Dr. Gamze TÜMLÜ: Bildiğiniz gibi Sigmund Freud Psikanalitik Kuram ile insan psikolojisini anlamada psikolojide çığır açıcı açıklamalara öncülük etmiştir. Öyle ki kendisiyle aynı dönemde ya da kendisinden sonra ortaya konulan kuramların genel olarak referans noktasının Psikanalitik Kuram olduğunu görmekteyiz. Siz Freud’un öne sürmüş olduğu Psikanalitik Kuramın bu gücünü neye bağlıyorsunuz?
Doç. Dr. Baki DUY: Senin de bildiğin gibi, modern psikoloji bilimine dair çalışmaların ilk olarak WilhelmWundt ile başladığı kabul edilir. Modern psikoterapi tarihi de S. Freud’un Wundt’un çalışmalarını yaptığı dönemlerdeki çalışmalarıyla başladığı kabul edilir. Kuramın gücü sanırım her şeyden önce ruhsal sorunların tedavisinde ilk sistematik yaklaşım olması. Freud’dan önce insanın ruh haline, davranışlarına dair felsefi, psikolojik görüşler öne sürülmüştür, ancak ilk defa S. Freud ruhsal hastalıkların tedavisine dair sistematik, kendi içinde son derece tutarlı bir kuram geliştirmiştir. Dolayısıyla gerek ardından gelen öğrencileri olan yeni psikodinamik kuramcılar olsun, gerekse diğer psikoterapi ekollerinin öncüleri olsun, bir şekilde ona gönderme yapmak durumunda kalmışlar, kâh onun aksi görüşler öne sürmüşler, kâh ondan etkilenerek yeni kavramlar, kuramlar geliştirmişlerdir (John Bowlby gibi).
Psikanalizin ardından gelen kuramlar üzerinde bu kadar çok etkili olmasının bir nedeni de sanırım kuramın yalnızca psikoterapi kuramı ile sınırlı kalmayıp, aynı zamanda bir kişilik kuramını ve gelişim kuramını da barındırıyor olması. Bu yönüyle de psikanaliz kuramı ardından gelen kuramların en az bir adım önünde gitmekte. Kuramın bu özelliği aynı zamanda kuramın psikolojinin farklı alanlarındaki kuramları etkilemesini mümkün kılmış görünmekte.
Kurama bu kadar çok gönderme yapılıyor olmasının bir nedeni de kuramın sıra dışı kavramları ve görüşleri öne sürmesi. Bundan dolayı olsa gerek hem kurama çokça eleştiri getirilmiş hem de bu kavramlar başkalarınca da sahiplenilmiş. Diğer taraftan cinselliğe yaptığı vurgu, çocukluk dönemini ruhsal sorunların ve kişilik gelişiminin merkezine oturtması, davranışı büyük oranda bilinç dışı ile açıklaması, rüyalarla çalışması ve hatta hastaların seans sırasında uzandıkları sediri olumlu ya da olumsuz anlamda birçok meslektaşını etkilemiştir.
Dr. Gamze TÜMLÜ: Sigmund Freud’un Psikanalitik Kuramından yol almakla birlikte bu kuramın aksi belirlemelerde bulunan Neo-Freudyenler olarak da bilinen Freud karşıtlarının ortak noktası sizce nelerdir?
Doç. Dr. Baki DUY: Baştan şunu söylemekte fayda var diye düşünüyorum; her ne kadar yeni Freudyenler Freud’dun görüşlerden farklılaşan, onlara karşıt yeni görüşler, savlar ileri sürmüş olsalar da hepsi ondan izler taşırlar ve onun ortaya koyduğu tezi referans alarak anti tezini oluşturmuşlardır. Freud’un en sadık öğrencileri arasında ilk söyleşimize konu ettiğimiz Alfred Adler ve Carl G. Jung gelmektedir. Sonrasında Otto Rank, Karen Horney ve Harry S. Sullivan gibi kuramcılar ondan izler taşıyan, ancak farklı görüşleri barındıran kuramlar geliştirdiler. Daha yakın zaman geldiğimizde de Hein Kohut’u ve Otto Kernberg’i görmekteyiz. Yeni Freudyenlerin hepsinde ortak bir karşı çıkış noktası var mı tam olarak emin değilim, ancak bu kuramlara göz attığımızda Freud’dan farklı olarak cinselliğe daha az vurgu yaptıkları, kişiliğin gelişiminde sosyal çevrenin ve kültürün etkisini vurguladıkları ve egoyu daha özerk, bağımsız olarak ele aldıkları söylenebilir. Terapötik ilişki bağlamında yine Freud’dan farklı olarak daha eşdeğer bir ilişkinin dikkate alındığını söylemek mümkün, kuramlara göre düzeyi farklılık göstermekle birlikte. Bir diğer ortak nokta da insan doğasına ve insanın gelişeceğine, değişeceğine dair olumlu bakışa sahip olmaları. Ancak şunu söylemeden edemeyeceğim; yeni Freudyen kuramlar her ne kadar kendilerine özgü farklıklarını ortaya koysalar da Freud’un görüşlerine benzerlikleri daha fazladır.
