Eleştirel Pedagoji ve Sanat İlişkisi Üzerine

Felsefe-Mantık - Sinan Abuzer AKDAĞ Yazdı

Son elli yıldır egemenler tarafından uygulanan Neo-liberal ve Post-modern politikalar ekonomik ve siyasi alanları olduğu gibi eğitim alanını da etkilemiş, eğitimde sınıfsal konumlarına uygun politikalarla sermayenin gereksinimi olan tek yönlü eleman gereksinimini ve süreci eleştiren değil, olumlayan ya da yaşamın birer nesnesi olan insan gereksinimini karşılama işlevini yerine getiren bir niteliğe büründürülmüştür. Egemenlerin bu politikaları sürecin en tehlikeli ideolojisi haline gelip, kamusal alanları ele geçirip, kitlelerin geleceğine yönelik her türden olumlu edimi tutsak edip onlar için politika üretimini de olanaksızlığa sürüklerken, aynı zamanda hedefleri içe kapanık ve salt kendisini düşünmekle sınırlı bireylerden oluşan toplumsal bir örgü yaratmıştır.

Egemenlerin kendi sınıf kültürünün oluşturulması ve çeşitli norm, değer ve eğilimleri kitlelere öğretme işlevini yerine getirmesi ve ideolojik hegemonyasına pekiştirme sürecinde, ne yazık ki, ezilenler, onların önderleri ya da onların yanında yer alma iddiasında olan güçlerin alternatif çalışmalar üretme ve düzene alternatif olma ya da en azından kitleleri egemenlerin bu saldırıları karşısında koruma girişimleri ya yetersiz kalmış ya başarısız olmuş, ya da ezilenlerin kendi kaderlerine terk edilmesiyle son bulmuştur. Bu varılan ve ileride de devam edecek gibi görünen sonucun, kuşkusuz birçok nedeni vardır; ancak en önemlisinin uygulanan bu politikaları boşa çıkarabilecek karşı eğitim örgütlenmesinin başarılamaması en öne çıkan neden gibi görünmektedir.

Egemenlerin amaçlarına ulaşmak için yaşamın her alanına yaygınlaştırdıkları eğitim programlarının karşısında kitleleri –ezilenleri- ve onlara ait kamusal alanları koruya bilecek ya da geri kazandırabilecek bilincin oluşturulmasının eğitiminin örgütlenmesinin başarılabilmesinin tek başına bir doğru eğitim anlayışı ve programı hazırlama sorunu olmadığını, öncelikle, belirtmekle gerekiyor! Literatürü incelediğimizde Freire, Mclaren, Apple, Hill, Aronowitz ve Giroux gibi birçok bilim insanının kitlelerin dönüşümünü sağlayacak alternatif eleştirel eğitim modeli üzerine araştırmalar yaparak belirli düşünceler ileri sürdüklerini ve kuramı oluşturduklarını görebiliriz. Eleştirel Pedegoji olarak adlandırılan bu anlayışıyla “ …dünyanın ve yaşamlarının eleştirel ve ilişkin nasıl okunacağı konusunda…” kitleleri eğitmek ve “…aynı zamanda, bilginin nasıl üretildiği, sürdürüldüğü ve meşrulaştırıldığına ilişkin derin bir kavrayış geliştirmeyi” başarabilecek “…amaçlar ve sosyal eylem ve kolektif mücadele biçimlerine…“[1] yönelebilecek bireyler ve doğal olarak da bir toplumsal değişimi, dönüşümü sağlamak amaçlanmıştır.

