Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken

Edebiyat - Mesiha İREHAN Yazdı

Ömür dediğin öylesine hızla geçiyor ki; bir sonra ki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaşıyor. Geride kalan yılların ne kadarından gururlu, ne kadarından pişmanız?

Ne kadarını kurumuş sonbahar yaprakları gibi süpürüp atmak isteriz zihnimizden, ne kadarını kalbimizdeki karakaplının arasında saklarız?

Ne kadarı gözyaşı kalan ömrümüzün ne kadarı kahkaha? Özenle güzel bir gün için sakladığımız pullu bir elbise gibi ömrümüz, vakti gelip sandıktan çıkardığımızda bir de bakıyoruz ki modası geçmiş.

Papini’nin “Ödenmeyen Gün” adlı bir öyküsü vardır tam da bu mevzu üzerine. Güzel prensesin başından geçenleri anlatır.

22 yaşındayken bu prensese bir beyefendi sürpriz bir teklifle gelir. Hasta kızı için gençlik yılları aradığını söyler ve “Bana gençliğinizden bir yıl ödünç verirseniz, ömrünüz sona ermeden onu gün gün size geri ödeyeceğim “ der.

Prenses henüz o kadar gençtir ki, cömertçe gözden çıkarır bir yılı; ödünç verir beyefendiye… 23 yerine 24 yaşına basar o yıl yaş gününde.

Yıllar yılı hatırlamaz verdiği borcu… Ancak ne zaman ki 40 yaşını aşar ve o dillere destan güzelliği bozulmaya yüz tutar; arar beyefendiyi ve 365 günlük alacağını tek tek tahsil etmeye başlar. Özellikle balo günleri, bütün çizgileri yok olmuş bir yüzle ve körpe bir bedenle girer salonlara. Gece odasına sızmayı başaran âşıkları, gece yarısından sonra yüzünün nasıl kırıştığını hayretle gözlerler. Her gençleşmenin ardından uyanış anı daha acı verici olur. Çünkü yaşı ilerledikçe, o hali ile 23 yaşı arasındaki fark daha da açılır. Fark açıldıkça “bir gün, bir saat, bir an olsun” gençlik aşısını tatmak daha güzel gelir.

Ancak sayılı gün çabuk geçer. Kalan günlerini hoyratça harcayan prenses, geri isteyebileceği sadece bir günü kaldığını fark eder: “Bir günlük ışık, sonra sonsuza dek karanlık”…

Bu son yaşam parçasını harcamak için çılgınca bir istek duysa da kıyamaz bir türlü. Nihayet evine gelip öyküsünü dinleyen ve dizlerine kapanarak gençliğinin son gününü kendisiyle geçirmesi için yalvaran bir adamın teklifini kabul eder.

O gün geldiğinde adam, en şık elbisesi ve titreyen yüreğiyle açar bahçe kapısını. Kadının villasına girer, iki kişilik hazırlanmış masada mumların yandığını görür. Bir süre bekledikten sonra meraklanıp prensesin kapısını tıklatır. Yanıt gelmeyince açıp girer. Dört bir yana savrulmuş giysilerle dolu odada prenses aynanın karşısında bir kanepeye uzanmıştır. Yüzü bembeyazdır. Gençliğinin dönmesini beklerken son nefesini vermiştir prenses. Adam bu ani ölümün nedenini yerde bulduğu mektupta okur. Satırlar, borçlu beyefendiye aittir.

Soylu prenses! Size borçlu olduğum son gençlik gününü geri veremeyeceğim için çok üzgünüm. En derin bağlılığımla…

Tüketmek için bunca acele ettiğimiz takvim yapraklarına, onca hızla çevirdiğimiz akreplere yelkovanlara şöyle bir uzaktan baktığımızda ne hissediyoruz acaba?

Atilla İlhan’ın 1983 yılında senaryosunu kaleme aldığı Kartallar yüksek Uçar adlı dizinin bir sahnesinde nüfus kağıdına aldırmadan seven bir aşığın çaresizliğini nasıl da güzel dile getiriyor Sadri Alışık.

“Kör talih! Ben sana 10 sene evvel tesadüf etmeliymişim, bu yaşımda değil. Yaşların en kötüsü gülüm

Sevmek için geç Ölmek için erken…