Dr. Gamze TÜMLÜ: Sigmund Freud’un öne sürmüş olduğu Psikanalitik Kuramın yol aldığı vakalarının çoğunun erkek olması itibariyle kuram “erkek kuramı” eleştirilerine maruz kalmıştır. Sizce Neo-Freudyen bir kuramcı olarak Karen Horney’ın odağında kadın psikolojinin olmasında Sigmund Freud’un nasıl bir etkisi olmuştur?
Doç. Dr. Baki DUY: Karen Horney, yalnız psikanaliz kuramı içinde değil, genel anlamda psikoloji ve psikoterapi alanında ilk kadın kuramcıdır. Kendisi o dönem en etkili ve tek diyebileceğimiz-henüz davranışçılık çok yaygınlaşmamıştı- psikanaliz eğitimi alıyor ve henüz eğitim alırken dahi Freud’un görüşlerinden bazılarına katılamıyor. Eric Fromm’dan ayrıldıktan sonra yaşadığı depresyonun tedavisi için analizden bir kez daha geçiyor ve bu sırada özellikle Freud’un geliştirdiği yaklaşımın kendisine yardım edemediğini fark ediyor. Bu süreçten sonra daha fazla kendi görüşlerini biçimlendirmeye başlıyor. Karen Horney dönemin feminist kuramcıların başında gelmektedir. Horney’in kuramındaki feminist dokunun oluşmasında Freud’dan daha çok 1930-40’ların Amerikan toplumundaki toplumsal değişimlerin daha etkili olduğu görülmektedir. Freud’un kuramının 1940’ların, 1950’lilerin ruhuna uymadığını ifade etmiştir. Freud’un kuramını fazla erkeksi bulmakta. Psikanalizin erkeksi bakışa sahip olması dönemin toplumsal dinamikleri dikkate alındığında anlaşılır görünmektedir. Freud’un K. Horney’e dair birkaç kez yaptığı eleştiriler de erkeksi görüşü yansıtmaktadır. Freud’un oydipal dönemle ilgili kız çocuklarının “penise imrenmesi” görüşünün karşısına “rahime imrenme” görüşünü sunmuştur.
Dr. Gamze TÜMLÜ: Bir Neo-Freudyen kuramcı olarak bilinen H. S. Sullivan’ın “başka bir insanın mutluluğu, güvenliği ve gelişimi bizim için kendi mutluluğumuz, güvenliğimiz ve gelişimimiz kadar önemli hale geldiğinde sevgi vardır” sözünü Neo-Freudiyen bakış açısıyla nasıl yorumlarsınız?
Doç. Dr. Baki DUY: Açıkçası bu sözü ne kadar doğru okuyabilirim bilemiyorum. Freud ruh sağlığının ölçütü olarak sevmenin ve çalışmanın olduğunu ileri sürmüştür bilindiği üzere. Sanırım Sullivan bu sözüyle, Freud’un ruh sağlığı ölçütlerinden birini yerine getirmiş oluyor. Daha önce yeni Freudyen kuramların ortak noktalarından söz ederken, ortak noktalardan birinin de danışana bakış olduğunu ifade etmiştim. İnsan doğası konusunda Freud’dan farklı olarak neo-Freudyen kuramların daha olumlu bakış açısına sahip olduğunu dile getirmiştim. Freud’un terapötik ilişkide analisti daha hiyerarşik bir konuma koyduğunu biliyoruz, ancak neo-Freudyen kuramlar terapötik ilişkide danışanla daha eşdeğer bir ilişkiyi dikkate alıyorlar. Bir uzman ve danışan arasındaki ilişkiden öte insan insana iletişim ön plana çıkmakta. Sanırım Sullivan bunu vurgulamakta.
Dr. Gamze TÜMLÜ: Bildiğiniz gibi günümüzde birçok güncel psikoterapi yaklaşımı söz konusudur. Öyle ki 300’den fazla psikoterapi yaklaşımından söz edilmektedir. Sizce günümüzün Neo-Freudyen kuramları neler olabilir?
Doç. Dr. Baki DUY: Günümüzün güncel (contemporary) neo-Freudyen kuramları arasında kendilik psikolojisi kuramı (H. Kohut), nesne ilişkileri kuramı (M. Mahler, M. Klein, O. Kernberg), Lacancı psikanaliz (J. Lacan), Süre Sınırlı (Kısa Süreli) Dinamik Terapi (H. Levenson) ve Bilişsel-analitik terapi (A. Ryle) er almaktadır. Şunu da söylemem gerekir bugün itibariyle psikanaliz Freud’un geliştirdiği ve kullandığı klasik psikanalizden de farklılaşmış, anlayış olarak neo-Freudyen kuramlara benzer hale gelmiştir dersek çok yanlış olmaz sanırım.