O zaman doğru seçeneğin ne olabileceği ve içinde var olan koşulların üstesinden gelmenin nasıl başarılabileceğinin çözümün bulmak karşımıza çıkan en önemli sorun gibi durmaktadır. Çözüm ya da çözümler üretebilmek öncelikle içinde yaşanılan egemenler kontrolündeki dünyanın tanımının iyi konulması ve yöntemlerinin ve uygulandıkları yöntemlerin sağlıklı kavranması ile olasıdır. Kabul etmek gerekir ki, aydın-demokrat ve kendini toplumsal yaşama ve yarınına karşı sorumlu hisseden Felsefeci, ekonomist, sosyolog aydın yazar ve diğer bilim insanları bu konuda da oldukça başarılı çalışmalar yapmış ve günümüz dünyasını teorik ölçülerde iyi anlamamızı ve doğru tanımlamalar koymamızı sağlamışlardır. Bugün yaşama ve ilişkilerine eleştirel gözle bakan her birey Neo-liberal ve Post-modern politikaların etkilerini ve sonuçlarını yaşamın her alanında gözlemleye bilmektedir; hatta bu etkilerden sıyrılarak özgürleşmiş, insanlaşmış birey ve toplum özelliklerini ve kazanımların neler olabileceğini de ortaya konmuştur; tek farkla ki, hala egemenlerin bu kazanım ve yarattıkları yeni birey ve toplumun nasıl yeniden kazanılacağı, geri dönüşümün nasıl başarılacağı - ya da ne kadar olası olduğu- , bunca tahribat ve teslimiyet yaşanırken, neden karşı hamlelerin geliştirilemediği ya da geliştirilmeye çalışıldıysa da neden etkisiz kaldığı konusunda sağlıklı verili araştırmalar ve teoriler geliştirilememiştir. Bu da doğal olarak akla ister istemez “Eleştirel Eğitim Kuramının” ütopik ya da uygulamada karşılığı olmayan bir yaklaşım mı olduğu sorusunu akla getiriyor!

Bu yaklaşıma hemen itirazların yükselebileceği, karşı görüşlerin ileri sürülebileceği ve herkesin ortak kanısının, yukarıda adları sayılı, bilim insanlarının alternatif eğitimin nasıl olması gerektiği sorununa çözüm ürettiklerini ve eleştirel eğitim kuramları geliştirdikleri olabileceği olasıdır! Sorun şu ki, bu Eleştirel Eğitim Kuramı uzun yıllardır gündemimizde olmasına karşın, bugüne değin pratikte uygulaması ile karşılaşılmamış, bizzat kuramı yaşamımıza koyan Paulo Freire’in dar bir alandaki uygulamaları –Brezilya Devrimci Hareketi’nin köylülerle çalışmaları gibi yerel uygulamalar- ve deneysel gözlemleri* hariç hiçbir alanda kitlesel çalışma ve pratik başarı örneği gözlemlenmemiş, pratikteki uygulama sorunlarına ilişkin geniş ve detaylı bir veri elde edilememiştir! Bu durumun kuramın – en azından kâğıt üzerinde başarılı olmaya yakın gibi olduğu görünmektedir- yanlışlığı ya da dönemsel olarak uygulanabilirliğinin olası olmadığı biçiminde algılanmaması doğru bir yaklaşım olacaktır. Uygulanıp sonuçları yeterince sınanmamış bir anlayış ya da kuramı ta başından geçersiz ya da başarısız diye tanımlamak en azından bilimsel bir tutum olmayacaktır.

Bu verili durum ister istemez, akla, Eleştirel Eğitim Kuramının “Kurtarılmış Bölgeler Eğitim Kuramı” olarak mı daha çok işlev göreceği ve ortaya çıkışında bu sonucun dikkate alınamamış, hesaplanamamış – ki öyle olduğu düşüncesinde değilim- bir sonuç mu olduğu sorusunu getiriyor. Bu sorunun akla gelmesi bir tek uygulama ve gözlemlerin olmaması ile ilgili değildir kuşkusuz! Kuramın dikkatten kaçırdığı ya da gereken önemi vermediği ya da en azından egemenlerin iktidarlarının katılaştığı, yaşamın her alanında mutlak kontrolü sağladığı ya da Post-modern ve Neo-liberal politikaların uygulanarak ellerindeki her türlü araçları aracılığıyla tam kontrolü sağladığı ve salt Eleştirel Edebiyat kuramını değil, kendi denetimi dışında gelişen her türlü etkinliğe yaşam hakkı tanımadığı koşulların strateji ve taktiklerini planlamış olması gerekirdi. Unutmamak gerekir ki kuramlar uygulanabilir, değişebilir, gelişebilir ve yararlar sunabildikleri sürece kitleler için anlam taşır ve varlıklarını devam ettiriler.

