Yaşam kendimize yaptığımız bir yolculuktur bir bakıma. Ana rahmine düştüğümüz andan itibaren, bu yolculuk son nefesimizi verene değin sürer. Ömür, bu yolculukta tükenir gider. Doğuma kadar geçen süreç annemizin yaşam biçimiyle şekillenir. Olağan geçen süreç, normal bir şekilde tamamlanırsa yaşama, “merhaba!” deriz. İlk nefes alışımızla bize sunulan hayata yolculuğumuz başlar. Bu yolculukta bize eşlik eden insanlar, yaşadığımız coğrafya, sosyal ve fiziksel ortamlar, toplumsal yapı hayatımızı, olumlu ya da olumsuz mutlaka etkiler.
İçgüdüsel dürtülerimiz yaşam biçimimizi belirginleştirirken kendimizi, çevremizi ve görüş alanımıza giren her şeyi algılamaya, beş duyumuzu kullanmaya başlarız. Kendimizi tam olarak kavradığımızda, meraklarımız, ilgi alanlarımız, arzu ve isteklerimiz bu uzun yolculuğun niteliğini belirler. Önce evimizde yolculuğa çıkarız. O en küçük ama en değerli, en gerekli alanı tanırız. Sokağımız, mahallemiz, kentimiz, ülke kentleri ve yeryüzü yolculukları hayatımızı tamamlamaya başlar. Yolculuklar bizi kendi dışımıza çıkarır. Zaman zaman insanın kendi dışına çıkması gerekir ki yaşamda farkındalığa ulaşılabilsin. Böyle olunca yaşam daha bir anlam kazanır.
Gezen, gözlemleyen ve gördüklerini algılayarak “hayata değer katmak” adına gözden kaçanları, akla gelmeyenleri, yaşam kalitesi için yapılması gerekenleri sizlerle paylaşmak için bu köşedeyim. Eleştirmek için değil, güzelleştirmek için. Çünkü toprağına bastığımız, havasını soluduğumuz, her gün güleç yüzlü insanların dost selamını paylaştığımız bu yerlere borçlu olduğumuzu düşünüyorum…
***
Tarihe Yolculuk : MEDUSA
Yağmur yıkadı Medusa’nın büyülü yüzünü.
Bir sığırcık, kanadı kırık tünedi Apollon’un zirvesine
sağalttı yüreğindeki yarayı...
Üşüdü yerde yatan taşlar, Bir yılan kıvrıla kıvrıla geçti otların
arasından. Bu üşümeler tanıdık üşümeler, bir fidan üşüdü
sessizce...
Baş büyücü tüm büyüleri üfledi gökyüzüne.
Zamana meydan okudu bin yıl öncesinden baş bilici Zarakis.
Bir sofra kuruldu zamanın orta yerine.
Her sabah yeniden yeniden kurulan bu sofra
doyurdu tüm doğayı...
Afrodisyaslı Yontucu Hırissos ilk darbeyi vurdu mermere
kaşları çatıldı, Medusa’nın başında yılanlar...
Ölümlü değildi artık hiçbir tanrı.
Geceye acılarını sustu bir çoban yüreğine gömdüğü sevisini
yitik sevisini. Gözleri kör ebabil kuşu
son kez çırpındı uçmak için ve öldü.
Bir yaprak düştü geceye sessizce...
Rüzgar yüklendi ustaca gök gürültüsünü
bir yağmur şimşek oldu çaktı, gözlerinde çoban Brankhados’un.
Bir zeytin dalı barışa uzandı beyaz bir güvercinin gagasında.
Zamansız doğdu gece, gebeydi gündüze.
Sabah aydınlığa saldı tüm Didima’yı.
Güpe gündüz ebem kuşağı buladı renklerini gökyüzüne,
Bir deniz atı kanatlandı, araladı da ebem kuşağının renklerini
kanatları kırmızılandı...
Yarım ay tamamladı kendini, yıldızlar kıskandılar ay’ı
artık o dolunaydı...
Nar çatlağı kırmızı sözcükler yazıldı gecenin kuytusuna,
bir solucan aşık oldu kendisinden kopan öbür yarısına.
Bir gömütü ezdi geçti bir dev, bir gelincik boyun büktü.
Taze incir sütü damlalandı toprağa, toprak doğurdu tohumlarını geceye
yağmur ıslakladı hasreti bilmeden, Güneş ısıttı toprağı,
deniz çekildi kabuğuna el yordamı...
ALİ GENÇLİ