kadar demokratik bir devlet ve demokratik bir aile ve demokratik bir çalışma yaşamı için de mücadele etmektedirler.
Hasan GÜNEŞ: Eleştirel pedagoji neden özgürlükçü bir girişimdir açıklar mısınız?
Prof. Dr. Hasan Hüseyin AKSOY: Özgürlük (freedom) ve özgürleşme (emancipation) kavramları eleştirel pedagoji alanının en çok kullanılan kavramları arasındadır. Özgürlük anlayışının farklı düşünürlerde birbirinden oldukça farklı olduğunu görüyoruz. Liberalizmin ve bu felsefeye yakın kişilerin özgürlük anlayışı, mülkiyet sahibi olma ve piyasada aktör olabilme, emeğini satabilme ve rekabet edebilme ve koşullar elvermezse de kaderine razı gelme, bazen de aç kalma, eğitimsiz sağlıksız, ulaşımsız, enerjisiz ve tüm temel insani ihtiyaçların karşılanmasından yoksun kalma özgürlüğüdür. Toplumdaki tüm bireylerin kendilerine sağlanan özgürlükleri deneyimleyebilmesi olanaklı değildir çünkü bu haklar ve özgürlükler çoğunlukla bazı diğer kazanımları gerektirir. Örneğin okuma yazmayı bilmeden kendinizi yazılı olarak ifade edemez, eleştiri yazamaz, dünya edebiyatı ya da ülkenizin sevdiğiniz yazarlarını okuyamazsınız, dahası bu tür bir sevgiyi oluşturacak tanışma bile gerçekleşmeyebilir. Seyahat etmeniz dahi bir ölçüde engellenir, ehliyet alamazsınız. Bu hakların kullanılabilmesi, yani bu haklara erişim özgürlüğü bir çok insan için kamusal eğitim arzına bağlıdır ve siz eğitime bağlı hak ve özgürlükleri kullanabilmek için, ailenizin özel bir ekonomik gücü yoksa kamusal eğitim olanaklarını talep etmek zorundasınız. Eğitimdeki eşitsizlikler eğitim dışında kalanların özgürlüklerini de azaltır. Marksist bir çerçeveden ele alındığında özgürlük, olanaklarla ilgilidir ve olanaklarla sınırlıdır. Bu nedenle, bir özgürlük sadece elde edilebilen, erişilebilen ve kullanılabilen olanaklarla sınırlıdır. Liberalizm ve neoliberalizmin bireylere vadettiği özgürlük ise, toplumun büyük bir kesimi için asla gerçekleşmeyecek sadece olasılıklardan ibaret olan sanal bir özgürlüktür. Öte yandan özgürlük bir durum değil bir süreçtir ve insanı engelleyen durum ve ilişkilerin geriletilmesi ve mümkünse ortadan kaldırılmasına ilişkindir. Eleştirel pedagoji, gerek öğrencilerin gerekse eğitimcilerin bilinçli eylem (praksis) yoluyla özne olmalarına, kendilerini yaptıkları işe yabancılaştıran koşulları anlamalarına ve bunlara karşı mücadele etmelerine katkı sunar. Bu katkı aslında eğitim sürecine katılan bileşenlerin, eğitim öznelerinin kendi olmaları ve bunu diğer bileşenlerle kurdukları diyalogla, dayanışma ile gerçekleştirebilecekleri düşüncesine dayanır. Özgürleşme, insanın kendi potansiyelini açığa çıkarabilmesi, potansiyel olanın gerçekleştirilebilmesi ve nihayetinde kendi olabilmesi sürecidir. Dinsel dogmalar, bilimsel görünen önyargılar, metodolojik ve iktisadi yetersizlik ve dışlanmalar hemen her zaman insanın kendi olabilmesini engellemek üzere etrafında yer alırlar. Eleştirel pedagoglar, öğrencilerin kim olduklarını anlama çabasını ve onların kendi olmalarına yardımcı olmadaki rollerini önemser. Öte yandan, öğretmenlerin birlikte öğrendikleri öğrencilerinden ve içinde bulundukları koşullardan öğrenmelerine ve kendilerini geliştirmeleri yoluyla daha iyi bir öğrenme iklimi yaratmalarına da katkı sunar. Mesleki bakımdan tüm öğretmenlerin kısıtlılıklarını azaltma anlamında bir özgürleşmeyi de desteklemektedir. Bu nedenle de eleştirel pedagoji, bir özgürlük/ eğitim öznelerinin birbirlerinin özgürleşmelerine karşılıklı katkı sundukları bir özgürleşme pedagojisidir.
-Teşekkür ederim.