Kuram detaylı bir şekilde incelendiğinde görülecektir ki, sözünü edilenler dışında da bazı eksiklikleri ya da uygulama zorluklarını barındırmaktadır ki bunlar, onun, yaşamımıza etkin bir şekilde girememiş olmasının önemli nedenleri gibi görünmektedir. Bunlardan biri Eleştirel Eğitim kuramının daha çok “Örgün Eğitim Kuramı” – Okur-yazarlık* kurumları, Okullar, Üniversiteler- olarak düşünülmüş ve sonraki yıllarda da savunucuları tarafından hep bu bağlamda ele alınmış olması ve kuramın ideal Okul, Öğrenci, Öğretmen üçlemesi ile uygulanabilir olabileceği ve bunun planlanmasının gerekliliği ile karşı karşıya olunan bir durum söz konusu olmasıdır. Bu yaklaşım eğitimin uygulama alanlarında örgütlene bilirliği için aynı zamanda, yukarıda sözü edildiği gibi, iktidar olmayı ya da, en azından, demokratik ve özgürlüklere saygılı iktidarların varlığını ve bu koşullarda da eğitim örgütlenmesinin ve denetiminin, ya da en azından belirli uygulama alanlarında, ezilenlerin yanında yer alanların elinde olmasını; ya da Demokratik Halk Devrimini yapmış toplumları ya da bir zamanların Sovyetlerinde olduğu gibi proletarya diktatörlüğünü!

Post-modern ve Neo-liberal politikalarla “…elektronik görüntü, popüler kültür ve belirsizlik duygusuyla şekillenen yeni bir tür…”[2] bireyle karşı karşıya kalmış dünyamızın ezilenlerinin bu sıkışmışlık ve beceriksizlik sürecinden çıkışının, egemenlerin sahipliğinde, denetiminde ve yönlendirmelerinde olan “Örgün Eğitim Kurumları” politikalarının değiştirilerek yapılamayacağı önümüzde, en azından yakın gelecekte, bir pratik sorun olarak durmaktadır. Aydın-Demokrat bilim insanlarının ya da ezilenlerin temsilcilerinin “Örgün Eğitim” yerine alternatif eğitim koşulları ve olanakları yaratma ve bunun gerek bilimsel altyapısını oluşturmak gerekse de uygulama çözümlerini üretme gibi bir sorumluluklar ve zorunlulukları bulunmaktadır. Bu sorumluluk aynı zamanda özgürleşmiş ve insanlaşmış bireylerin oluşturacağı yenidünyanın kurulmasının da sorumluluğudur.

Kuramın içerdiği bir diğer sorun ise sanat eğitimine özgün bir yaklaşım sunmaması ve bu eğitim ve programının nasıl olması ve hazırlanması gerektiğine ilişkin satır aralarına sıkışmış birkaç tümce dışında bir yaklaşımın bulunmamasıdır ve bu eğitimin de “Örgün Eğitim” çalışmalarının bir parçası olarak algılanmasıdır. Bu eksikliği Eleştirel Eğitim Kuramına yönelik eleştirilerde dikkate değer bir eksiklik olarak görmek ve kuramın günümüz savunucuları ve geliştiricilerinin ve savunucularının çözüm üretmesi gereken bir sorun olarak gündeme taşımaları gerekmektedir, çünkü günümüzde karşılaşılan birçok sorunun karşısında durabilecek en güçlü olgu gibi duran –ki bunu en azından son elli yılda büyük bölümüyle Post-moderne ve Neo-liberal politikalara teslim olmayarak kanıtlamıştır- sanat ve sanatçıların tutum ve yaklaşımları, eleştirel pedagojinin pratiğine ilişkin sorunlarının aşılmasında önemli ipuçları verebilir ve işlevsel araçlar olarak görülebilir. Kuramın sanat ve sanatçılara bu yaklaşımının nedeninin, kuramın temel dayanakları olan “yatay, paylaşımcı, katılımcı” ilişki biçimiyle yürüyen eğitim sürecinin sanat ve sanatçıya –doğal konumlanışlarından dolayı- özel bir konum atfetme olarak anlaşılabileceği ve bunun da eleştirel pedagojinin elemanları olan eğitimciyle eğitim alan ve sanat eğitim alanı ile diğer eğitim alanlar arasında bir statü sorunsalına neden olabileceği kaygısını anlaşılabilir bir durumdur; ancak sanat eğitiminin her alanı kendi özgün doğası gereği -hem burjuva toplumlarında, hem sosyalist toplumlarda- farklı bir programlama, yöntem, eğitim ortamı, eğitimci yaklaşımı, eğitim alan özelliği ve doğal olarak da bir ayrıcalığı kendi özünde taşımıyor mu zaten?

Bu ayrıcalık ve özgünlüğü doğasında taşıyan sanat eğitiminin günümüz dünyası insanının içinde bulunduğu bunalım, duyarsızlık, yalnızlaşma ve yabancılaşmayı aşmasına yardımcı olarak “… tarihsel geçmişle bir diyalog içine girebilmelerini, otoriteyi sorgulamalarını, mevcut iktidar ilişkileriyle mücadele etmelerini ve kendilerini eleştirel aktif yurttaşlar olarak yerel, ulusal ve uluslar arası düzeyde hazırlamaları için gereken bilgi, beceri ve sorgulama kültürünü… “[3] edinmesinde etken olabilecektir. Burada gerekli olan tek şey sanatı ve sanatçıyı tek başına sanatsal üretim etkinliğinde bulunanlar olarak değil, aynı zamanda insan doğasının değişiminin sanatçıları –mimarları- olarak işlev görmelerinin başat olduğu bir etkinlik içine çekmektir. Değil mi ki bu toplumun ilişki, çelişki, sorun ve çözümlerinin en iyi gözlemcileri ve tanımlayanlarıdırlar ve sürekli yaşamın içinde bulunan; ama sorgulayan bakış ve değerlendirmeleri ile etkilenim ve silikleşmeye en kapalı olanlardır onlar!

Sanatın, sanat eğitiminin ve sanatçının bu sorumluluğu içinde yer alması ve katkıda sunmasının sağlanması, kuşkusuz, bir bilinç sorunudur ve bu praksise içkinleştirilmeleri pek de kolay başarılacak ve öyle birkaç tümceyle sığdırılacak bir konu değildir; nasıl olacağı ya da nasıl başarılması gerektiği de eğitim ve toplum bilimcilerin işidir ve hem sanatçıların hem de sorumluluk sahibi aydın, eğitimci bireylerin ve eğitim alanların da kendi kişisel deneyimleri katkı sunabileceği bir süreçtir. Her yerel alanın kendine özgü koşullarında kaynaklı özgün pratik çözümler önereceği bir gerçekliktir; ancak günümüzün öncelikli sorunu evrensel çapta bir kuram geliştirme çalışmalarının yanı sıra, günümüz insanının içinde bulunduğu ve hızla kimlik ve değer kaybına uğradığı koşullarda uygulanabilirliği olan pratik çözümlemelerin üretilmesi, uygulanması ve en azından yakın gelecekte, Neo-liberal ve Post-modern eğitim politikalarının karşısına bir alternatif olarak umutsuzluk ve çöküntü karşıtı bir praksis olarak sunulması gerekmektedir.

Hem gelişmiş hem de geri bıraktırılmış ülkelerin eğitimlerinde, egemenlerin, “Örgün Eğitim” üzerinde sağladıkları denetim ve amaçlarına uygun teknik, sorgulamayan, kendine bağlı, tek amaca odaklanmış, popüler kültür ve belirsizlik duygusuyla şekillenmiş birey üretimi projesi kesintisiz yürümekte olup, bu alanların onların denetiminden çıkarılması, günümüz koşulları ve iktidar alternatifi olmayı başarmakta zorlanan geniş yığınlarla oldukça zordur; ancak aynı şeyi “Yaygın Eğitim” alanları – sanat kursları, sendika eğitimleri, dernekler, vakıflar, STK çalışmaları vb.- için söylemek olanaklı değildir. Örgün eğitim kurumlarının denetim alanı dışında (her ne kadar kapitalizmin ara eleman gereksinimine yanıt vermek için Kurs, Dershane gibi kurumlarla kısmen denetim altına alınmaya çalışılmış olsa da) kalan tüm etkinlik alanlarını ve eğitim çalışmalarını içeren bu kavram, hem dünyada hem de ülkemizde egemenlerin bütün egemenlik çabalarına karşın denetlenmesi ve yönlendirilmesi zor ve zaman zaman da açık bir şekilde zaafa – egemenlerin en zorlandıkları alanın sanatın tahakkümü olduğu unutulmamalıdır- düştükleri alanlardır ve içeriği de resmi anlayış dışına kolaylıkla çıkacak şekilde değiştirilmeye ve kullanılmaya oldukça elverişlidir: camilerin, tekkelerin, zaviyelerin bir zamanlar Osmanlıya, son yüz yılda Laik Cumhuriyet’e karşı kullanıldığı gibi…

Yaygın eğitim alanlarının Post-modern ve Neo-liberal kültür alanlarının yarattığı etkilerin karşısına çıkarılabilecek ve bu etkileri en aza indirebilecek çabalarda kullanılması, kuşkusuz, bu alanlarda sorumluluk üstlenecek eğitmenlerin ve içeriğin neler olacağı konusu sorunsalını karşımıza çıkaracaktır. Burada sorunu yine “Örgün Eğitim” yaklaşımıyla çözümlemeye kalkışmak yeni bir sorunun ortaya çıkmasının olasılığını arttırmaktadır. Bu nedenle özgün bir yaklaşımı, özgün program ve eğitimci planlamasını gerektirmektedir. Bu da bu eğitim sorumluluğunu iyi yetişmiş eğitimcilerin yanı sıra, özellikle, varlık nedenlerini güzel şeylerin –ki bunun içinde yeni ve güzel bir dünya da vardır- yaratılmasına adamış olan sanat ve sanatçıların gündeme alınmasını gerektirmektedir. Kuşkusuz bu durum sanat ve sanat eğitimine yakınlık ve yatkınlıklarından dolayı, yaşama eleştirel bakan ve yaratıcı eylemler üstlenmek gibi doğalarının olmazsa olmazı olan sanat ve sanatçılara yüklenen bir ek bir sorumluluk olabileceği ve yaratıcı etkinliklerine sınırlama getirebileceği konusu eleştirilebilir; ancak “…pek çok solcu ve liberal akademisyen kendilerine profesyonel münzevilik sağlayan gizli çalışmalara yönelmiş…” olmakla “ … akademi dışındaki kitlelerle bağını koparan veya onların hayatlarına dair sorunları görmezden gelen bu tür akademisyenler tamamen etkisizleşmiş… “ ve “…bir yandan kitaplar bastırmaya ve sempozyumlarda konuşmaya devam etseler de, bunu sınırlı sayıdaki kitlelerle….” çoklukla “… soyut, yüksek estetikli, politik taraf olmamaya özen gösteren ve geniş halk kitlelerinin sorunlarına duyarsız bir dil ...”[4] ile doğal olarak kendi halkına yabancılaşmış, edilgen yaklaşım yansıtan ve bu anlamda bir sorumluluğun özneleri – istisnaların varlığı unutulmadan- olmaktan uzaklaşmış olduğu bir dünya da geriye her koşulda eleştirel bir bakış ve yaklaşımı özümsemiş sanat emekçilerinden başka seçenek de kalmamaktadır!

Sanat etkinliğinin ve onun emekçisi sanatçıların, eğitimci işlevini yüklenmelerinin ortaya çıkaracağı bazı pratik sorunların olabileceği, yaratma etkinliğinin içinde olmanın verdiği, kendisini ve kendilerini ve sanat anlayışlarını öncüllemeleri ve bunun sonucunda eğitim alanlarla aralarındaki ilişkide iletişim sorunu – diyalog karşıtı- bir durum ortaya çıkması her zaman olasıdır; ancak bu hem sanatçıların, belki de, özgünlüklerini sağlayan nedendir hem de aşılması sanatçıların, zaten, doğaları gereği sahip olmaları gereken “kuramsal donanımla” olasıdır. Bunun başarılmasının ardından oluşacak eğitim ortamı ve ilişkisinin (yatay, paylaşımcı, katılımcı) başarıldığı eğitimle eğitimde dönüşüme, değişim ve gelişime doğru ezilen kitlelere katkıda bulunurken, aynı zamanda estetik becerileri de gelişmiş özgürleşmiş bireylere tanıklık edilmesi büyük olasılıktır.

Ezilenlerin her gün yeni ve değişen egemen kültür politikaları karşısında başarıya ulaşmasının ve toplumun bilinçlendirilmesi ve yeni bir dünya için değişim ve dönüşümün başarılması için gereken etkin eğitim kuram, strateji ve taktiklerinin geliştirilmesi bu ülkenin aydınları ve bilim insanlarının karşısına önemli bir sorumluluk olarak durmaktadır. Egemenlerin baskıcı, içinde şiddeti temel araç olarak barındıran adaletsiz ve insandışılaştırıcı uygulamalarını ve bunlara ilişkin yöntemlerini anlayıp tanımlayabilecek, halkın ve kendisinin çıkarları için bunların karşısında durabilme iradesini gösterebilecek, yaşama ilişkin estetik kaygıları ve beğenisi olan bireylerin yetişmesi böylesi bir eğitim sürecine bağlıdır. Bu süreç katılımcıların yatay, karşılıklı diyaloğunun olduğu, içinde tahakkümü barındırmayan ve katılımcıların kendi deneyim ve kazanımları üzerine kurulmuş bir eğitim süreci olmalıdır.

* Başka alanlarda yapılmış uygulama ve gözlemler varsa, en azından, ben bilmiyorum
* Sanat kavramı, bu yazıda, tüm yazılı, görsel yaratıcı ve estetik etkinlikleri içeren geniş anlamıyla kullanılmaktadır.
* Okur-yazarlık kurumu karşılığı eğitim sistemimizde “Ali Okulları” olarak geçmektedir. Günümüzde artık kullanılmamaktadır.

NOTLAR:

1.Aronowitz, Stanley. ve Giroux, Henry. (1986). Education Under Siege. The Conservative, Liberal and Radical Debate Over Schooling, London: Routledge and Kegan Paul.
2.(Giroux, 2007:56) Eleştirel Pedagoji ve Neoliberalizm, Türkçesi: Barış Baysal, İstanbul: Kalkedon
3.(Giroux, 2007: 93-94). Eleştirel Pedagoji ve Neoliberalizm, Türkçesi: Barış Baysal, İstanbul: Kalkedon
4.(Giroux, 2008:20). Eleştirel Pedagojinin Vaadi, Türkçesi: Umre Deniz Tuna, İstanbul:Kalkedon